Eser Karakaş
Bodrum’da imara açılan bir koy, 31 Mart seçimleri ve vicdanlar
Bugün aslında baz etkisiyle azalan enflasyona rağmen artan tarım fiyatlarını yazacaktım ama bu konuyu şimdilik erteliyorum ve çok önemli bulduğum başka bir konuyu gündeminize taşıyorum.
Konu, Turizm Bakanı'nın, kendisi de önemli bir turizmci, kendi oteli için Bodrum’un harika, SİT alanı nitelindeki bir koyunu, Kissebükü diyorlar galiba Bodrumlular, imara açıyor olması.
Bu konuya ilişkin yine aslında iki çekincem var.
Birincisi, konu ilk bakışta, olamayacak, inanılamayacak kadar büyük bir siyasi skandala tekabül ediyor, bu nedenden de, Bakanın bizzat kendisinden ya da ilgili bakanlıklardan, muhtemelen Turizm Bakanlığı ve Şehircilik Bakanlığı, bir açıklama gelene kadar meseleye biraz mesafeli durmak gerekebilir.
Ancak, konu iki gündür gazetelerde, sosyal medyada ama ilgili sorumlu kişi ve kurumlardan haberi yalanlayan bir açıklama henüz ve halâ gelmedi, bu da durumun belki de vahametinin bir kanıtı.
İkinci çekincem ise 31 Mart yerel seçimleri ile ilgili, Cumhurbaşkanı da bu konulara çok duyarlı bir isim değil ama konunun içinde bir bakanın olması ve durumun kamu vicdanını ciddi bir biçimde rencide edebilme ihtimali nedeniyle muhtemelen yine en yukarıdan bu girişim şimdilik askıya alınabilir.
Ancak, bu muhtemel gördüğüm askıya alma durumu geçicidir, seçimler sonrası işler normal (!) yolunda ilerler ve o canım bükü de imara, inşaata böyle bir otelle başlanmış olur.
Bu iki çekincemi saklı tutarak yazıma devam ediyorum.
Bükün ismi Kissebükü ya da Kisse koyu; Kisse kilise kelimesinin halk ağzında bozulmuş şekliymiş.
Ege’de de, nereye gitseniz karşınıza artık olmayan bir yaşam tarzının, mimarinin, kültürel yapıların bir kalıntısı çıkıyor.
Mimarları, Cumhuriyet yönetimi ve dönemin Yunanistan Hükümeti olduğu için 1923 mübadelesini bizim kültürel mahalle pek eleştirmiyor ama meselelere mahalle maçı gibi bakmamakta, bu büyük insani dramı hatırlatmakta büyük fayda var.
Siyasi görüşlerine hiç katılmazdım ama CHP eski milletvekili, umarım sağlığı ve keyfi yerindedir, Kemal Anadol’un bu konuda harika bir kitabı var (Büyük Ayrılık), bir hatırlatmak istedim.
Yazımın başlığına da imara açılan koyu ve vicdan meselesini aldım ama unutmayalım, bu konularda, özellikle arazi konularında ortalama vatandaş hassasiyeti, bu alandaki adaletsizliklere, haksızlıklara karşı vicdan temelli çıkışlar çok güçlü değildir, bunu da hatırlatmak isterim yani yine muhtemelen böyle bir koyu imara açma girişiminin kamuoyu vicdanında karşılığı olmayabilir bizim ülkemizde.
Bu vicdan karşılıksızlığının nedenleri, sosyolojik, tarihsel, ekonomik temelleri üzerine doktora tezleri bile yapılabilir.
Bu konulara bu yazımda girmek istemem, üstelik bu alan benim müktesebatımı da aşabilir ama göçmen bir kültürün çocukları olmamızın, yani toprağı kalıcı olarak sahiplenmeme geleneğinin, Osmanlı tarihinin en büyük ekonomik üretim aracının haraç olduğu gerçeğinin, ganimetin çok önemli olmasının muhtemelen payları azımsanmaz bu süreçte.
Başvuru süresi uzatılan imar barışının ekranlardaki tanıtım reklamlarına bakın, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız, bir sanatçı galiba, bir reklam yapıyor, yaşlı bir amca bahçesine kaçak yaptırdığı bir müştemilata yeni evlenen oğlunu ve gelinini yerleştirip, yerleştiremeyeceğini soruyor, yanıt ise tahmin edebileceğiniz gibi olumlu, bu kaçak bina (!) imar barışına girecekmiş.
Konu yaşlı amca için çok hoş da, bu işe girişmemiş daha dürüst vatandaşların hakları ne olacak, bu belli değil ama bu dürüst vatandaşlar da bu reklama ve içeriğine, uygulamalara siyaseten karşı çıkmıyorlar, tepki vermiyorlar, muhtemelen kafalarında gelecek sefere de kendilerinin aynı şekilde davranacağı fikri var.
Bu vatandaşların sinirlenmelerinin temel nedeni muhtemelen "neden biz de şimdi yapmadık" pişmanlığı.
Sürece "imar affı" değil de "imar barışı" denmiş olması da çok ilginç.
Af kelimesi bir dönem önceki bir yasağın ihlalini, bir suçu çağrıştırıyor, siyasi otorite meseleye böyle bakılmasını istemiyor.
Barış kelimesi ise iki ucunda iki eşit tarafın olduğu bir süreci çağrıştırıyor sanki; bir tarafta kentlerin, kıyıların canına okuyan bir kesim, öbür tarafta da devlet, ne hoş değil mi?
Basınımız bakalım bu Kisse (Kilise) koyu meselesine ciddi bir fikri takip ile yaklaşacak mı?
Yoksa, bu önemli haber de günlük bir haber olarak geçiştirilecek, işler de orada yürüyecek mi?
Ben yazımı yine, biraz da naif bir ifade ile, vicdan kavramına değinerek bitireyim.
Böyle bir girişimin yaşandığı normal bir ülkede, işin içinde üstelik bir Bakan da varsa, bu hukuksuzluğun, bu adaletsizliğin mutlaka siyasi, vicdani sonuçları da olur, konu mutlaka sandıklarda karşılığını bulur.
Ancak, bizde pek öyle olmuyor, bunun nedenlerini de, aynı ortalama vatandaşın arazi meselelerine duyarsızlığı gibi, belki ikisi de aynı şey, iyi analiz etmek gerekebilir.
Başkaları yapmasa bile Artı Gerçek bu konunun mutlaka takipçisi olmalı; temennim haberin kaynağının yanlış, böyle bir durumun hiç akla bile gelmemiş olması ama çok da emin değilim doğrusu.