Ragıp Duran
Berlin yapmıştı, Reis yapamadı
Trump’ın Beyaz Saray’a yerleşmesi galiba dönüm noktası. Putin zaten Moskova’da iktidardaydı, Ankara’da Erdoğan, Filipinlerde Duterte hükmediyordu, Polonya ve Macaristan’da aşırı sağcı liderler var. Çin’de Xi-Ping kişisel diktatörlüğünü kanunlara geçirdi. Bu süre içinde, siyasal bilimciler, aktüaliteyi değerlendirirken, sık sık 1933 Almanya’sı ile benzetmelere, kıyaslamalara başladı.
Alman Nazi tarihi ve Hitler ve Goebbels hakkında yeni akademik ve popüler çalışmalar yayınlandı. Washington Post’da iki hafta önce yayınlanan bir köşe yazısının başlığı ‘’Trump’a faşist diyebilir miyiz?’’ idi.
Bizde de Erdoğanizm, Tek Adam rejimi, istibdat, müstebit, faşizan, faşist, otokrat, totaliter sözcükleri gazete ve kitap sayfalarında, günlük sohbetlerde sık yer almaya başladı.
15 Temmuz tarihli Guardian’da, Moritz Föllmer’in ‘’3. Reich Döneminde Kültür’’ başlıklı kitabının tanıtımı çıktı.
Guardian’da, Anne McElvoy’un değerlendirmesinde, kitabın, Nazi rejiminin sinema ve tiyatro ile diğer kitlesel kültür ve eğlence mecralarını nasıl suistimal edip Nazizmin ‘’zehirli ideolojisi’’ne alet ettiğini yazıyor.
Naziler iktidara gelir gelmez, ‘’Event Culture’’ denilen olay yaratan devasa gösteriler düzenleyip, Alman ırkının üstün olduğunu, gerek geleneksel halk dansları gerekse askeri müzik ve balonlarla, konfetilerle, uzun siyasi nutuklarla bu alanı işgal etmeye başladılar. İhtişam, dev boyutlu gösteriler önemliydi Naziler için. Etkilemek için kitleyi. Ama kültür ürünü ya da kültürel etkinlik olan sunulan her şey sadece megalomandı üstelik de kitsch idi. Havai fişekler de çok modaydı o zamanlar. Milliyetçi temanın özü de bir önceki rejimin toplumsal bütün yaklaşımlarını çürütmeye/yıkmaya yönelikti. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in yönetim ve denetiminde gerçekleştirilen tüm etkinlikler, nasyonal-sosyalizmin yaygınlaştırılmasını amaçlıyor, özel olarak da nüfusun çoğunluğunu oluşturan orta sınıfın muhafazakar zevkleri gıdıklanıyordu. Alt tabakalara verilen mesaj da açıktı: ‘’Siz çok güçlüsünüz, iktidara güvenin, o sizin için çalışıyor, yarın bugünden de daha iyi bir duruma geleceksiniz! Çünkü siz Almansınız!’’
Kitapta, gazetelerden, dergilere, radyodan, konser ve sinema filmlerine hatta güzellik yarışmalarına kadar bütün kültürel mecralarda uygulanan taktik ve stratejiler teşhir ediliyor.
Nazi kültürünün önemli bir özelliği kitlesel olsa da çok ince ve estetik olmayan bir Nazi pop kültürünü yaratabilmiş olması. Bunu yaparken tiyatro tarihinin en önemli eserlerinden biri sayılan Brecht/Weill’in Üç Kuruşluk Opera’sı, ‘’cinayet övgüsü yapan bir eser’’ olarak kargılanıyor. Böylelikle Nazi döneminde, eskiden iyi eğitim almış burjuva kesimi de Hitler saflarına çekilmeye çalışılıyor. Führer’in hayran olduğu klasik müzik bestecisi Wagner için mesela, iktidar ‘’Bundan daha iyi bir müzik yapılabilir mi?’’ sloganını yaygınlaştırıyor. Sinema dünyasında da işte hep devasa prodüksiyonlarla Alman ırkının yüceliği, azameti, kuvveti sahneye çıkarıldı. 2. Dünya Savaşı başlayana kadar, Almanya’da kültürel etkinlikler, refahın nispeten iyi olduğu yıllarda, yaygındı, yoğundu, azıcık da olsa çeşitli idi.
