Koray Düzgören
Bir süre sonra 'Gel barış yapalım' diye Demirtaş’a başvuracaklar!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi Selahattin Demirtaş’ın hukuki değil, siyasi gerekçelerle hapsedildiğine karar verdi.
Sadece karar vermedi, ne yapılması gerektiğini Türkiye makamlarına bırakmadan, çok açık bir şekilde de ifade etti.
"Demirtaş’ı biran önce serbest bırakın" dedi.
Normalde, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmeler gereğince ve anayasasına koyduğu açık hüküm (Anayasanın 90’ıncı maddesine eklenen dördüncü bent) uyarınca konunun tartışılacak bir tarafı yok. İktidarın bu karara uymaktan başka yolu yok.
Buna rağmen, başta bu hükmü 2004 yılında anayasaya eklemiş olan Erdoğan olmak üzere iktidar, bu gerçekleri görmezden gelip kararın uygulanmayacağını söyleyip duruyor.
Erdoğan’a, Bahçeli’ye göre Demirtaş ‘terörist’ ve cezalandırılarak mümkünse ömür boyu zindanda kalması gerekiyor.
İşin aslını ise hepimiz biliyoruz.
"Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız" sloganı ile 7 Haziran 2015 seçiminde AKP’nin çoğunluğu kaybetmesine sebep olan Demirtaş, o tarihten bu yana Erdoğan’ın hedefinde olan bir siyasetçi…
Tabii Erdoğan, Demirtaş’a yönelik suçlamalarını, (iftiralarını demek daha doğru olacak) bu gerçeğe değil, gerçekle ilgisi olmayan bir sanal gerçeğe dayandırıyor.
Bilindiği gibi Kobani’nin IŞİD tarafından kuşatılması üzerine 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde 35 il ve birçok ilçede birden başlayan ve 46 kişinin ölümüne neden olaylardan bir süre sonra iktidar, HDP’yi sorumlu tutmaya ve suçlamaya başladı.
AİHM’İN KARARI: DEMİRTAŞ SİYASİ NEDENLERLE TUTUKLU
Daha sonra da Erdoğan, Demirtaş’ı bu konuda olayların baş sorumlusu olarak ilan etti.
Demirtaş’ın, 16 Mayıs 2016’da önce dokunulmazlığının kaldırılması sonrasında, 4 Kasım 2106’da tutuklanması sürecinde de bu iddialar hız kesmedi.
Üstelik, Demirtaş’a yönelik iddialar arasında Kobani olaylarına ilişkin herhangi bir ifadenin dahi yer almamasına rağmen, iktidar ve Erdoğan bu suçlamalarına hız kesmeden devam etti.
AİHM’in ilk kararının ardından da, AİHM Büyük Dairesi’nin bu son kararından sonra da Demirtaş’ı ‘terörist’likle suçlayarak, asla cezaevinden çıkartılmayacağını söylemeyi sürdürdü. Mahkemenin bu suçlamaları hukuk dışı, siyasi iddialar olarak değerlendirmesine rağmen…
O, öyle anlaşılıyor ki, kendisi ve siyasi geleceği için bir tehlike ve tehdit olarak gördüğü Demirtaş’ın mümkünse ilelebet zindanda kalmasını istiyor.
Böyle mi olur, yoksa şartların dayatmasıyla Erdoğan er ya da geç Demirtaş’ı zindandan çıkartmak zorunda mı kalır, bunu önümüzdeki süreçte yaşayacağımız olaylar gösterecek.
AİHM’in kararının uygulanıp uygulanmayacağını tartışan uzmanlardan bazıları bir yandan Erdoğan’ın bu kesin tavrına bakıp, şu sırada Demirtaş için bir tahliyenin beklenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Bir yandan da yakın geçmişte çeşitli gerekçelerle rehin alınan ABD’li rahip Brunson ve Alman Gazetesi Die Welt’in muhabiri Deniz Yücel’in nasıl olağanüstü şartlarda Saray’dan verilen talimatlarla serbest bırakıldıklarını hatırlatıp, "Herşey olabilir" diyorlar.
