ayşe düzkan
bu bir seçim yazısı
fransız prodüktör alain brigand’ın 11.09.01 11 eylül adlı filmini izlemiş olanlarınız vardır. film, on bir yönetmenin, 11 dakika, dokuz saniye tek kare süren kısa filmlerinin bir araya gelmesinden oluşuyor; ortak tema tahmin edebileceğiniz gibi 11 eylül. bu on bir yönetmenden biri ken loach ve kısa filminin teması şili’nin 11 eylül’ü yani 1970 yılındaki seçimle iş başına gelmiş olan senato başkanı, sosyalist parti üyesi salvador allende’yi devirmek üzere, abd’nin plan ve desteğiyle augusto pinochet tarafından 11 eylül 1973’te gerçekleyen darbe.
bundan üç yıl sonra, arjantin’de gerçekleşen askeri darbe, abd tarafından örgütlenmedi ancak desteklendi. yine üç yıl sonra, 1979’da, salvador’da iktidardaki humberto romero’yu deviren ve bir iç savaşa yol açan askeri darbe abd’nin desteğini aldı. nikaragua’da, sandinista hükümetine karşı savaşan sağcı kontralar abd’nin desteğiyle hareket ediyordu.
bunlar ilk ağızda akla gelenler. abd’nin müdahalelerini arka bahçesi saydığı latin amerika ile de sınırlı değil. afganistan’da sovyet işgaline karşı yıllarca cihatçılara destek vermişti, 2001’de, 11 eylül saldırısını bahane ederek abd ve birleşik krallık burayı işgal etti. ırak işgali ise 2003’te gerçekleşti.
bütün bu askeri darbeler ve işgaller boyunca işlenen insanlık suçları, cinayetler, insan hakları ihlallerinden, en azından bu mecrayı izleyenlerin ve böyle mecralarda yazanların haberi vardır, anlatıp, hatırlatıp boş yere zamanınızı almayayım. avrupa birliği ülkelerinin insan hakları karnesini de mesela irlandalılara sorabiliriz; dikkat ederseniz yakın tarihten bahsediyorum hep.
bugün köh’ün abd ile yaptığı stratejik işbirliği nato ile ilgili bu gerçekleri unutturacak değil. o işbirliğinin, bölge devletlerinin kürtlere yönelik tutumuyla ilintisini görmeyecek de değiliz.
demokrasinin hedeflenebilecek tek ve temel program olduğuna inananlardan değilim. ama demokrasinin siyasal alanın ve devletin düzenlenmesiyle sınırlı bir mesele olduğunu da düşünmüyorum. ümit akçay’ın o çok isabetli ifadesiyle; otoriter emek rejimi yıkılmadan demokratikleşme olmaz. konu bununla da sınırlı değil, işin cinsiyeti, çevresi var.
diğer yandan, türkiye’nin yakın tarihi de bize demokrasinin ancak demokrasiyi savunanlar, demokratik hareketler tarafından sağlanabileceğini gösterdi. akp malum referandumda, önümüze, geçmiş rejimle hesaplaşır gibi görünen ama aslında kendisinin siyasi programı uyarınca ilerlemesini engelleyebilecek kurumları tasfiye eden bir öneri koydu. o kurumlar ve o geçmiş demokratik miydi? tabii ki hayır. ama bunların demokratik olmadığı tespiti, bir siyasal hat çizmek için yeterli değil/di. siyasi tahlil önümüze konan önerinin o siyasal hatla bağını kurmak/tı ve buna göre bir hat oluşturmak/tı. çünkü siyasal tahlil söylem analizinden başka verileri de hesaba katarak yapılabilir/miş, gördük.
türkiye’de grevlerden kürt hareketine, kadın hareketinden çevre hareketine kadar her demokratik eylemlilik içinde inançlı ve dindar insanlar var. ama her tonuyla siyasal islamcılık, inançlı olmaktan da, dindarlıktan da başka bir şey, bir siyasi hedef. hatta bugün, bu ikisinin birbirinden koptuğu bir momentten geçtiğimizi söylemek yanlış olmaz. flormar’da grev yapan kadınlar arasında vakit namazlarını ihmal etmeyenler olabilir, 8 mart’ta, istiklâl caddesi’ni dolduran kadınlar arasında orucunu aksatmayanlar bulunabilir ama bu insanlarla gösterişli namazların, gösterişli iftar sofralarının bir ilgisi yok; çoğunun "bakara makara" gibi bir şaka yapıp günaha girmekten çekineceğine de inanıyorum. islam’ın doğal ve kaçınılmaz sonucunun ışid olduğunu iddia etmek de gerçekçi değil, evveli, eskisi, istikbali, yol arkadaşları ve ortaklarıyla bir politik hattı itikada indirgemek de.
diğer yandan, muhafazakârın özgürlükçü eşitlikçi bir değişime önayak olduğu görülmemiş, hâlâ rahmet okunan margaret thatcher muhafazakâr parti’den mesela. akp’nin benzediği iddia edilen hristiyan demokratlar’ın demokratlığını göçmenlere sorun!
kemalizm türkiye’de en çok konuşulan, övülen ve eleştirilen politik akımlardan biri. ama kemalizmin, onu eleştirenler de dahil olmak üzere birçok siyasal akım üstünde bıraktığı bir etki var; dönüşümün, tek bir hareketle, tepeden gelen bir hamleyle sağlanabileceği, meselenin o "tepe"yi belirlemek olduğu fikri bu. oysa demokratik hiçbir dönüşüm böyle gerçekleşmiyor. tıpkı kemalizm gibi bir modernleşme tecrübesi olan kürt özgürlük hareketi’nin pratiği bunun en iyi örneklerinden biri. misal, kadınların siyasi temsili konusunda, aşağıdan yükselen bir hareket olmasa, tüzük değişikliklerinin falan yeterli olacağına inanıyor musunuz?
tekrar edeyim; demokrasi, demokrasiye inananların merkezinde olduğu bir hareketle mümkün, bu hareket de, temsiliyeti tartışmalı, kulak verenlerin olup olmadığı belirsiz yapıların bir araya gelmesiyle değil, demokratik talepleri bir araya getirmekle ete kemiğe kavuşabilir. çünkü demokrasi için yola çıkan bir hareket aynı zamanda halkçı da olmalı, halka kulak vermeli. türkiye'de de bir demokrasi hareketi olacaksa bu çeşitli hareketlerin değil, halkın taleplerinin bir araya gelmesiyle olabilir. illa pratik öneri isterseniz, halkın taleplerini ifade edebileceği kürsüler kurarak mesela.
evet bu bir seçim yazısı.
çıkan gaz seçimlerin yaklaşmakta olduğunu düşündürse de, daha zamanımız var bence. ama seçim hazırlığı birkaç ayın işi değil, geniş bir siyasal faaliyetin parçası olmalı. seçimden beklentimiz, kırık dökük de olsa demokrasiyse önce bir demokratik hareket kurmalı. son dakikada, "benim elim o mührü basmaya varmaz" dememek, bağrımıza taş basmadan oy verebilmek için, imza metinlerini, olmayacak dualara amin demeyi ve eski alışkanlıklarımızı bir kenara bıraksak fena mı olur.