Koray Düzgören

Koray Düzgören

Rehin alan, adam kaçıran devlet

İşte aynı zamanda Alman vatandaşı olan Gazeteci Deniz Yücel. Resmen rehin. Çünkü cumhurbaşkanı bunu ilan etti. “Ben cumhurbaşkanı olduğum sürece onu bırakmayacağım” dedi. Ötesi var mı?

Serbest ve demokratik esaslara göre yapılan seçimlerle iktidarların belirlendiği bir ülkeydik hiç olmazsa, ama son birkaç seçimde, özellikle de 16 Nisan referandumu ile bu da ortadan kalktı.

Şekilsel demokrasiydik. Sözde demokrasi olduk.

Peki ya devlet yapısı?

Sadece son günlerdeki bazı olaylara şöyle bir gözatmak, Türkiye’nin nasıl bir devlete dönüştüğünü göstermeye yetecektir.

Baştan başlayalım.

Devletimizin cumhurbaşkanı, ABD’de karapara ve rüşvet iddiaları ile tutuklanan bir sanığı açıkça savunuyor. Bu sanığın kendisine, ailesine ve bakanlarına kadar uzanan 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarıyla yakından ilgili olduğunu artık dünya alem biliyor.

Davanın savcısı, dosyada sanığın Türkiye’deki faaliyetleri ile ilgili birçok belge bulunduğunu söylüyor.

Yani olay doğrudan doğruya zamanın başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanı ile çok yakından ilgili.

Buna rağmen cumhurbaşkanı, yargılaması süren bu sanığı suçsuz ilan ediyor. Yargılama Türkiye’de olsa kolaydı, verirsin talimatı, ‘suçsuzdur’ dersin olur biterdi. Aynı yöntemin Amerika’da da geçerli olacağını düşünüyor. Karşısına gelen her ABD’li yetkiliye, "Bu çocuk suçsuz. Ben dosyasına baktırdım. Salıverin onu" diyebiliyor.

Bu konuyu, ülkenin onca önemli dış meselelerinden daha fazla önemsiyor.

Sağda solda söylenen laflara hiç tınmıyor. Devam ediyor.

ABD’de tutuklu sanığın iki yeni avukatını Saray’ında kabul ediyor. Bunu, yerle bir ettiği, kapısında köleleştirdiği medya yazamadığı için bizler ABD medyasından öğreniyoruz.

Sonra cumhurbaşkanı, bu ayın başında ABD’nin yeni başkanı ile el sıkışmaya gidiyor. Onunla vereceği fotoğrafın gayrımeşru referandumu meşrulaştıracağını biliyor. Kendisi açısından hayati önemdeki bu gezinin üç önemli gündem maddesinden biri, yine bu sanık.

Gerçi bunları konuşmaya imkan bulamıyor. Çünkü görüşme 10 dakika ile sınırlı. ( Hemen itiraz edilmesin. Görüşme 20 dakika ama bunun yarısı çevirilere gidiyor)

Bu yetmeyince ülkenin bakanlarını bu iş için seferber ediyor. Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı aldıkları talimatlar gereğince ABD’li yetkililerle bu sanığın bırakılması için pazarlık zeminlerini yoklamakla görevlendiriliyor.

Son olarak yine ABD medyasından cumhurbaşkanının ABD gezisi sırasında bu sanığın avukatıyla büyükelçilikte bir görüşme yaptığını öğreniyoruz. Ardından bu hafta yapılan duruşma esnasında cumhurbaşkanı ile görüşen avukatla sanık arasında bizim mahiyetini anlayamadığımız bir konuşma geçtiği haberini okuyoruz. Demek ki diyoruz, cumhurbaşkanı sanığa bir mesaj iletti. Bir cumhurbaşkanı bir sanığa ne gibi bir mesaj iletebilir?

Bu devletin cumhurbaşkanı, o sanığın suç ortağı mıdır ki ona mesaj iletsin.

Biz böyle bir şeyi tabii ki yakıştıramayız. Ne de olsa bu ülkede sözde de olsa bir devlet var.

Baskın Oran son yazısında özellikle ülke dışında cereyan eden ve bir devletin diplomatlarına, temsilcilerine yakışmayan başka olayları da dile getirmiş.

Bir devlete yakışmayan, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan örnekler çok...

 

Devlet bir insanı rehin alır mı?

Bir devlet, kendi vatandaşı olsun ya da yabancı olsun bir insanı rehin alır mı?

Devlet rehin almaz. Eğer bir insan, yasaları ihlal ettiği kesin kanıtlarıyla ortaya çıkmışsa usulüne göre soruşturulur. Yasaların açıkça belirlediği kurallara göre de gerekirse tutuklanır.

Ama Türkiye devleti artık insanları rehin almaya başladı.

İşte aynı zamanda Alman vatandaşı olan Gazeteci Deniz Yücel. Resmen rehin. Cumhurbaşkanı bunu açıkça ilan etmekten çekinmedi. İadesi konusundaki soruları "Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla" diye yanıtladı ve, "Onlar ne tür muamele yaparlarsa aynı muameleyi bizden görecekler" diye de ekledi.

O böyle diyorsa ülkenin polisi, savcısı vb. yetkili yetkisiz görevlileri durur mu?

