“BİZ” Üzerine

Birlikte kazanmak, demokratik siyaseti işlevsel kıldığımız ve onu koruduğumuz oranda mümkün. “BİZ”, birbirimize benzeşmek zorunda olmadan, farklılıklarımızla bir arada durarak var olmayı savunuyoruz. Bu da en büyük zenginliğimiz.

Siyasette iddia, kararlılık ve geleceğe dair inat etmenin ne demek olduğunu Kürt siyasetinin yıllara yayılan mücadelesine bakarak bile anlayabiliriz. Cezaevleri, ölümler, işkenceler, kaçırılmalar, kaybedilmeler ve zorbalığın akla hayale gelmeyecek tüm yöntemleri, denenmiştir.

Siyasetin meclis ayağında da var olma kararlılığını, yok saymalara, inkara rağmen “ben varım” diyerek, bunu başardıktan sonra “BİZ” diyerek toplumun tüm ötekileştirilmiş kesimlerini ayağa kaldıran tutumu, sadece bir mücadeleyi tarif etmiyor, aynı zamanda siyaset aklını ve beceresini de gösteriyor.

Küçümseniyordu Kürt siyaseti. Tepeden bakılıyor, aşağılanıyor, feodal oldukları, şehir kültüründen bihaber oldukları, ezen ulus söylevlerine yediriliyor ve batılı yaşamı işgal etmiş köylüler bakışı atılıyordu.

Ezilenler bu bakışı hep üzerlerinde hissettiler. Bu bakış altında meclisten sürüklenerek çıkarıldılar, kafalarına zorla bastırılarak polis otolarına bindirildiler ve “hadleri bildirildi” manşetleriyle cezaevlerine dolduruldular.

Demokratik siyasetin “derdest” edilmesinin sonuçları ağır oldu elbette.

Ancak Kürt siyaseti inatçıydı ve geçmişe değil, geleceğe bakıyor, yeni yol ve yöntemler yaratıyor, bulduğu her boşluğu hızla dolduruyor, barış kavramını zorbalığa karşı kalkan yaparak, toplumsal muhalefeti her seferinde yeniden ve yeniden ayağa kaldırmanın inatçı tutumunu sergiliyordu.

Herkesin “kaybettiler” diye baktıkları hamlelere, onlar “kazandık” diye bakıyordu.

Kaybetmeye ve kazanmaya yüklenen anlamlar farklıydı çünkü. Kaybetmek, mücadele edenler için aslında kazanmak demekti. Deneyimlemek, tecrübelenmek demekti kaybetmek. Kazanmayı sayılara, matematiğe indirgeyen ve basit bir hesap haline getiren anlayışa karşıydılar. Demokratik kültürün oluşması, ifadelerin esaretten kurtulması, örgütlü gücün “yeni yaşam” paradigmasında somutlanmasıydı esas olan ve birdenbire olmayacaktı elbette. Sayılara sığmayacak kadar büyük bir amaçtı bu.

DEMOKRATİK KÜLTÜRÜN İNŞASI

Demokratik kültürün inşasında çok fedakârlık yapıldı ama en büyük fedakârlık, küçük, büyük demeden her alanda yoldaşlık yapılması ve bunun hukukunun en demokratik biçimde inşa edilebilmesindeydi. Eşit ilişki kurmanın yolu, böbürlenme ve üstenci yaklaşımları ortadan kaldıran demokratik bir tutumu, kültür haline getirebilmekle mümkündü. HDK böyle doğdu. HDP böyle güçlendi ve “Türkiye partisi” olma iddiası, elle tutulur bir kazanıma böyle dönüştü.

Seçimlere bağımsız girerek, seçim barajını etkisiz kılma siyaseti, o barajı yıkarak, işlevsiz hale getirmeyi önüne koymuştu. Risk büyüktü ama risk alınmalıydı. Bunu yapabilmek için yıllar verildi mücadeleye ve o duvar aşıldı. Sistemin Kürtler ve sosyalistler için kurduğu baraj, el birliği ile yıkıldı. Solcular, sosyalistler, aydınlar, sanatçılar, yazarlar, devrimciler, ilericiler, emekçiler, Kürt siyasetinin tüm ülke için önerdiği “radikal demokrasi” fikri etrafında kenetlendiler ve büyük bir enerji birikti. Bu enerjiyi temsil eden başta Demirtaş olmak üzere, tüm kadrolar ve aktörler en doğru biçimde “yeni yaşam” anlayışını pratikleştirdiler. Bunun da bedeli çok ağır oldu.

Müesses nizamda büyük bir delik açılmıştı. Seksenin üzerinde milletvekili çıkarmıştı HDP ve ana muhalefet sıralarında “BİZ” siyasetinin ana dönüştürücü gücüne erişmişti.

Sistemde açılan deliğe hızla yama yapmak istiyordu iktidar ve tüm toplumu bombalarla, kaosla, provokasyonlarla teslim almaya girişti. Paramparça edildi insanlar. Umutlar talan edildi, kazanımlar yağmalandı. Milyonlarca seçmenin iradesi hiçe sayıldı. Kayyumlar, binlerce tutuklamalar, cezaevleri ve açılan davalar, adına “çökertme” denilen savaş konseptiyle hayata geçirildi.

Sistem kaybettirdiğini düşünüyordu. Bir kez daha yanılacaktı.

Kaybetmeyi, kazanım hanesine yazan bir siyasetle baş etmek hiç de kolay değildi. Kaybettirdiğini düşünene kaybettirme sırası HDP’ye geçmişti. İktidara kaybettirmek, toplumsal muhalefete kazandırmak stratejisi iktidarın elindeki büyük şehirleri düşürmüş ve “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” diyen Erdoğan, İstanbul’suz bırakılmıştı.

Kararlılık, mücadele, yoldaşlık, dostluk gibi kavramları, seçim matematiğine sıkıştıran ve kazanmayı sadece sayılara indirgeyen bir yaklaşımı doğru bulmuyorum.

Kürt siyasetinin yıllar yılı çeşitli hamlelerle kurduğu siyaset düzlemini ve temel anlayışını göz önünden çeken, yerine linç ve haset koyarak siyaseti kişiselleştiren, biriktirdiği iç hesabını kışkırtarak “taraftar” arayan ve algılara kötülük tohumu ekerek düşmanlaştırmaya gönüllü toplayanlara karşı uyanık olmak elzem.

Dost ve düşmanı birbirinden ayırt edemeyecek hale getirmek için, hızla suyu bulandırma işine girişenlerin hiç de azımsanmayacak bir karşılık bulduğunu görmek ise üzücü.

‘BİRLİKTE KAZANMAK’ ÖNEMLİ

Türkiye İşçi Partisi üzerinde estirilen fırtınaya ve “ortak liste” tartışması ile köpürtülen dile, cümlelere baktığımızda, asıl kaybettiğimiz şeyin ortak tartışma kültürümüz olduğunu görebiliriz. Farklılıklarımızla bir arada durma irademizin pamuk ipliğine dönüştüğünü, tahammülsüzlüklerin tarafı olduğumuz siyasetin cüssesine sığındığını ve çok hızlı dolduruşa gelebildiğini görebiliriz. Bunlar tehlikeli işaretler hepimiz için.

İttifak siyaseti dünkü çocuk değil elbette. Defalarca denenmiş, küçük, büyük ölçeklerde hayata geçirilmiş birikimlerden oluşuyor.

Farklı siyasetlerin ve iradelerin varlığına karşı kurulmaz ittifaklar. Bir irade ortaya konuluyorsa, siyaset iddiası taşıyorsa ve mücadele beyanını ilkesel bir zemine oturtuyorsa, bir araya gelinir ve bunu geleceğe taşıyacak ortak bir yol inşa edilir. Anlaştığınız yerlerde birbirinizi büyütür, anlaşamadığınız yerlerde ortak zemini korumayı güvence altına alırsınız. Tam olarak yapılan da bu oldu.

Her partinin kendisine ve geleceğe dair hedefleri olur. Bu onun varlık nedenidir aynı zamanda. Bunları eleştirebilir, doğru bulmayabiliriz ama beklentilerimize uymadığı için onları suçlayamayız.

Sözlerden, cümlelerden kırptıklarımızı bir linçe dönüştürmek ile onu analiz etmek arasında devasa bir fark var. Bu farkı ortadan kaldırdığımız anda, kendimizin de içini boşaltmış oluruz.

Birlikte kazanmak, demokratik siyaseti işlevsel kıldığımız ve onu koruduğumuz oranda mümkün. “BİZ”, birbirimize benzeşmek zorunda olmadan, farklılıklarımızla bir arada durarak var olmayı savunuyoruz. Bu da en büyük zenginliğimiz.

Ez cümle;

Anti demokratik düşünme tarzını yeniden hâkim kılıp tek tipleştirmeyi, çürümeyi, nobranlığı, görgüsüzlüğü meşru gören ve ahlaksızlığı tek amaç olarak belirlemiş bir suç makinası var karşımızda. İdeolojik, psikolojik ve fiziki saldırısı ise yıllardır sürüyor ve sonuç almak için her birimizi hedefliyor.

Derdim kimin haklı, kimin haksız olduğu değil açıkçası.

Ne mağduriyetlere sıkışmayı, ne “süreç” denen bilinmezliğe teslim olmayı, ne de keskin kabullenişlere itaat etmeyi doğru buluyorum.

Tartışmalara da bu mesafeden bakmayı tercih ediyorum.

“Birlikte kazanmak” benim için tam olarak bu.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi