ayşe düzkan
bir kentsel dönüşüm hikâyesi
depremler devam ederken azıcık makul düşünebilen herkesin hemfikir olduğu bir nokta var. deprem olduktan sonra felaketin yaşandığı bölgeye yardım götürmek çok önemli değil. esas mesele deprem gerçekleşmeden önce alınacak önlemler, böylelikle en azından can kaybı yaşanmaması. türkiye’den daha sık ve daha güçlü depremlerin gerçekleştiği japonya örnek veriliyor; burada can kaybı çok nadir.
binlerce kişinin öldüğü, binlercesinin yaralandığı, kimi insanın bir daha izinin bulunamadığı 1999 depremi, bir bilinç değişikliğine sebep olmuştu. bunu iki başlıkta toplamak istersek, inşaat konusunda özen ve deprem sonrasında ihtiyaç duyulacak toplanma alanları vb. hazırlıkları anabiliriz.
bu bilinç herhangi bir sonuç vermedi. akp’nin inşaat sektörüne dayalı ekonomik politikası sayesinde toplanma alanlarına alışveriş merkezi falan yapıldı. deprem anında, diyelim ki kendinizi sokağa atmayı başardınız, sokağın karşısındaki binalar da üstünüze yıkılmadı, nereye gideceksiniz? nerede barınacaksınız? sağlık hizmetine hiç girmiyorum. diyelim şehirden ayrılmak istediniz, nasıl yolculuk yapacaksınız? deprem sonrasına ilişkin bütün tasavvurlar, felaket filmlerinde izlediklerimize taş çıkartır.
peki, işin kentsel dönüşüm kısmı nasıl ilerliyor? biliyorsunuz türkiye’de sözünü etmenin yasak olmadığı tek barış imar barışı. bu ne anlama geliyor diye soranlara tc çevre ve şehircilik bakanlığı’nın sitesinden bazı cevaplar aktarmak istiyorum. burada, sıkça sorulan sorular başlığı altında yer alan, "imar barışından önce alınmış yıkım kararları ve idari para cezaları ne olacak?" sorusunun cevabı şöyle: "imar kanunu’na göre alınmış yıkım kararları ve idari para cezaları iptal edilecektir." yani bir bina için çürük olduğu gerekçesiyle yıkım kararı çıkmış, uygulanmayacak! "imar mevzuatı dışına çıkan yani fazla kat ve daire yapan yapı konut kooperatifleri bu yeni yasadan faydalanacak mı?" sorusunun cevabıysa, "evet, bu yapılar da imar barışı kapsamında yapı kayıt belgesi alabilecekler" şeklinde. zaten binali yıldırım da elazığ depreminden sonra, tuhaf bir açıksözlülükle, "ev yaparken bu işlere bakmamız gerekiyor. sadece devletin kontrolüne bırakmamamız lazım" dedi. elazığ’da, yeni inşa edilmiş kamu binalarının da yıkıldığını hatırlayınca ona hak vermemek elde değil ama insanın aklına ister istemez, "peki neyi devlete bırakabiliriz?" sorusu geliyor.
ama sanmayın ki, işler her yerde böyle. yıkılıp yeniden inşa edilen birçok bina var. bu sürecin nasıl işlediğine dair bir fikir vermesi açısından bizzat şahit olduğum bir inşaat hikâyesi aktarmak istiyorum.
söz konusu bina, rantın çok yüksek olduğu bir yerde, anadolu yakasında, bağdat caddesi ile sahil yolu arasında, 1979 yılında inşa edilmiş, 16 katlı, üst katları deniz görüyor. binada yaşayanlar arasında inşaat mühendisleri de var, 1999 depreminden sonra ciddi bir hasar görmemiş, tetkikten geçiriliyor, güçlendirme yapılıyor. apartmanda 32 daire var, yaşayanların neredeyse hepsi mülk sahibi, çoğu 70 hatta 80 yaşın üzerinde. ömürlerini, sağlam olduğuna güvendikleri o binada tamamlamak istiyorlar. bu sırada yıl 2012.
fakat bina, müteahhitlerin iştahını kabartacak bir konumda. apartmanın yeniden inşası için sıraya giriyorlar. ama ufak bir pürüz var, yeniden inşa kararı için kat malikleri arasında oy çokluğu sağlanamıyor. yıkımı isteyenler azınlıkta. ama malum demokrasilerde dertler de, çareler de tükenmiyor. yasaya göre, kat maliklerinden biri, risk raporu alır da çürük bina çıkarsa, belli bir süre içinde binanın yıkılması ve eğer inşaat için bir müteahhitle anlaşılamazsa toki’ye devri gerekiyor. ama risk raporu almak ucuz bir iş değil, binada yaşayan çoğu emekli olan kat maliklerinin altından kalkacağı bir iş hiç değil. (bugün böyle bir bina için 5 bin lira civarında) ama ısrarlı bir müteahhit o parayı şikayette bulunmayı kabul eden apartman sakinine veriyor, başvuru yapılıyor ve çürük raporu alınıyor. müteahhitle işbirliği yapan daireler bunun karşılığında yeni inşaatta daha üstte olup daha fazla deniz gören katlara taşınıyor! (başka bir avantaj olup olmadığı bilinmiyor çünkü komşular birbirinin evinin içini göremiyor, o süreçte herkes birbiriyle küsmüş. rapor için gelen uzman, hiçbir apartmana sağlam raporu vermediklerini söylüyor. yıkım kararı çıkıyor, aceleyle o müteahhitle anlaşılıyor. müteahhit binanın en üstünde ikisi dubleks dört daire alıyor, bu "hizmetin" karşılığında. evler de, en üstteki yeni dairelerin inşa edilebilmesi için epeyce küçülüyor. kat maliklerine taşınma ve bir buçuk yıllık kira bedeli veriliyor. bazıları bir daha taşınmak istemedikleri için, evlerini o aşamada ucuza elden çıkartıyor. kimileri, daha sonra, artık lüks bir bina olan apartmanın aidatı fazla geldiği için evlerini satıyor. her kentsel dönüşüm projesiyle semtin sakinleri biraz daha değişiyor.
en azından bu vakada binanın yıkılıp yıkılmayacağını çürük olup olmaması değil, yeniden inşa edilmesinin kârlı olup olmaması belirliyor. aksi takdirde binanın yeniden inşa edilmesi için müteahhide her dairenin bir miktar para vermesi gerekiyor, bu da herkes için mümkün değil… bu şekilde inşa edilen yeni binaların depreme dayanıklı olduğu da bir muamma, tabii.