Aykan Sever
Birbirimizi ne zaman insan suretinde göreceğiz?
Nihayet Dağlık Karabağ hattında ateşkes sağlandı. Bu konuda daha önce dile getirdiklerimin (1) haricinde eksik kalan yanlara ve yeni gelişmelere bu yazıda değinmeye çalışacağım.
İlk önce yaşananların Ermenistan açısından sonuçlarına bakalım. Öncelikle söyleyebileceğim Ermenistan siyasal elitine hakim olan milliyetçi bakış açısı ve bunun getirdiği vurdumduymaz yaklaşımın iflas ettiği. Güçlü pozisyondayken çözümü zorlamayan, hatta sorunun kendisini yok sayan, "düşman"ı küçümseyen zihniyet maalesef çok sayıda insanın hayatına mal olan bir savaşın sonucu çöktü. Fakat aynı siyasal elitin bunu henüz yeterince idrak edebildiği kanısında değilim. Çünkü hali hazırda çoğu, yaşananlarla ilgili başkalarını suçlamakla meşgul. Başbakan Paşinyan’ın açıklamalarına yansıdığı üzere kısmen en azından Paşinyan ve çevresinin sorunu şimdi daha iyi gördüğü söylenebilir. Bir sürü tehdidin arasında sıkışıp kalmış bir toplumun ve onun temsilcilerinin yine de soğuk kanlı bir değerlendirmeyle bu işin içinden çıkması maalesef zor. Bunun için başta milliyetçiğin yarattığı körlük olmak üzere çok sayıda ögenin değişmesi lazım.
İster istemez yaşanan "yenilgi"nin sorumlusu olarak Paşinyan ve hükümeti görülüyor. Bu bütünüyle doğru olmasa da Paşinyan’ın güven tazelemek için Ohannes Kılıçdağı’nın da ifade ettiği üzere(2) yeni bir seçime giderek "hodri meydan" demesi mantıklı olabilir. Yoksa muhalefet sürekli bir yıpratma savaşıyla Paşinyan’ı başka başlıklarda da adım atamaz hale getirebilir. Böyle bir hamle görünen o ki Paşinyan’ın sonrası devam etmeyi düşündüğü oligarklar ve onlarla bağlantılı bürokratik kesimlerin tasfiyesi için de kolaylaştırıcılık sağlar.
Yaşanan savaş aynı zamanda Ermenistan siyasal elitinin dünyada son on yılda olanları da anlayamadığını gösterdi. Onların kafasında ne sürmekte olan yeniden paylaşım savaşı vardı, ne emperyal güç olmaya çalışan TC ve onun kurmaya çalıştığı yeni denklemler ve Rusya’ya olan kırılgan bağımlılığı, ne AB’nin bir hayli yıpranmış siyasetsiz hali ne de dünyanın bir numaralı gücü olmayı korumasına rağmen ABD’nin girdiği aşınma süreci hesaba katılıyordu. Maalesef neredeyse tartışılan, siyaset diye ileri sürülen yaklaşımlar hiç ders çıkarılmamışçasına yüzyıl öncesinin fazlasıyla izini taşıyordu. Bu tür bir zihniyetin tabii sürekli zik zak yapması kaçınılmaz. Dün haklı olarak söylenen "soykırımcı TC" den, bugün aynı akıl "TC bize sahip çıksaydı bütün bunlar olmazdı"ya pekala gelebiliyor.
