Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Bir daha topal ördek demokrasisi

Solun (Türk/Kürt fark etmez) yer almadığı bir demokrasi topal ördek demokrasisi olur ancak. 1946 seçimlerinden beri değişmeyen makus kader!

İnsanlık tarihinde devrimlerin konumu tartışılmaz, ister devrimden yana ister devrime karşı olun. Despotluğun barışçıl yoldan sona ermesinin bütün olanakları kapanınca, "tek yol devrim" saptaması meşrulaşır. Bunu ister becerin ister beceremeyin.

Devrime benzer darbeler de vardır. Siyasal sistemi değiştirir, daha demokratik bir toplumun önünü açarsa.

27 Mayıs bu gruba girer. 14 Mayıs 1950 yılında iktidar demokratik yoldan değişmiştir, ama yeni iktidar tek parti rejiminden arta kalan otoriter olanakları kullanmayı tercih etmiş ve daha sonra yükselen muhalefetin önünü kesmek için tek parti sistemine dönüşün adımlarını atmıştır.

1945 yılında ilan edilen sözde çok partili sistem daha en baştan sol düşünce, sendikalizm ve partileri devre dışı bırakmıştır. DP ise CHP’den de beter çıkmış, ülkeyi iktidarının 10 yılı boyunca soldan yoksun bırakmıştır. Artık Melih Cevdet Anday, Metin Eloğlu, Fethi Naci’nin şiirlerinde, denemelerinde bile cadı avına başlanmıştır. CHP’nin Mussoli’den ödünç alınan TCK 141 ve 142. maddelerindeki cezaları DP iyice ağırlaştırmış, hatta 2 örgüt yönetme durumunda idam cezası bile konulmuştur.

Bunun amacı ise sadece sol parti değil, antifaşist cephe örgütlenmelerinin de önünün kesilmesidir. 

Ama Bayar otokrasisi zayıflamaya başlayınca, Vatan Cephesinin oluşturulmasında beis görülmemiştir.

Bunda, artık kendini ortanın solu diye tanımlayan CHP’nin önünün kesilmesi için iki kez Milliyetçi Cephe ve de facto bir iç savaş ortamı oluşturulmasında, Bayar’ın beceremediğini becerme hırsı büyük rol oynamıştır. 

Bugün de Cumhur İttifakı ile bu hatalı yol seçilmiştir, ne yazık ki. 

Sonuç olarak, Türkiye siyasal tarihinin en demokratik anayasası olan 61 Anayasası, solun önünü açtığı halde, bunun sağ partiler ittifakı tarafından engellenmesi Türkiye siyasetinin özürlülüğünün kalıcı olmasına neden olmuştur. 

Eğer 12 Mart darbesi ile yara almış 61 Anayasası yerine, % 10 barajı koyan otoriter 81 anayasası yürürlükte olsaydı, CHP, aynı 2002 yılında % 32 oyla Mecliste büyük çoğunluk kazanan AKP gibi iktidarı tek başına alabilirdi. Hem 1973 hem de 1977 seçimlerinde aldığı "darbe karşıtı" % 33 oy ile. 

27 Mayıs, hiyerarşik bir darbe değildir. Farklı rütbeden subaylar eşit konumda yeni erkin içinde yer almışlardır.

Bu darbeyi meşrulaştıran ise önünü üniversite öğrencilerinin İstanbul ve Ankara’daki özgürlükten yana gösterilerinin açmış olmasıdır.

Aslında 1950’lerin ortasında Forum dergisi öncülüğünde demokratik bir anayasa tartışması başlatılmıştır. Entelektüel olarak 1961 anayasasının zemininde bu tartışmalar vardır. Ve otoriterleşmeye yönelen DP içinde de ciddi bir liberal muhalefet vardır.

Örneğin 80’li yıllardan yükselen İnsan Hakları hareketinin kurucularından biri olan Emil Galip Sandalcı da bu liberal muhalefet içindedir.

12 Mart darbesine yönelik yurttaş tepkisinden CHP nemalanmış, darbeyi de facto destekleyen AP ise kaybeden olmuştur.

1991 seçimlerinde yurttaşlar, DYP ve SHP’yi demokratikleşme programları ile iktidar yapmıştır. Ama ne yazık ki, özellikle SHP’nin CHP’leşmesi ile bu demokratikleşme programına ihanet edilmiştir.

28 Şubat post modern darbesinden yararlanan ise sonuç olarak AKP olmuştur, yine sözde demokratikleşme programı ile.

Ama AKP’nin kurucu ekibinin çoğunluğu bugün parti dışıdır. Partilerine Reis tarafından el konulmuştur. 

Merkez sağ partiler, 1950 seçimlerinden beri demokratikleşmeye ihanet içindedir. Sistemin istikrarsızlığın temeli budur. 

Celal Efendi izin verseydi, pek hayran oldukları ABD demokrasisi egemen olurdu hiç olmazsa. İktidarı bir Demokratlar bir Cumhuriyetçiler alır, kimsenin de burnu kanamazdı, Darbe hipertansiyonu ile!

2015 Haziran seçimleri, demokratik bir meydan okumadır. Kürt özgürlük hareketi, 80 mebus ile solun farklı kesimlerinin 1921’ler ve 1960’lardan beri ilk kez parlamentoda yer almasının önünü açmıştır.

Ama buna gösterilen tepki, 1920’lerde Mustafa Kemallerin, 1940’larda İnönülerin, 1950’lerde Bayarların, 1960 sonrası Demirellerin gösterdiği otoriter tepkiden farklı olmamış, birbirlerinin kopyası olmuştur.

Solun (Türk/Kürt fark etmez) yer almadığı bir demokrasi topal ördek demokrasisi olur ancak. 1946 seçimlerinden beri değişmeyen makus kader!

1967 yılı yazı İngiltere’de gençlik kampına gittiğimde, Portekiz, İspanya ve Yunanistan’dan gelen gençler dikta rejimlerinden yakınıyordu. Türkiye’de ise sempatizanı olduğum TİP meclisteydi.

1974 yılında Kıbrıs’a çıkan Ecevit/Erbakan Hükümeti, Kıbrıs’taki faşist darbeyi engellediği gibi, Yunanistan’da cunta hükümetinin çökmesini, Yunanistan’ın demokratik ülkeler listesine geçmesini sağladı. Ama 12 Mart darbesinden sonra yeniden dönülen kısmi demokrasiyi darbeye mahkûm ettiler. 

1974 yılında solun affedilmesine veto koyan Necmettin Hoca, 1978 yılında 28 Şubat postmodern darbesi ile teslim alındı.

Yunanistan merkez sağ partisi bundan ders çıkardı ve solun özgürleşmesinin önünü kesmeye kalkmadı. Portekiz ve İspanya’da da demokrasinin ölçütü solun parlamentoda yer alması oldu. Herhalde solu pek sevdikleri, pek demokrat oldukları için değil!

Bu şans 2015 Haziran ayında yakalandı. Ama sonuç: ülke yine darbe girişimleri/karşı darbe sarmalına sürüklendi. 

Bir de ortalığı "vay sen bana ördek dedin!" yaveleri kapladı.

Hani ne demişler: "Bizim oğlan bin’a okur, döner döner yine okur!" (*)

Bir de "na to kefari, na to mermari." (**)

Türkiye’nin bataktan çıkamamasının ortak baş sorumlusu, merkez sağ ve merkez sol partilerdir.
_______________________________
(*) Bin’a: Medresede en zor olan herkesin döküldüğü Arapça gramer, fiil çekimi dersi. 
(**) "Nato mermer nato kafa"
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi