ayşe düzkan
bir ihtimal daha var
hdp ile ilgili karalama kampanyasında yok yok. mesela yeni şafak, gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi sırasında atılan "berxwedan jiyane" sloganının pyd’nin olduğunu iddia etmiş. bu sloganı ilk kez 1990’larda, diyarbakır’da duydum. hangi etkinlikte hatırlamıyorum. o zamanki "parti"nin adını da google’a bakmadan hatırlayamam. "parti" ve "gazete"nin adı o kadar çok değişti ki. ama ikisi açısından da tek değişenin isim olduğunu söylemek doğru olmaz. o sloganın ilk haykırıldığı zaman pyd yoktu. o yıllarda biri çıkıp, çeyrek asır sonra "parti"nin meclis’in üçüncü büyük partisi olacağını söyleseydi, "inşallah"tan fazla bir karşılık almazdı. komşu ülkelerde kürtlerin yaşadığından haberdardık, bölgenin durumu o zaman da üç aşağı beş yukarı aynı olduğu için suriye’de bir iç savaş çıkacağını söylense, olmaz gözüyle bakmazdık ama en iyimser olanlar bile, bir kürt partisinin bu iç savaşta belirleyici güçlerden biri olacağı tahminine şüpheyle yaklaşırdı. bütün bunlar oldu. kürt hareketi artık sadece direnmiyor, kurucu iradenin parçası.
hdp kendisinden önceki partilerden biraz farklı: bir kapatma kararı üzerine kurulmadı, kurulduğunda bdp zaten vardı, yeni bir konseptle, toplumsal muhalefetin başka çizgilerini de içerecek şekilde kuruldu. bunun ne kadar başarılı olduğu, ne getirip ne götürdüğü ayrıca tartışılabilir ama kürt hareketinin, anaakım da olmak üzere bu ülke siyasetinin dışlanamayacak bir parçası haline geldiğine şüphe yok.
ömer faruk gergerlioğlu’na yıldırım hızıyla iki buçuk yıl hapis cezası çıkartıp milletvekilliğini düşürmeye kalkan, hdp’ye kapatma davası açan güç de bunların pekala farkında. yani öyle kökünü kazıma falan olmadığı, bu işlerin daha ziyade sakalını kesmeye benzediği biliniyor. hdp yöneticileri "oyumuz şimdiden arttı," derken haklı. cumartesi günü newroz meydanları’nı dolduran kitleler bunun en iyi göstergelerinden biri.
cuma gecesi verilen istanbul sözleşmesi’nden çıkma kararı da benzer bir tepkiyle karşılaştı. cumartesi öğleden sonra, bir kısmı newroz alanlarından gelen kadınlar türkiye’nin farklı meydanlarında sözleşmeye sahip çıktı. unutmayalım; türkiye’de ikinci dalga feminizm, 1980’li yıllarda tomurcuklanmaya başladı, istanbul sözleşmesi o hareketin, bu ülkenin bir başka kurucu gücü olduğunun kanıtlarından.
çünkü bir toplumsal hareket, sadece hareket edebilme yeteneği, kararlılığı ve gücüyle değil, önerilerinin, çözümlerinin öznesinde bulduğu karşılıkla var olur. istanbul sözleşmesi birbirinden çok farklı siyasal akımlardan kadınlar tarafından benimseniyor, savunuluyor.
o arada, daha önce istanbul büyükşehir belediyesi’nin mülkiyetinde olan gezi parkı, adı sanı duyulmamış bir vakfa devredildi. gezi parkı, cumhuriyet tarihinin gördüğü en büyük kalkışmanın işaret fişeği olmuştu.
yani iktidar, üç gün içinde türkiye’nin önemli muhalif akımlarının sınırlarını, gücünü sınıyor. bütün bunların, "korkuyorlar, gitmek üzereler, gitmeden saldırıyorlar" benzeri biçimlerde okunduğunu görüyorum, bu türden okumaları morfine benzetmekten kendimi alamıyorum. bunlar belki bizi teskin eder, yatıştırır ama şu ara teskin olup yatışmak en son ihtiyaç olan şey bence.
bütün bunların tayyip erdoğan’ın avrupa birliği komisyonu başkanı von der leyen ve ab konseyi başkanı michel ile görüşmesiyle eşzamanlı gelişmesi bence tesadüf değil. bu kuvvetle muhtemel, ab ve belki biden yönetimiyle ilişkilerin yoluna konulduğu ve bu hamleleri yapmakta sorun görülmediği anlamına geliyor.
tekrar yazayım; akp’nin birincil önceliği iktidarda kalmak. bu ortaklarını artırmayı gerektiriyor. bahçeli’ye, en rahat kongresi olarak tanımlansa da, kongre öncesi bir armağan sayılabilir hdp ile ilgili açılan dava. istanbul sözleşmesi, başta saadet olmak üzere bütün milli görüş’e ve belki bu tanımı da aşacak şekilde tarikatlara verilmiş bir hediye. gezi parkı kararı ve olası sonuçları, gezi’nin tabanını önemli bir kısmını oluşturan chp seçmeninden intikam alma değil mi?
akp ittifaklarını genişletmeyi neden önemsiyor olabilir?
burada iki ihtimal görülüyor. birincisi, daraltılmış bölge seçim sistemine geçip baskın bir erken seçim yapmak olabilir. bu ihtimal gerçekleşirse, iktidarın iki ortağı açısından da hdp’nin kapatılması olumlu sonuç vermeyecektir. hdp oylarının özellikle batı’da diğer muhalif partilere kayması ihtimali iktidar partileri açısından olumsuz bir sonuç olur çünkü en önemli taktikleri muhalefeti bölmek. hdp’ye saldırı, olsa olsa kendi tabanlarını konsolide etmeye hizmet edebilir ki buna ihtiyaç var tabii. ama akp’nin kürt seçmeninin de böyle hareketlerden rahatsızlık duyması ve küsmesi söz konusu olabilir. (tabii, chp’nin olmayacak açıklamalarla –ki bunlar birer birer düşmeye başladı- hdp seçmenini "elim kırılsın…" noktasına getirmesi ihtimali de yok değil.) o yüzden, bu davanın açılma amacının partiyi kapatmaktan ziyade siyaset yasaklarıyla kadrolarından, hazine yardımını keserek maddi gücünden mahrum bırakmak olması ihtimali daha yüksek görünüyor.
ikinci ihtimal, seçimi mümkün olan en uzak tarihe ertelemek ve baskıyı artıra artıra ilerleme tercihi. her iki ihtimalde de, "andımız" benzeri, simgelere sıkıştırılmış, kimsenin hayatını etkilemeyecek tartışmalar ortalığa salınır, olağanüstü boyutlardaki işsizlik, yoksulluk, intiharlar, artan vaka sayıları, aşı bulunmaması gibi gerçek meseleler gündemin kenarında kendine yer bulur.
her durum, her ihtimal için hazırlığa ihtiyacımız var, değil mi.