Burada Paşinyan yönetimine karşı sürecin aynı zamanda bir komplo gibi işletildiğine de işaret etmekte yarar var. Ermenistan küçük bir ülke ve olanakları sınırlı. Mevcut devlet bürokrasisinin, bazı önde gelen yöneticiler dahil gerçekte kime/kimlere çalıştığı çok açık değil. Tasfiyelere rağmen bunun böyle olması kaçınılmaz. Çünkü Paşinyan bürokrasiyi yenilemek istese de yeni-yetişmiş insan kaynağı sınırlı. Karşısındaki güçlerse Birinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda kendini var etmiş, orası sayesinde iktidar olmuş, komplo işlerinde yetenekli kişiler. 1999 Parlamento baskını(3) bunun örneklerinden. Bu güçler bir süre önce de örneğin Sevr tartışmalarıyla pekala Paşinyan yönetimini hesapsız mecralara çekmeyi becermişlerdi. Velhasıl Paşinyan ve ekibini zor günler bekliyor…
Burada "biz"e bir not. Ermenistan "kadife devrim" sonrası demokratikleşme yolundaki bölgedeki neredeyse tek olumlu örnek. Şimdi bu durum tehlike altında. Bu süreçte savunacak, destek olacak bir şey bulamayanlara duyurulur…
TC-Rusya ilişkileri
Rus yönetimi 2015’te yaşanan Türkiye’nin Suriye’de Ruslara ait uçağı düşürmesiyle birlikte bir benzetme yaparsak adeta Erdoğan yönetiminin bileğinden kavradı. Sonraki gelişen süreçte de bu durum değişmedi ancak önce karşı karşıya olan rakipler bu kez yan yana ilerliyordu. Bu, arada itişmelerin yaşandığı ve "rakip" oldukları gerçeğini değiştiren bir şey değil kuşkusuz. Fakat Rusya tuttuğu bileği bırakmadığı gibi TC’nin yönetici elitinden bir kısmını (Avrasyacı kesim için zaten ihtiyaç da duymuyorlardı) birlikte yürüdükleri yolun "doğru" olduğuna ikna etti. Rusya TC’yi NATO dışına sürüklemeye çalışıyor. Bunu başaramasa dahi Batı cephesinde bu hamleyle yeterince bozgun yarattı. Aynı zamanda Rusya özellikle ekonomik alanda güçlü bir ülke değil fakat dünya genelinde artan etkisini biraz da TC’yi kalkan yaparak ve yer yer ekonomik olarak kullanarak bu açığını kapatabiliyor. Bu yönelim en azından şimdiye kadar Erdoğan simgelenen diktanın da işine yaradı.
Rusya İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda da TC ile ilişkileri işine geldiği gibi kullanmasını bildi. Örneğin TC’nin ısrarı üzerine ateşkesin kontrolü için Rus-Türk gözlem merkezi kurulmasına karar verilmesi süreci de böyle işledi. Gözlem merkezi Azerbaycan topraklarında olacak. Bunun anlamı TC ile birlikte Rusya’nın olmadığı bir toprakta resmi olarak yer alması anlamına geliyor. Genel olarak Azerbaycan tarafı süreci bir "zafer" diye nitelese de Rusya’nın bölgeye adım atmış olmasını ciddi bir tehdit olarak görüyorlar. Çünkü işin doğrusu Azerbaycan cephesi ve gerisindeki Türkiye bu işten tatmin olmuş değil. Fakat olası bir savaşı bu kez Rusya’ya karşı başlatmış olacaklar.
Türkiye’yi yönetenlerin Batı ile ilişkilerinde girdiği "açmaz"a Dağlık Karabağ üzerinde şekillenen yeni durumun da katkılarının olacağı şimdiden görülüyor. Rusya’nın başka alanlardaki pazarlıkları ilerletmek için bunu değerlendireceği de. Nitekim ateşkes sonrası AGİT Minsk Grubunu oluşturan ülke Dışişleri yetkilileriyle Ermenistan Dışişleri Bakanı Zohrab Mnatsakanyan Dağlık Karabağ konusunu görüştü. Yapılan açıklamalara göre Ermenistan, bu görüşmede Türkiye’ye yönelik Suriye’den islamcı paramiliterleri bölgeye taşıdığı suçlamasını bir kere daha dile getirdi. Ayrıca "Azerbaycan’ın Karabağ’a karşı başlattığı savaşın planlanması, kışkırtılması ve yürütülmesinin yanı sıra hem çatışmalara doğrudan katılımı hem de "yabancı militanların" çatışma bölgesine sevk edilmesinde Türkiye’nin oynadığı role vurgu yaptı. Görüşme de yer alan Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un da "yabancı militanlar" meselesinin altını çizdiği belirtiliyor. Görüşmeye katılan Fransa Dışişleri Bakanı Le Drian ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Biegun en azından bunları "lazım olur" diye bir not almışlardır. Batı nezdinde TC’ye dönük tek "pozitif" gelişme bu süreçte İngiliz yönetiminin artan ilgi ve desteği. Bunun Doğu Akdeniz boyutunun yanı sıra Gürcistan ve Azerbaycan’a dönük olası gelişmelerle bağlantılı olması muhtemel.
Burada daha önemli olan husus tabii ki Rusya’nın avantajlarıyla donanmış bir anlaşmanın Batılıların da onayından geçiyor oluşu. Batı, Rusya’nın şekillendirmeye çalıştığı Dağlık Karabağ’la ilgili gelişmeleri değiştirebilir mi? Bu kağıt üzerinde mümkün çünkü en azından Dağlık Karabağ’ın statüsü açık olarak yeni anlaşmada yok. Bu onlara politika yapma imkanı veriyor. Ayrıca Ermenistan’daki olası gelişmeler de böyle bir politik arayışa olanak sağlayabilir. Ama nihayetinde olay geliyor "güç" meselesinde ve göze aldıklarınızda düğümleniyor. Batı’nın kendisinin doğrudan değilse de bu bölgede Türkiye ile birlikte hareket etme olanakları araması mümkün. Gürcistan’ın da dahil olduğu hali hazırda ısınan bir Güney Kafkasya var. Böyle bir durumda kaçınılmaz olarak büyük güçlerin "büyük" politikalarıyla muhatap olunur. Orada da halkların özlemleri, özgürlüğü, eşitliği ve barışına yer yok. Bazıları Marksizm’e atıp tutma serbestisine sahip olabilir ama bu gerçekleri manüplasyonla değiştiremezsiniz.
Geride kalanlar…
Önce hayatının daha baharında toprağa düşen binlerce insanı, onların yok olan geleceğini ve onların ailelerinin yıllarca taşıyacağı ızdırabı anmalıyım sonra delik deşik edilmiş, yanmış doğayı. Ben geride kalanlar dedim de aslında bunların hiç biri gerçekte geride kalmadı. Nasıl söyleyebiliriz ki umut dolu hep birlikte yeni bir yaşam kuramadıktan sonra olanların geride kaldığını?
Marifet savaş kazanıp yeni duvarlar örmek hiç bir zaman olmadı. Ama insanlık kendiyle uzun zamandır bağlantısını kopardığı için kan dökmek daha cazip geliyor oturup beraber çay içmek, sohbet etmek yerine. Bu coğrafyada da maalesef böyle oldu.
Şimdi Dağlık Karabağ’da yaşayanlar hüzünlü şarkılarla yaşadıkları yerlere, hafızalarına veda ediyorlar. Dallarda toplanmamış narlar, hurmalar, hayvanlar ve başka bir çok şey "unutuluyor". Muhtemelen hepsinin ayrı hikâyeleri var. Ayrılanların bir kısmı "onlara kalmasın" diye elleriyle yaptıklarını yakıyor. Burada dert etmemiz gereken şey öncelikle bence neden yakıyorlar değil de neden yakmak zorunda kalıyorlar olmalı…
"Kalanlar"a da Azerbaycan askerlerinin nasıl davrandığı, davranacağı şimdiden görülüyor. Örneğin kiliseleri tahrip ediyorlar. Alışkanlık ne de olsa. Peki tahrip edilenler ya camiler, sizin kutsal bildiğiniz mekanlar olsaydı, ne derdiniz? Elbette böyle sorular işinize, aklınıza gelmez; o kadar çok şey yakıp yıktınız ki. Nitekim sadece Azerbaycan’ın başında lümpen bir hanedan yok!
Varsın naiflik olsun, ben yine de sormakta ısrarlıyım: birbirimizi ne zaman insan suretinde göreceğiz?
(1)http://www.etha17.com/haberdetay/aykan-sever-karabag-savasinin-asil-kazanani-rusya-oldu-131383
(2)http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24867/bunca-genc-niye-oldu
Yazı Görseli: Vahan Stepanyan'ın Facebook sayfasından