Çevre de aslında bir sınıf meselesi

Ot-çiçek-böcek sevgisi mi yoksa sanayi, ekonomi, kalkınma ve yoksulluk mu? Ekoloji çok siyasi, çok ideolojik bir alan. Sol burada ne yapabilir?

29 Kasım’da Istanbul’da Küresel İklim Grevi eylemi yapılacak. Organizatörlerin temel şiarı, ‘’İklimi değil, sistemi değiştir!’’ Aynı gün Madrid’de devlet ve hükümet başkanları her zamanki protokoler toplantılarından birini düzenliyor. Resmi cenahtan şimdiye kadar doğru dürüst bir karar çıkmadı, somut ve ciddi bir uygulama da yok. Devlet ve hükümet başkanları zaten kendi halklarının, uluslarının, yurttaşlarının değil sanayicilerin, iş insanlarının çıkarlarının temsilcisi. 

Çevre, yani doğanın korunması çağımızın en önemli sorunlarından biri. Çünkü milyarlarca insan için bir hayat memat meselesi. Üstelik çevre, ekonomiyle, kalkınmayla kısaca siyasetle birebir bağlantılı bir alan.

BM, AB gibi kurumlardan çok esas olarak her ülkede STK’lar çevre konusuna özel önem veriyor. Yüzbinler sokaklara çıkıyor. Genç aktivist Greta Thunberg olağanüstü bir seferberlik başlatabildi. Bravo. 

Kapitalizmin kâr hırsı, büyüme saplantısı, kalkınma söylevleri ormanların yok olmasına, kentlerin beton tarlasına dönüşmesine neden oluyor. Nehirler kirleniyor, atmosfer zehirleniyor, yediğimiz içtiğimiz her şey kimyasal dolu.

Çevre mücadelesi yeni değil. Daha 19. yüzyılın sonlarında, Amerikalı sosyalist düşünür Henry George, kalkınma ile sosyal adaletin nasıl uyumlu hale getirileceği konusunda öneriler sunmuş. Egoist iştahların doğal kaynakları mahvetmesine karşı tedbirler tasarlamış. Çünkü sonuç olarak, doğayı katleden doğanın bizzat kendisi filan değil. Doğayı insanlar ve o insanları yönetenlerin kendi çıkarları için benimsediği sistemler/rejimler tahrip ediyor. Doğanın yıkımı tek başına bir olumsuzluk değil. Kaynakların israf edilmesi, sömürülmesi kaçınılmaz olarak sosyal adaletsizliği de getiriyor. Ve bütün bu yok oluş, sanayinin ve ekonominin büyümesi adına gerçekleştiriliyor.

Aslında çıplak gözle görülebilecek bir gerçek: Çevre kirliliğinin birinci ve en büyük mağdurları yoksullar. Onların gecekondu mahallelerinde fabrika dumanlarından göz gözü görmüyor. Çalışanlar sabahın köründe öksüre öksüre otobüs duraklarında kuyruklarda bekliyor. Beslenmede de aynı durum sabit. En çok yoksulların yediklerinde, zararlı hatta kanserojen maddeler, genetiği ile oynanmış yiyecekler var. Zenginler, deniz kenarı semtlerde, havası nispeten daha temiz bölgelerde oturuyor. Onların parası olduğu için daha kaliteli, daha temiz, işte organik/biyonik filan denilen besin maddeleri tüketiyor.

Çevre konusunda en erken uyananlar anarşistler oldu. Onlar baştan beri doğaya uyuma önem verdi. Denetimsiz büyümeye karşı çıkan bu kesim, insanların çalışma koşullarına göre değil, çalışma koşullarının insanlara göre düzenlenmesini talep ediyor. Hoş, anarşistler aslında çalışmaya karşıdır ama hep insan odaklı bir perspektifleri vardır.

Çevre ile sınıf, çevre ile ekonomi arasındaki ilişkiler, esas olarak 60’lardan sonra, yani Batı’da kapitalist devrim denilen ucubeden sonra iyice ortaya çıktı. 

Bu işin öncülerinden biri de Fransız düşünür René Dumond’dur. 70’li yılların başında ben Aix-en-Provence’da (Marsilya) üniversite öğrencisiydim. Böyle bembeyaz saçları arslan yelesi gibi olan adam, kocaman anfide müthiş bir konferans vermişti: ‘’Çevre meselesi siyasi ve ekonomik bir sorundur, yoksullukla doğrudan bağlantılıdır’’ demişti.

Hakim sınıflarla küçük burjuvalar, çevre meselesini ot-böcek-çiçek sevgisi gibi sunmaya pek teşne. Büyük holdingler de fabrikalarının bacalarına filtre takınca çevreci olduklarını sanıyor ya da bizim onları çevreci gördüğümüze inanıyor.

80’lerin sonunda 90’ların başında reel sosyalizm çöküp solculuk hem siyasi hem de ideolojik bir darbe alınca, Batı Avrupa’da ve ABD’de Yeşil Hareketler boy göstermeye başladı. İlginçtir, 80 öncesinin Marksist, devrimci, solcu örgüt militanlarının büyük bir çoğunluğu, bu Yeşil Hareketlere geçti. (Bizim eskilerden bir tanesi neo-faşist oldu, o kuraldışı!) Eskiden solcu olanların büyük bir çoğunluğunda dünyayı değiştirme hevesi henüz sönmemişti. İşte şimdilerde filizlenen ‘’Popüler Ekoloji’’ akımı da bu eski solcu neslin yeni bir fikri/ürünü. Artık klasik siyasetin çıkmazlarından haklı olarak bıkmış olan geniş kitlelere, sol, yeni bir yaşam, yeni bir dünya perspektifi verebilir. Bu da ancak doğal çevreye en çok ihtiyacı olan kesimlerde, yani yoksullarda, yani emekçilerde, yani büyük kentlilerde, mevcut neo-liberal düzenden kurtulma talebini yaygınlaştırmakla mümkün olabilir. Çevreciliğin ne solcu ne sağcı bir ideoloji olduğu doğru değil. Sağlıklı bir çevre, hem kişisel hem de toplumsal bir talep. Mevcut siyasal, toplumsal, kültürel ve ideolojik yerleşik düzeni sorgulama ihtiyacı, büyük bir ihtimalle çevre gibi son derece popüler bir tema ile sağlanabilir.

(*) Bu yazı, çevre tarihçisi Valérie Chansigaud’nun 24 Kasım tarihli Libération gazetesinde yayınlanan ‘’Çevre Krizlerinde Bir Sınıf Boyutu Vardır’’ başlıklı söyleşisi temelinde kaleme alındı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi