ayşe düzkan
Bizim büyük çaresizliğimiz
geçen gün saat üç sularında bir kargo şirketine yolum düştü. paketimin alınmasını beklerken çok genç bir çocuk, müdüre yemek kartlarının ne zaman dolacağını sordu; belli ki işe yeni girmişti. bilirsiniz, çalışanları için yemek çıkartmayan bazı işletmeler kredi kartı gibi bir yemek kartı veriyor, ona her ay belli bir para yükleniyor, çalışan da genellikle ayın ortasında tükenen o parayla öğlen yemeği yiyor. müdür, "ay sonunda, maaşla birlikte," dedi ve pişkin pişkin ekledi, "sen çık yemeğe, paran var mı?" bu tabii büyük haksızlık, o kartın aybaşında dolması gerek. çocuk suratını astı ama belki de uzun zaman sonra nihayet bir iş bulmanın, git gide yayılan işsizliğin, yoksulluğun çaresizliğiyle sesini çıkartmadı.
o çaresizlik hepimizin. bir bankanın müdüründen, bir fabrikada tuvaletleri temizleyen taşeron işçiye kadar bütün emekçilerin eli kolu işini kaybetme korkusuyla bağlı. eskiden bakkala veresiye yapılırdı, şimdi bankalara kredi kartı borcu yapılıyor ve çağrı merkezindeki, "görüşmelerimiz hizmet kalitesi için kayıt altına alınıyor…" diyen sesin anlattıkları köşedeki bakkaldan daha acımasız ve baş edilmez.
doğru düzgün dinlenemeyecek kadar çok çalışmanın, borçsuz yaşayamayacak kadar az kazanmanın ve tek şükür sebebinin işsizler, kirasını ödeyemeyenler olmasının çaresizliği içindeyiz.
patronlar, içinde bulunduğumuz kriz koşullarını bu halimizi kullanarak atlatmak istiyor. içlerinde gezi’ye destek verenlerin, "hayır" kampanyalarına aynı ilgiyi göstermemesi boşuna değil.
disk başkanlar kurulu, referandumla ilgili yaptığı açıklamada, dünyada ücretler açısından en altlarda, çalışma saatleri açısından en tepede olmaya, 15 yılda 17 bin iş cinayetine, kıdem tazminatının, iş mahkemelerine başvuru hakkının kaldırılmasına, kiralık işçilik adı altında köle ticaretine, grev yasaklarına, sendikalaşmanın önündeki engellere yani çaresizliğimizin ağırlaşmasına ve kalıcılaşmasına "hayır" deme çağrısı yaptı. tıpkı türkiye’nin her yerinde, şiddeti, hapsedilmeyi göze alarak "hayır" kampanyası yürütenler gibi.
ama şunu hatırlamakta fayda var. bu çaresizliğe mahkûm edilenlerin önemli bir kısmı akp seçmeni ve bu durumu onlar olmadan değiştirmenin yolu yok. o yüzden, "biz" ve "onlar"ı başka türlü tanımlamanın zamanı geldi de geçiyor bile.
biz; çaresiz bırakılmaya çalışanlar, çaresini doğru ya da yanlış yerlerde arayanlar.
onlar; çaresizliğimizden çıkarı olanlar, bazılarımızı kandırmaya çalışanlar.
biz; tek çaresi bir araya gelmek, karşı koymak ve "hayır" demek olanlar.
onlar; çaresizliğimizi fırsata çevirenler, fırsata çevirebildikleri krizleri baş tacı edenler.
onlar, çaresiz bıraktıklarına, "abd bizi engellemeye çalıştığı için oluyor bunlar," palavraları sıkıyor. "güçlenmemizi herkesler kıskanıyor," diyor. çaresizliği ya imanla ya milliyetçilikle unutturmaya çalışıyor.
o yüzden, şu "mesaj’a meşaj diyorlar"ları falan bir kenara bırakalım ki yarın öbür gün, "elitizme, burnu büyüklüğe siyaset hatta devrimcilik demişiz!" diye başımızı taşlara vurmayalım. halimizin sebebini, derdimizi, çaremizi, onlar sandığımız bizlere anlatalım.
hikâyenin tamamı bu değil tabii. diğer yüzlerini başka yazılarda konuşmak, tartışmak üzere, şimdilik merhaba!