Biz Heybeli'de her gece Apollo ile mehtaba çıkardık

Devre dışı kalmışız, farkında bile değiliz. Dışarıdayız, çok uzaklardayız. Kendimize has olumsuz marjinalleriz. Mekandışı, galiba da evrendışı!

Yazı yazmak öncelikle düşünce işi. (Hürmetler Hannah ablam!) Haftada iki Türkçe bir de Fransızca (Sonra Yunancaya çeviriyorlar ve www.tvxs.gr’de yayınlanıyor) yazı yazan biri olarak, 7 gün boyunca siyasal, kültürel, toplumsal gündemi izleyip sonra bunlardan nasıl bir sentez/analiz çıkarılacağını saptamak için küçük notlar çıkarırım. O süreçte, yazı gününe kadar içeriğin haritasını kafamda şekillendirmeye çalışırım. Yüz yüze ya da telefonla, yazıyla birkaç arkadaşla tartıştığım da olur bazen. Yazı aslında çok kolektif hatta kooperatif bir faaliyet. Gazetede, radyoda ya da televizyonda çalışırken daha da somut bir şekilde su yüzüne çıkar bu ortaklaşma. Sonuç olarak şiir, öykü ya da roman yazmıyoruz. Hatıra defterine not da düşmüyoruz. Kendimizle ilgili değil kamuya ilişkin bir üretim bizimkisi. Klavyenin başına geçince, yazı aslında çoktan çıkmış olmalı, kağıda dökmek yani ekrana yansıtmak artık sıradan ve teknik bir faaliyet.

Bu hafta iki yazı (fikir?) ilgimi çekmişti ve deşmek niyetindeydim. Biri "Muhafazakâr Orta Sınıf Nasıl Delirdi?’’ başlığını taşıyordu. Diğeri de "İmamoğlu’nun siyasi geçmişinde bir kazı çalışması’’. 

İktidar yanlısı iki kalemin yazılarıydı. Biri sorumluya değmeden iktidar mahallesinin bozulmasını anlatıyordu. Diğeri, İmamoğlu’nun eskiden beri özellikle kutuplaştırmacılığa karşı kullandığı dil ve yaklaşımı övüyor. İkinci yazının müellifi de uzun zamandır iktidarın neredeyse bütün politikalarını savunmuş, baskıcı uygulamalara kılıf yaratmış biri olduğunu unutmuşa benziyor. 

Türkiye faşizm liginin gizli şampiyonu günlük bir gazetenin, henüz yaz daha yeni başlarken, çoktan hazan mevsimine girmesi ve peş peşe yazarlarının ayrılması da sadece medyatik açıdan değil siyasi açıdan da önemliydi bence.

Bu konuları derleyen ve "Çok alâmetler belirdi…’’ başlıklı bir yazı yazacaktım.

Gazetecilik, özellikle akademisyenlikle kıyaslanınca, kaçınılmaz olarak yüzeysel bir meslek. Zamana karşı yarışıyorsunuz. Bir yerde aktüalitenin esirisiniz. Ayrıca kimi zaman okur taleplerini kaale almak zorundasınız. Akademisyenlik, Michelin yıldızlı lokantada şeflik ise bizimkisi fast food’da sandviççilik.

Pazar sabahı, Fransız filozof Michel Serres’in ölümüyle ilgili haber ve yorumları okurken, "Muhafazakâr Orta Sınıf’’ın da, İmamoğlu’nun da ne kadar hafif, geçici hatta önemsiz konular olduğunu anladım.

Serres, felsefeci ama son dönemlerde özellikle bilim tarihine merak salmış. 1930 doğumlu. Bir kere çok velut bir adam. Onlarca kitap yayınlamış. Türkçeye bir tek "Doğayla Sözleşme’’ çevrilmiş. Yüzlerce makale kaleme almış. Sadece Fransa’da değil ABD’de de prestijli üniversitelerde ders vermiş. Pozitif bilimlerle sosyal bilimler arasında önemli köprüler kurmuş.

Tarihin başlangıcını yazının yaratılmasıyla (MÖ 5000) başlatan anlayışa karşı çıkıyor son kitabında (Darwin, Napoléon ve Samaritain/ Bir Tarih Felsefesi- Le Pommier). Ve başka bir tarihin mümkün olduğu tezini işlerken tarihin aslında Big Ban’le (Yerkürenin doğumu/Oluşumu) başladığını savunuyor. Özet olarak: Tarih, sadece insanlarla sınırlı değildir. Hayvanlar, bitkiler, diğer tüm canlı ve cansız varlıklar da insan yaşamının bir parçası olduğuna göre, meseleye bu geniş açıdan bakmalıyız. Belki de çevreci felsefenin ilk tohumu. Serres’e göre, yazı, evet, insan tarafından yaratıldı ama yazıdan önce de doğanın kendi geçmişiyle ilgili olarak bıraktığı çok sayıda iz ve kayıt mevcut. Onlar da bir anlamda yazı.

Talihsiz bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü Halfeti’de köylülere, Ankara’da diplomatlara alenen işkence yapılıyor. Silahlı Kuvvetler, komşu ülkede şehir işgal ediyor. Ulusal para birimi yerlerde sürünüyor. Akademisyenleri gazetecileri hapse atıyorlar. Daha yazı yazmasını bilmeyen bir adamı Başbakan, Meclis Başkanı şimdi de Belediye Başkanı yapmaya çalışıyorlar.

Michel Serres de kim? Paris Saint Germain takımının yeni golcüsü mü? Bizim "çok möhim meselelerimizle’’ bir alakası var mıdır?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi