Özgün Enver Bulut

Özgün Enver Bulut

Bugünlerde Yaşar Kemal İndi

Yaşar Kemal bu ülkedeki kültürel birikimden faydalanmıştır. Halkın bin yıllardan beri anlattığı epopelerin üstüne kurmuştur romanlarını. Bir destanın üstüne yeni bir destan koymuştur.

Yazılarınızda kendinizi mi anlatıyorsunuz sorusu, yazan insana en çok sorulan sorulardan belki de birincisidir. Tuhaf gibi görünse de bu soru yazan herkese ayrımsız sorulur. Doğal olarak şaire de ‘şiirlerinizde kendinizi mi anlatırsınız’ şeklinde gelir. Bana her sorulduğunda aynı cümleleri kullanmasam da üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söylemişimdir. Kendimden yola çıkarken, insanları, insanların izlerini, yaşadıkları yerleri, doğayı, doğadaki hayvanları yazarım. Kendimi anlatmaktan çok yazdıklarımla kendim olurum. Yazdıklarıma benzerim giderek. 

İşte böyle düşünmeme neden olan, beni böyle düşündüren, bana bu izleği veren Yaşar Kemal’le yapılan bir söyleşinin etkileri olsa gerek. Türkiye Yazıları Dergisi’nin Eylül 1977’de çıkan 6. sayısında Erdal Öz’ün Yaşar Kemal’le uzun bir söyleşisi yayınlanmıştı. Benim milli kütüphane yıllarıma denk gelir okumam. Yıllar sonra kitaplığıma kazandırdığım dergiden bu söyleşiyi bir kez daha okumuş ve benim söylediklerimle ortaklık kurmuştum. O zaman şunu anladım ki bendeki düşünceyi olgunlaştıran bu söyleşinin ta kendisiymiş. Yaşar Kemal de tam tamına şunları söylemiş. "Ve büyük sanatçıların hemen hepsi, zamanlarından bugünümüze kadar, anlattıklarını, başka biri olmadan anlatmışlar. Dünyayı anlatmışlar, başkalarını anlatmışlar. Ağacı anlatmışlar. Suyu anlatmışlar. Gerek yok kendilerini anlatmaya." 

Buradan hemen Can Yayınları’na bir öneri. Bu uzun söyleşiyi mutlaka bir kitapta toplamalarını öneririm. Şayet ellerinde yoksa hemen gönderirim. Kitap olarak basmazlarsa bile Can Yayınları sitesinde yayınlayabilirler.

Yaşar Kemal hayatıma ortaokul yıllarında girmiştir. Dönemin Milliyet Çocuk Dergisi, klasikleri çizgilerle verirdi. İşte o Milliyet Çocuk, İnce Memed’i İsmail Gülgeç’in çizgileriyle vermişti. İlk tanışıklığım oradan gelir. Sonrasında tamamını okudum İnce Memed’in. Hüyükteki Nar Ağacı, Teneke, Binboğalar Efsanesi peş peşe geldi. İşte Yaşar Kemal içimdeki özgürlük rüzgârının sözcüklerini bana gönderenlerdendir. Yaşar Kemal, haksızlığa karşı iki cümle kurmamı sağlayanlardandır. Yaşar Kemal efsanelerin, doğanın ve insanın buluştuğu ormanları, denizleri kalbime koyanlardandır. 

Ulusalcılar ülke dertlerle doluyken, o dertlerle baş edemediklerinden ya Kürtlere, ya Ermenilere, işlerine gelmeyince Çerkeslere, Lazlara, Araplara, Yahudilere, onlar olmayınca da ülkenin elini taşın altına koymuş aydınlarına saldırırlar. Onlar için gerisi önemli değildir. Muhalefetmiş gibi yapıp, eleştirirmiş gibi görünüp oklarını bırakırlar. En son bu oklardan Yaşar Kemal nasibini aldı. İstediklerini söyleyebilirler. Yaşar Kemal’in tek bir satırına bile etkisi olmaz sözlerinin. Ne zaman adı Nobel ile anılsa, anında devreye girer ve ‘Kürtlerden Nobel almak için söz ediyor’ derlerdi bir zamanlar. Nobel Orhan Pamuk’a verilince de anında çark ederek ‘Yaşar Kemal’e verilmeliydi’ diye günah çıkarırlardı. Mevzunun özeti aslında bundan ibaret. Çapları da, ağırlıkları da bu kadar. 