Elimizde bir de Fransız olsun diye Batman’da yakalayıp karanlık bir hücreye attıkları  fotoğrafçı Mathias Depardon da bir rehine aslında.

Sonra  İzmir’de  yakalanıp FETO’cu diye zindana koydukları Amerikalı papaz var.

Biz tam olarak bilmiyoruz ama değişik ülkelerden gelen yakınmalara bakılırsa birçok ülkeden çok sayıda rehinemiz olduğu anlaşılıyor.

Dikkat ederseniz bunlar için şu gerekçe ya da bu gerekçe demiyorum. Hoş kimse de bir gerekçe uydurmaya çalışmıyor.

Ya da beylik gerekçeler var. Duruma göre onlardan birini kullanıyorlar. FETÖ, PKK, YPG, DHKP-C vb. sempatizanı, üyesi, üye olmamakla birlikte öyle sanılanı diye suçlanabiliyorlar.

Ama hepsinin ortak özelliği rehine olmaları.

Duruma göre devletimiz belli bazı şartlarla onları serbest bırakıyor.

Uluslararası toplantılarda cumhurbaşkanımızla görüşen ilgili ülkelerin yetkilileri neredeyse her görüşmede kendi ülke vatandaşları bu rehinelerin serbest bırakılmasını talep ediyorlar.

Brüksel’deki NATO toplantısında üç ülkenin devlet başkanı ya da başbakanı cumhurbaşkanından kendi vatandaşı olan rehinelerin bırakılmasını rica etmişler. Duruma göre, o ülkeyle,  o ülkenin yetkilileriyle yapılan bazı pazarlıklar sonucu bırakılanlar oluyor tabii. Biz bu pazarlıkları ancak tahmin yoluyla biliyoruz. Rehin alınan bir İtalyan gazeteci kısa bir süre sonra bırakılmıştı mesela. Karşılığında ne alındı? Bilal Erdoğan’la ilgili bir kara para aklama soruşturması vardı İtalya’da, sonra dosya kapatıldı. Bu olayla mı ilgili bilmiyoruz tabii.

 

HDP milletvekilleri rehin tutsaklar

Rehin alma olayı aslında içeride de uzun zamandır yoğun olarak uygulanıyor.

Zaten iki senedir özellikle HDP milletvekilleri başta olmak üzere Kürt politikacıları, yerel yöneticileri, solcu ya da muhalifleri, kendilerini rahatsız edebilecek, gözlerine kestirdikleri herkesi bir plan dahilinde (Bu plana ‘Diz Çöktürme’ adı vermişler)  rehin alıp duruyorlar.

Ülkede cereyan edenleri hukuk, yargı diliyle isimlendirmek olası değil. Çünkü ne hukuk ne de yargıdan söz etmek artık mümkün değil.

İktidarın halkla ilişkiler memuru A. Selvi bunu yazdı. HDP milletvekillerinin siyasi sanık falan değil, rehin alınmış tutsak olduklarını açıkça olmasa da satır arasında ilan etti.

Ne dedi? "Uslu dururlarsa, PKK’ya da diz çöktürülürse sonbahardan sonra bazı yumuşamalar olabilir." Yani, "Belki o zaman insafa gelip bazılarını bırakabiliriz" demek istedi.

Buna apaçık rehin almak denir.

Çok örnek var ama, son günlerin en çarpıcı örneği, işten atıldıkları için açlık grevi yapan iki genç eğitimcinin İçişleri Bakanı’nın talimatı ile rehin alınması rezaletidir. Devlet, işlerine iade edilmekten başka bir talebi olmayan bu iki gençten öyle korkmuştur ki onları rehin alarak bu direnişi sonlandırabileceğini düşünmüştür.

İçişleri Bakanı daha sonra bu olayı sahiplenmiş ve bu iki genci yalan yanlış

bilgilerle suçlu ilan etmekten çekinmemiştir.

Bunlar özellikle OHAL ilanından sonra olağan hale gelmiş olaylar.

 

Kaçırılan 11 kişiden haber yok

Bu zorbalıklara son günlerde, 90’lı yıllarda kaldığı söylenen bir devlet eylemi daha eklendi.

Bir takım insanlar şehirlerin orta yerinde, muhtemelen sahte plakalı arabalarla kaçırılmaya başlandı. Daha doğrusu bir süredir bu olayların gerçekleştiği, bu insanların yakınlarının İnsan Hakları Derneği ve bazı milletvekillerine yaptıkları başvurularla açığa çıktı.

İHD’nin de bunun üzerine, aralarında bir MİT çalışanı ve polislerin de bulunduğu 11 kişinin kaçırılmasına ilişkin olarak Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na başvurduğu öğrenildi.  

Ancak uluslararası örgütlerden ve Birleşmiş Milletler’den yardım umuyoruz. Anlayın artık.

İşte yeni AKP devletinin durumu budur.

Yurt dışındaki gizli kapaklı, illegal faaliyetleri ise ayrı bir yazının konusu.

Bu gibi işleri yapan devlete günümüzde ‘haydut’ devlet deniyor.

Biz bu durumda kendi devletimize ne demeliyiz sizce?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi