Çaresiz midir umutlarımız?

İstanbul, Datça, Ankara, Çanakkale’den Temmuz’da insan manzaraları… Muhabbet ediyorsun, gülüyorsun, yiyorsun-içiyorsun ama konu bir yere geliyor takılıyor ki…

    Temmuz sıcağında hep yollardaydım. İstanbul-Datça-Ankara-Çanakkale-İstanbul hattında çalıştım.

    En yeniden başlayayım: Çağlayan Adliyesinde, Cumhuriyet gazetesindeki arkadaşlarımızın 5 günlük duruşmalarının son günü. Ara kararı bekliyoruz. Cehennemî sıcakta yüzlerce insan toplanmış. Gazeteciler, avukatlar, okurlar, sanık yakınları, milletvekilleri… Uzun zamandır göremediğim birçok arkadaşla hasret giderdik. Herkeste temkinli bir umut.

    - Hepsini alacağız!

    - Vallahi hiç birini bile alamayabiliriz!

    ‘’Yunus Nadi ile Nadir Nadi dışında bütün eski Cumhuriyetçiler burada’’ dedim de anında tekzip yedim. Mecburen gelemeyenlerin kısa bir listesini saydı bir arkadaş:

    - Mustafa Balbay, Alev Çoşkun, Oral Çalışlar, İsmet Berkan…

    - E onlar artık ne eski ne yeni Cumhuriyetçi, öbür tarafın adamları…

    Bu arada ilk gün, beklenmeyen ve istenmeyen bir misafir de gelmiş: Ben bu şahıs hakkında ‘’Gerçekten mi aptal yoksa aptalı mı oynuyor?’’ demiştim. Birincisi doğruymuş. Bir süre önce bir Cumhuriyet yöneticisini alenen ihbar edip gözaltına alınmasına neden olmuştu. Yüzsüzü oynamıyormuş hakikaten yüzsüzmüş. Kalkmış gelmiş… Cumhuriyet’in destekçileri demek ki ne kadar efendi ve olgunmuş ki, linç etmemişler onu orada. Zaten bir süre kalıp, çekip gitmiş sonra.

    Neyse, akşam 7 tahliye haberi geldi de… garip bir şekilde yarım sevinir gibi olduk. Çünkü bu meslekdaşların aslında gözaltına alınıp tutuklanması bile olacak şey değildi. O kadar geriledik ki, durumun biraz normale döner gibi olmasına bile sevinmek zorunda kalıyoruz.

    Kıdemli bir Cumhuriyetçi çok iyi anlattı halet-i ruhiyemizi:

    - Mahkeme ve hapishane kapılarında sürünüyoruz. Kâh kızıyor, kâh seviniyoruz. Ama benim neredeyse bütün arkadaşlarım içerde iken, bize dışarıda olmak zül gibi geliyor vallahi…

    11 Eylül’de Kadri, Ahmet, Akın ve Murat da çıktığında sevinir gibi olmayacağız, sevineceğiz. Sıra sonra diğer meslekdaşların tahliyesi için mücadeleye gelecek.

    Çanakkale: Büyük şehirlerde emlak fiyatları düşerken Çanakkale’de yükseliyor. Büyük kentlerden ve malum kişiden uzak durmak isteyen insanların en çok tercih ettikleri iki kent Çanakkale ve İzmir imiş. Harıl harıl taşınıyor insanlar Ece Ayhan’ın diyarına. İnşaatlar inşaatlar… Çok verimli kültür-sanat etkinlikleri düzenleyen benim arkadaşlarım eskisi kadar aktif değil sanki. Bir durgunluk sezdim. Ama hayat Çanakkale’de, İstanbul ya da Ankara’ya oranla yine de daha yumuşak, daha rahat hatta daha huzurlu. Yazın özel olarak kalabalıklaşıyor, BodrumvariTenedos nedeniyle ama olsun…

    Ankara: Bir kent hem bürokratik başkent hem de sıcak olunca hiç çekilmiyor. Eşin-dostun çoğu zaten tatildeydi. Kimseyi doğru dürüst göremedim. Bir ara Yahya Kemal’i anmak için tren garına bile gittim. Taksi şoförü ile muhabette ya da ciddi bir toplantıda, konu dönüp dolaşıp malum yere gelince, bir sıkıntı, bir suskunluk, bir gerilme… Hele bürokrat kesimde, ki herkes eskiden birbirinden Fetoşçuydu, şimdi herkes birbirinden FETÖ karşıtı.