Yeniden Erdal Öz söyleşisine dönüyorum. "Bana "masalcı" dedikleri zaman çok övünüyorum. Kötülemek için söylüyorlar ama çok övünülecek bir şey masalcı olabilmek. Şimdi bir masalın doğuşunu düşünelim. Bin yıl, on bin yıl, ya da üç bin yıl önce Anadolu’da doğmuş bir masalı düşünelim. Bu masal anlatıyor. Yüzlerce toplulukta, binlerce köyde. Masalı anlatıcı yaratmaz yalnızca, dinleyici de yaratır masalı. Tıpkı kırk bin yıl su altında kalmış, yıkanmış, cilalanmış çakıl taşı gibidir masal. Bu kadar insan emeği, bu kadar alın terinin sonucunda oluşur masal. Onun kusursuzluğuna varmak kolay şey değil. Milyonlarca insan yaratmıştır bir masalı. O güzelliğe varmak, o yalınlığa varmak, benim haddim değildir. Alçakgönüllü bir anlatıcıyım ben. Ona varmak mümkün değil. Beni kötülemek için böyle söyleyenler, aptallıklarından söylüyorlar. Yine de çok övünürüm, eğer biraz masala benziyorsa yazdıklarım."

Durum tam da bundan ibarettir. Yaşar Kemal bu ülkedeki kültürel birikimden faydalanmıştır. Halkın bin yıllardan beri anlattığı epopelerin üstüne kurmuştur romanlarını. Bir destanın üstüne yeni bir destan koymuştur. Onların anlattıklarını çoğaltmıştır. Onların aradığı ölümsüzlüğü onların ağzından aramıştır. Eserlerinde hep bir ölümsüzlük arayışı vardır. Çocuklar arar o ölümsüzlüğü, yoksul, yaşlı köylüler arar. Makinelerin dişlileri arasına sıkışan, suların altına gizlenen, dağların doruklarına yerleşen ölümsüzlüğü herkesten devralarak, Lokman Hekim’in ruhunda, kuşlarla söyleşen Feqiya Teyran’ın şiirlerinde arar. 

Velev ki Yaşar Kemal, ‘şahsına yaramayan hiçbir şey yapmamış’ olsun. Onun şahsına yarayan bir şey bile, bu ülkenin demokratikleşmesi için atılan çok adımdır ve bu adımlar milyonlarca insanı rahatlatmıştır. Ülkedeki en yakıcı sorunlar için DGM’lerde yargılanmanın onurunu yaşamıştır. Israrla ‘bu bir çağrıdır’ demiş ve o çağrının takipçisi olmuştur. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a ‘Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmesi sorunudur.’ cümlesiyle başlayan mektubu yazmış, önerilerini sıralamıştır. En önemlisi de bir Marksist olarak her zaman cesaretle mücadele etmiş ve insanı var eden koşulların ardından gitmiştir. 

Velev ki ‘ şahsına yaramayan hiçbir şey yapmamış’ olsun. Hani bazı şeyler bulaşıcıdır ya. İşte o bulaşıcı olan güzellikleri yazmıştır. "Romanlarımda hep korkunun korktuklarının üstüne yürüyen insanlar bulacaksınız. Ben hep korkunun, korktuklarımın üstüne yürürüm. Bu benim huyumdur sanıyordum. Sonra öğrendim ki, çok insanın da huyuymuş." Huyumuz batsın. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgün Enver Bulut Arşivi