Goebbels daha sonraki aşamada, film senaryolarını bizzat denetliyor, film yönetmenlerini hatta baş oyuncuları kendisi belirliyordu.1930’ların ortalarından itibaren Nazi kültürel üretiminin en önemli boyutlarından biri ‘’ütopya’’ oldu. Toz pembe bir Almanya vardı artık gazete, dergi ve kitaplarda ama özellikle sinema ve tiyatro eserlerinde. Ne var ki savaşın başlaması ve ilk bombaların düşmesiyle birlikte balon gibi şişirilmiş bu devasa ve ‘’şahane’’ Alman kültürü daha doğrusu Nazi kültürü balonu tıspıs ederek yavaş yavaş sönmeye başladı. Hiçbir kültürel etkinlik insanları ne bombalardan koruyabiliyordu ne de giderek büyüyen yoksulluktan. Zaten 39’dan itibaren sinema, tiyatro, konser ya da açık hava gösterileri sayıca çok azaldı, var olanların izleyicisi sayısı da çok düştü. Wagner’in büyük operaları bile bomba, makineli tüfek ve tankların gümbürtüsü arasında işitilmez oldu. Çünkü Nazi kültürü baştan itibaren, sıradan bir ideolojik ajitasyon-propaganda aracı olarak tasarlanmıştı. Nazi kültürü, Alman ırkının saflığı, yüceliği yani milliyetçilik ve Nazi ordusunun yenilmezliği üzerine kurulmuştu. Özellikle savaş başladıktan sonra Nazi kültürünün ihtiyaç ve hedefleri değişiverdi. Terkipdeki ırkçılık, milliyetçilik, ütopya, militarizm dozajlarında değişiklikler yapıldı, militarizm başat unsur haline getirildi. Nazilerin işgal ettiği ülkelerdeki Direniş, bilahare Sovyet ve Amerikan ordularının müdahalesi, Nazi kültürünün bütün altyapısı hatta varlık nedenini ortadan kaldırdı. Sosyal, siyasi ve askeri gerçek Nazi yalanlarını berhava etti. Nazi Kültürü, geçici ve esas olarak siyasi ihtiyaca cevap vermek üzere tasarlanmış olduğu için, koşullar Hitler’in aleyhine dönmeye başladığı andan itibaren yavaş yavaş söndü, önce etkisini bilahare varlığını kaybetti.
Savaş bittikten sonra, özellikle de Doğu ile Batı’nın birleşmesinden sonra çağdaş Alman hükümetleri ‘’Cancel culture’’ tabir edilen iptal kültürünü devreye soktu. İşte bu nedenle, mesela 1960 sonrası doğanlar, Nazi Almanya’sının ünlü ressam, heykeltraş ya da yazarlarını pek tanımaz. Çünkü bu Naziler kasıtlı olarak tedavülden kaldırıldı.
Ben aslında, biraz yüzeysel çoğu zaman da mekanik olduğunu düşündüğüm için 1933 Almanya/2020 Türkiye ya da daha genel Hitler/Erdoğan benzetme ya da kıyaslamalarını temkinli karşılamaktan yanayım. Ne var ki, yukarıdaki satırları okuyan her yurttaş, neredeyse otomatik olarak bir çok benzerliği hemen farkedecektir.
Hitler, 1933’den hiç olmazsa 1939’a kadar kendisi açısından etkili ve yararlı bir Nazi kültürü yaratabilmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan üç alıntı sadece:
‘’Ecdadımız, mimariden musikiye, görsel sanatlardan edebiyata kadar kültürün her alanında çok önemli eserler ortaya koymuştur. Bu büyük mirasa, hakkıyla sahip çıkabildiğimizi söyleyebilmemiz ise, maalesef çok zor.’’ (3. Milli Kültür Şurası konuşmasından, 06.03.17)
‘'Sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var'’ (Hürriyet, 28.05.2017)
‘’Eğitim ve kültür konusunda istediğimiz seviyeye gelemedik’’ (Euronews,02/04/2018)