ZORU GÖREN ERDOĞAN SIK SIK GERİ ADIM ATIYOR
Neticede zoru gören Erdoğan’ın, "Asla, söz konusu bile olamaz" dediği konularda nasıl geri adımlar attığını biliyoruz.
Merkez Bankası’nın son faiz arttırımı kararları bile bu yaklaşımın somut örnekleri olarak ortada.
Faiz artışına kesin olarak karşı çıkan Erdoğan, eğer faiz oranları yükseltilmezse asla iç ve dış borçlanma yapamayacağını çok iyi bildiği için faiz oranları sıralamasında TC’yi dünyanın ilk beş ülkesi arasına sokmakta bir sakınca görmüyor.
Çünkü iktidarın paraya müthiş ihtiyacı var. Bir yandan fütuhatçı emeller için para lazım. Suriye’de, Libya’da ve dünyanın değişik yerlerindeki gizli faaliyetler, askeri operasyonlar ve el altında tutulan on binlerce cihatçı paralı asker için milyarlara ihtiyaç var.
Eh, artık biraz da aşı satın almak lazım. Bunu daha fazla geciktirmek olmaz.
Yoksa gün geçtikçe artan hasta ve ölü sayıları da iktidarı yıpratabilecek bir tehlike olarak ortaya çıkabilir.
Bu nedenle yüksek faiz gerekiyorsa yüksek faiz! Öncesinde faiz lobilerine küfür edilmiş olmasının hiç bir önemi yok!
Uzatmayalım. Bu konuda en veciz lafı ABD Başkanı’nın eski Suriye özel temsilcisi James Jeffrey geçenlerde bir röportajda söyledi:
"Siz Erdoğan’a dişlerinizi göstermeden o geri adım atmaz" dedi.
Bu lafı doğrulayan iki olaya yukarıda değindik.
Daha çarpıcı ve Türkiye’yi üç yıl boyunca etkileyen ve hala tartışılan başka bir olay daha var:
3 Ocak 2013’te başlayıp 24 Temmuz 2015’te sonlandırılan ‘Barış Süreci’.
Burada ayrıntısına girmeyelim. Bildiğiniz gibi, başta o dönem içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmek ve Kürtlerin oylarını alabilmek ve benzer nedenlerle bir çatışmasızlık ve barış sürecine ihtiyacı olan AKP iktidarı, İmralı’da ömür boyu hapse mahkum edilmiş olan Abdullah Öcalan’ın kapısını çalarak bu sürecin başlamasına önayak oldu.
Daha sonra Suriye’deki gelişmeler ve Kürtlerin oradaki kazanımları gibi gerekçelerle iktidarın bu sürece son verdiğini biliyoruz.
Şimdi askeri yöntemlerle, savaşla, baskıyla, yargı giyotiniyle Kürt sorunu halledilmeye çalışılıyor.
Bu nedenle başta Demirtaş olmak üzere Kürtlerin siyasi temsilcileri, seçilmişleri, politikacıları, yerel önderleri, sivil toplum liderleri, parti ve dernek üyeleri, hatta destekçileri hapse atıldı.
Amaç yine aynı. Kürtlerin iradelerini, oylarını gasp etmek.
Çünkü ne yapılırsa yapılsın HDP’nin oyları geriletilemiyor, Kürtlerin ülkenin siyasi hayatı üzerindeki önemi yok edilemiyor, azaltılamıyor.
Bu durumda ülke tam bir kaos görüntüsü sergiliyor. Ekonomik olarak giderek alt liglere doğru inen, halkının sağlığını dahi koruyamayan, karnını doyuramayan, çocuğunu okutamayan, işsizine iş bulamayan bir iktidar görüntüsü var.
Bunun en önemli nedeni kendi halkıyla, en başta da Kürtlerle kavgalı olmak.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerle kavgalı olan, onları baskıyla yola getirmeye, diz çöktürmeye çalışan iktidarlar ayakta kalamadı.
Bu nedenle Demirtaş kararına karşı direnen bu iktidar, "Barış yapalım" diye Edirne zindanında Demirtaş’ın kapısına dayanırsa şaşmamak gerekir.