Doğan Özgüden
Bu 784 Bin Km2'lik zındana güneş doğacak mı?
Hapishanelere güneş doğmuyor
Geçiyor bu ömrüm de günüm dolmuyor
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor
Yok mu hapishane beni arayan
Bu zindanda ölecem ben gardiyan
Belçika'nın haber sitelerinden biri dün bu yazının sunuşunda yer alan korkunç fotoğrafı yayınladığında Neşet Ertaş'ın o acı dolu türküsü kulaklarımda uğuldamaya başladı.
Birden 46 yıl önce, sürgünümüzün üçüncü yılında, İsveç'te heykeltraş dostumuz İlhan Koman'ın konut edindiği teknede Selda'nın çığlık çığlığa söylediği bu türküyü kasetten dinlerken gözlerimizin nasıl dolduğunu, boğazımıza nasıl bir şeyler tıkandığını anımsadım.
12 Mart darbesini izleyen yıllardı…
O güzelim ülkemizin yazgısıdır… 1925 Takriri Sükunu'ndan bugünün OHAL'ine kadar tam 93 yıldır, kısa süren konjonktürel aflar dışında Türkiye hep iktidarı elde tutan asker, sivil ya da asker-sivil karması iktidarların hapishanesi olageldi.
Benim kuşağım daha Atatürk hayattayken alçakça komplolara kurban edilen büyük ozanımız Nazım Hikmet'e, çok partili döneme geçildikten sonra da tüm solculara nasıl zından azabı çektirildiğinin canlı tanığıdır.
"Hürriyet, demokrasi!" nutuklarıyla iktidara gelen DP'nin, Atatürkçü 27 Mayıs cuntasının, iktidarda AP'yle birlikte ikinci baharını yaşayan İnönü'nün, ardından ABD desteğiyle siyaset sahnesine sürülen Demirel'in, 1971 ve 1980 darbelerini yapan paşaların solu ve Kürt direnişini siyaset sahnesinden silmek için hapishaneleri ne denli kullandıklarını da hiç unutmadık.
Ve de devlet terörünün son raddesi… Kent kent, kasaba kasaba kurulmuş hapishaneler de artık yetmiyor, Tayyip'in Türk-İslam despotizmi altında Türkiye 784 Bin Kilometrekarelik bir hapishaneye dönüşmüş durumda. Bu hapishaneye güney sınırlarında Kürt direnişini önleme bahanesiyle 764 kilometrelik beton duvar çekme gözü dönmüşlüğü ise bizzat Recep Tayyip Erdoğan'a ait...
Kürt illerinde yıllardır uyguladığı insanlık dışı baskılar, seçilmiş Kürtleri zındana attırarak yerlerine kapıkulu kayyumlar ataması yetmiyor, güney sınırını utanç duvarıyla kilitledikten sonra Afrin'e, ardından Menbiç'e saldırıyor, gece gündüz Kandil'e bayrak dikmeyi sayıklıyor.
Üç gün sonra yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları bu hapishanenin ve onun kuş uçurtmaz kervan geçirtmez duvarlarının da kaderini belirleyecek.
Evet, 24 Haziran akşamı sakalımız düşecek önümüze, o güzelim ülkemizin ve de o ülkenin Alevi'si, Asuri'si, Ermeni'si, Kürd'ü, Türk'ü ve Yahudi'siyle tüm güzel insanlarının yakın yazgısını en azından rakamlar temelinde tanıyacağız.
25 Haziran şafağında bu dev hapishaneye güneş doğacak mı?
Fransız basın ajansı AFP'nin dün seçim sonuçlarına ilişkin olarak yayınladığı beş senaryo, eksik verilere dayansa da, önemli ipuçları veriyor. Senaryoların en kötüsünden başlarsak, özetle:
1. Erdoğan birinci turda seçilir, AKP'nin başını çektiği Cumhur İttifakı Meclis'te çoğunluğu sağlar… Erdoğan'ın seçimleri 24 Haziran'a çekerken kafasında olan bu senaryonun, ekonomik durumun günden güne kötüye gitmekte olması, buna karşılık muhalefet partilerinin seçim kampanyası süresince başarılı bir performans göstermesi nedeniyle gerçekleşeceğine pek ihtimal verilmiyor.
2. Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda kimse yüzde 50'yi bulup seçilemezse, ikinci turun sonucunu 24 Haziran'daki parlamento seçiminin sonucu büyük ölçüde etkiler… Eğer Cumhur İttifakı Meclis'te çoğunluğu sağlamış olursa ikinci turda Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanı seçilme olasılığı ağır basar. Ama Meclis çoğunluğunu muhalefet partileri elde etmiş olursa, en yüksek oy almış olan muhalefet adayının ikinci turda Erdoğan'ı yerinden etmesi hiç de şaşırtıcı olmaz.
3. AFP'nin "Pyrrhus Zaferi" olarak nitelediği üçüncü senaryoya göre, ikinci turda cumhurbaşkanı seçilse bile muhalefet partilerinin parlamentoda çoğunluğu kazanmış olması nedeniyle Erdoğan, yasama organına her istediğini yaptıramayacağı için, tıpkı 2015 Haziran seçimleri sonrasında olduğu gibi Türkiye'yi yeni bir seçime sürükleyebilir.
4. Üçüncü senaryonun tersine, Cumhur İttifakı'nın Meclis çoğunluğunu elde etmesine karşılık ikinci turda bir muhalefet adayının, örneğin CHP'li İnce'nin cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda Türkiye çok uzun sürecek bir siyasal, hatta ekonomik krize sürüklenebilir, yine bir erken seçim kaçınılmazlaşabilir.
5. Beşinci senaryo, parlamento seçiminde Cumhur İttifakı'nın çoğunluğu yitirmesi, Erdoğan'ın da ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçiminde yenik düşmesidir ki, bu sayede Türkiye'de 16 yıldır hüküm süren islamcı despotizme de halk oyuyla son verilmiş olacak.
Bittabi, bu beş senaryodan sonuncusu Türkiye hapishanesine bir an önce güneş doğmasını sağleyebilecek tek senaryodur.
Ancak bu beşinci senaryonun gerçekleşmesinin olmazsa olmaz koşulu, şimdiye dek hep tekrarladığımız gibi, demokrasi güçlerinin gerçek temsilcisi HDP'nin de yüzde 10 barajını aşarak Meclis'e hakettiği sayıda milletvekiliyle girebilmesi…
Eğer bu ihtimal gerçekleşmezse, HDP'nin hakkı olan milletvekilliklerinin büyük kısmı AKP adaylarına peşkeş çekilirse, bunun vebali kime ait olacak?
Tabii ki bir numaralı sorumlu, yıllardır HDP'li Kürt siyaset adamlarını zındanlara attıran, HDP'nin lideri ve cumhurbaşkanlığı adayı Selahattin Demirtaş'ı demir parmaklıklar arkasında tutarak seçim kampanyasını kitlesel mitinglerle yürütmesini engelleyen Tayyip iktidarı…
Ya CHP'nin bu süreçteki tarihsel sorumluluğu?
Demirtaş da dahil HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarınin kaldırılmasına destek veren bizzat CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve onun emrindeki milletvekilleri değil mi?
O denli bir başka vahim ihanet daha… AKP'nin baskıları ve komploları nedeniyle yüzde 10'luk barajı aşması tehlikeye düşürülen HDP'yi sırf Türk-İslam'cı ortakları İP ve SP karşı çıktığı için demokrasi ittifakından dışlayıp haklklarımıza "Millet İttifakı"nı dayatan yine Kılıçdaroğlu ve bendeleri değil mi?
Kılıçdaroğlu'nun parti içi rakibi Muharrem İnce cumhurbaşkanı adayı olarak ne denli demokratik vaadlerde bulunursa bulunsun, HDP'nin yüzde 10 barajı aşamaması, AKP'nin Kürt oylarını da gaspederek MHP ile birlikte Meclis çoğunluğunu yeniden ele geçirmesine, cumhurbaşkanı seçilse bile İnce'nin tüm girişimlerinin engellemesine yarayacaktır.
Kaldı ki eğrisi doğrusuna denk gelir de cumhurbaşkanı seçilirse, İnce olağanüstü başkanlık yetkilerini kullanarak ve de parlamento dışı kalsa bile HDP'nin de fiili katkısıyla gerçekten demokratik bir halk iktidarının yolunu açmaya mı çalışacak, yoksa CHP'nin yanısıra "Millet İttifakı"'nda yer alan Türk-İslam'cı Akşener ve Mollaoğlu partilerinin dayatmalarına ve emrivakilerine boyun mu eğecektir?
Geçtim bu son ikisinden, son yaptığı konuşmada Muharrem İnce cumhurbaşkanı olduğu takdirde sadece bu partilerden değil, AKP'den de bakan tayin edeceğini açıklayarak demokratikleşme vaadlerine şimdiden gölge düşürmüş bulunuyor.
Evet seçime nerdeyse saatler kaldı…
Tüm karmaşa içinde Edirne hapishanesinden yükselen, medyanın nerdeyse tümünde sözü dahi edilmeyen, ama TRT ekranlarında, sosyal medyada, HDP'nin seçim mitinglerinde yankılanan cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın o yürekli haykırışını unutmayalım:
"Peki, kimiz biz? Kürt’üz-Türk’üz, kadınız-erkeğiz, Aleviyiz-Sünniyiz, ama önce insanız. Birbirimize yoktur üstünlüğümüz. Sadece zulme karşıdır öfkemiz. Serez’in esnaf çarşısında Şeyh Bedrettin’dir adımız. Pir Sultan’dır bir yanımız. İşkence tezgahlarında Hallac-ı Mansur olduk. İbrahim’dik. Mazlum’duk biz. Darağacına yürürken başımız dikti. Deniz’dik. Hüseyin’dik. Yusuf’tuk. Sait’ti adımız, Dağkapı meydanında. Bolu Beyi’ne boyun eğseydik, Köroğlu’na çıkmazdı adımız. Mahir olmazdık, cesaret timsali. Kuyuda Yusuf’tuk, Kerbela’da Hüseyin. Sürgünde Ahmet Kaya, zındanda Yılmaz Güney’di namımız."
Özellikle bu haykırışı duyduktan sonra, geçen yazımdaki çağrıyı tekrarlamayı görev biliyorum:
"Oy kullanma hakkım olmasa da 70 yıla yakın süredir siyaset sahnesinde yaşanmış olanları, özellikle de CHP'nin tüm bu süreçte oynadığı ikili oyunları göz önünde tutarak demokrasiden, özgürlüklerden, insan onurundan yana olanların Türkiye halklarının umut partisi HDP'ye oy vermesini diliyorum.
"Cumhurbaşkanı seçimine gelince… Birinci turda oy verilmesi gereken tek aday, demokrasi mücadelesinde bugüne dek hiç taviz vermemiş, CHP'nin de ortak olduğu bir komployla dokunulmazlığı kaldırılarak hapsedilmiş, özgürce konuşma, kampanya yürütme, kitlelerle buluşma olanağından yoksun bırakılmış olan Selahattin Demirtaş'tır."
Bu aynızamanda on yıllardır onurlu bir kavgayı paylaştığım 68'lilerin de çağrısıdır.
24 Haziran'da oylar HDP'ye ve Demirtaş'a verilsin ki, 25 Haziran şafak vakti 784 bin kilometrekarelik zındana güneş doğsun!