    - Hocam, milleti FETÖcü diye ihbar edenlerin çoğu aslında FETÖcü!

    - İktidar Partisi içindeki Gülencileri tasfiye etsen, Meclis’te çoğunluğu kaybederler…

    - En Amerikancıların bu ara en koyu ABD karşıtı olması da garip değil mi?

    - Hariciye, kelimenin gerçek anlamıyla hariçte kaldı… ‘Esad mı önce gidecek o mu?’ diye bir soru vardı eskiden. Artık sorulmuyor.

    Ve Datça: Benim galiba üç tutkum var. Biri sol, ikincisi gazetecilik, ötekisi de Galatasaray. Futbol kulübü değil sadece, bizim Mekteb-î Sultani cemaati… Dediler ki,  Datça Pilavı varmış. Atladık arabaya belki 800 km. yol katettik iki günde. Çünkü bir süredir, 3 Galatasaraylı, 2 kilo pirinç ve yarım kilo arnavut ciğeri, bir avuç kuş üzümü, bir perçem de çam fıstığı bulunca, kuzu kaburganın ardına tulumba tatlısını da ekleyince hemencik bir GS Pilavı düzenliyor. Normalde, Pilav, her Haziran’ın ilk Pazar’ı sadece okulda yapılır. Ama bir süredir Türkiye ve dünyanın en az 5-10 kentinde Pilav’lar organize ediliyor. Kaşığını alan gidiyor Cunda’ya, Paris’e, New York’a, Brüksel’e, Cezayir’e, Bursa’ya… Global durumlar.

    Kimimiz oniki kimimiz sekiz sene bu mektepte okumuşuz. Mezun olalı neredeyse 45 yıl oluyor. Oradaki dostluklar bakidir. Akla, dayanışmaya ve mizaha dayanır bizim arkadaşlığımız. Bir araya gelince de 60’lı yılların sonundaki yemekhane/yatakhane veletleri haline dönüşüveririz. Gençlik iksiridir Galatasaray.

    Siyasi ideolojik olarak da, Kadri’yle dayanışmada görüldüğü üzere, olumlu bir hatta ilerliyor Sultani.

    80 öncesi arkadaşlar da Datça’nın köylerine dağılmışlar.

    Biliyorsunuz, şarap hariç hiçbir şeyin eskisi makbul değildir. Zaten kimse kendisini ‘Eski Maocu’ olarak tanımlamıyor. Kimse eski değil. Hepsi de hala solcu. Çünkü solculuktan emekli olunmuyor. Ama sağa/iktidara iltihak edenleri elekten geçirdik. Hedef tahtasına koyduk: Foucault’nun Faresi başta, Hegel’in Sansar’ı, Engels’in Kokarcası, Nietzsche’nin Sümüklü Böceği… Kızdık ve acıdık satılık/kiralık beyin ve kalemlere.

    ‘’Gelmişsin 70 yaşına, nispeten parlak bir geçmişin var, değer mi üç kuruş için, değer mi şan şöhret için, değer mi üç günlük iktidar için bu rezil adamların yanında durmaya. Üstelik trajik durum: Bu adamlar/kadınlar, eski arkadaşlarından koptular, kimse onlara selam bile vermiyor, ama yeni katıldıkları cemaat de onları pek öyle sevinç ve heyecanla bağrına basmıyor. Çünkü bu bizim eskiler, öyle dindar filan değil, yaşam tarzı itibarıyla da laik sayılır. Yeni cemaatleri de, haklı olarak, ‘Bunlar eski arkadaşlarını satıp bize gelmişler, yarın öbürgün bizi de satarlar’ diye düşünüyor.’’  Kimse sevmez dönekleri…

    Sonuç olarak, daha çok çelişkili, kuşkulu, sıkıntılı, tedirgin insanlardı benim konuştuklarım. Umutlu olmak istiyorlar tabi, ama engel var. Karamsar olmak istemiyorlar tabi, ama zemin müsait.

    - Abi, Fransa’dan oturma kolay alınıyor mu?

    Önceki ve Sonraki Yazılar
    Ragıp Duran Arşivi