ayşe düzkan
benzetmek gibi olmasın ama…
birinci dünya savaşı’nın ardından, 10 ocak 1920’de imzalanan versay antlaşması’yla almanya bütün sömürgelerini kaybetti. bunu izleyen yıllarda almanya siyasetine damga vuran alman nasyonal sosyalist partisi, bu antlaşmanın hemen ardından, 20 şubat 1920’de kuruldu. ancak kuruluş çalışmaları biraz daha eskiye dayanıyor. ertesi sene de, adolf hitler partinin başkanı oldu, 1933’te de şansölye seçildi, sonrası hepimizin malumu.
geriye dönüp baktığımızda, anlaşılması güç bir süreç bu. almanlar, böyle bir vahşeti nasıl benimsedi, nasıl olağanlaştırdı?
bugün faşizmin, ırkçılık, milliyetçilik, ayrımcılık olduğuna dair çeşitli iddialar var. faşist ideoloji bütün bunları içermekle birlikte bunlar faşizmi açıklamakta yetersiz. faşizm, bir ideolojik akım değil, bir yönetme biçimi. nitekim alman nasyonal sosyalist partisi’nin, sömürgelerini kaybetmiş olan almanya’nın vatandaşlarına en önemli vaadi yayılmacılık olmuştu ve böyle bir şeyi makul göstermek için ister istemez üstün ırk, üstün milliyet gibi manasızlıklar uydurulur.
türkiye, birinci dünya savaşı’nın ardından bir cumhuriyet olarak kuruldu. birinci dünya savaşı’nda osmanlı imparatorluğu’nun yaşadığı ağır yenilginin kolektif bilinçte geride kalmasını sağlayan şeylerden biri yeni bir dönemin açılması fikridir. bu fikir, cumhuriyetin imparatorluktan gerçek ve mutlak bir kopuş olduğu anlamına gelmez tabii, zaten kadrolar açısından da bir devamlılık söz konusu ama dönemin, biraz da sovyetler birliği’nden esinlenen bir "yeni/başka" anlatısına dayandığını biliyoruz.
siyaseti ve siyasi partileri neyi, nasıl yönettikleri tanımlar ama anlatıları da önemsiz değil. chp geleneğinin söylemi, yukarıda aktarmaya çalıştığım yeni cumhuriyet anlatısına dayandı. demokrat parti ile yola çıkan türkiye sağıysa çeşitli düzey ve biçimlerde emperyal geçmişi yüceltti. akp ile birlikte bunun zirveye ulaştığı, osmanlı hayallerinin dış siyaseti belirlediği malum, ki bu hattın mimarı büyük ölçüde ahmet davutoğlu’dur. belki yakın tarihimizde bunlar iç içe geçti ama bir cumhuriyetin tek ulusçuluğuyla başka ülkelerin topraklarına göz dikmek arasında epeyce bir fark var.
almanya açısından sömürgelerin kaybı yeniydi, o açıdan o beklenti bir nebze de olsa mantıklı bulunabilir. ama türkiye’nin osmanlı’nın topraklarına ulaşması ihtimalini tanımlamaya hayal kelimesi bile yetmiyor. türkiye’nin suriye’den sonra libya’da askeri varlık gösterme çabası bu hayalin parçası, aynı zamanda taraftarlarını da diri tutmaya yarıyor. bugünlerde anaakım medyanın dış siyaset konusundaki çarpıtmaları, derslerde örnek olarak başvurulabilecek nitelikte. bugün kendi vatandaşlarının ulaşamadığı maskeleri sağa sola göndermek, "büyük ülke" hayaline dayanarak rıza üretmenin bir parçası.
ama o hayal, başka hayallere benziyor; her şeyden önce karın doyurmuyor. yıllarca aç mezarı olmadığı için övünen türkiye’de, açlık temsili bir ifade değil artık. yiyecek alacak parası olmadığı için aç, çünkü işsiz olan insanlar var. karnını doyursa da besleyici hiçbir şey yemediği için gizli açlık çeken, çünkü çok az ücret alan insanlar var.
nazizm almanya’da işsizliği neredeyse ortadan kaldırmıştı ama işçi haklarını da neredeyse yok etmişti; çeşitli kaynaklar alman nasyonal sosyalist partisi’nin yönetimi altında iş saatlerinin uzadığını, iş kazalarının arttığını ve kovuşturulmadığını, çocuk emeğinin arttığını, reel ücretlerin düştüğünü, sendikal faaliyetlerin tamamen yasadışı ilan edildiğini aktarıyor.
hitler, başta avrupa olmak üzere neredeyse dünyayı ateşe veren yangını çıkarttı. bunu yapmak için almanya’yı bir güç haline getirdiği doğru. (kavgam adlı kitabının türkiye’de ilgi görmesinde, antisemitizm kadar o başarıya gıpta etmenin de rolü var. ) türkiye’nin bölgeye hükmeden bir güç olduğuna ise, iktidar yanlısı medya dışında bir yerde rastlamak pek mümkün görünmüyor. (başka ülkelerde yayın yapan, suriye "muhalefeti" olarak adlandırılan tekfirci güçleri destekleyen medya da dahil.)
ama diyelim ki bu doğru, dünyanın külliye’den yönetileceği gün yakın, halk yine ölesiye çalışacağı bir iş bulursa kendini şanslı sayacak, açlık sınırında yaşayacak, erken ölecek, çocuklarını savaşta kaybedecek. iyi günümüzde ve kötü günümüzde, salgında ve sağlıkta önümüzdeki ihtimal bu.
faşizme karşı direnişe bugün sadece solcular sahip çıkıyor, o yüzden sosyal medyada falan sadece komünistlerin direnişini görüyoruz. oysa o direniş farklı sınıfların, farklı politik temsilcilerini bir araya getirdi, okumaya üşenmeyenler için, bunun üzerine ciltler dolusu külliyat var. tarih tekerrürden ibaret değil, ilki trajediyle biten bir şeyin ikincisinin komedi olması da her zaman vaki değil; keşke olsa, hiç olmazsa gülerdik. ama vaatler aynı, vaat edilmeyenler aynı, savaş deseniz, o da eksik değil… gözünün üzerinde kaşın var demenin mi zamanı?