Doğan Özgüden
CHP'nin yıktırdığı sadece Tan değildi…
Tabii ki herkes nefesini kesmiş, Tayyip-Devlet çetesinin Türkiye'yi 24 Haziran'da erken seçime götürme kararının daha ne sürprizlerle karşılaşılabileceğinin hesabında… Aslında Beştepe'den yapılan açıklama malumu ilamdan başka bir şey değil…
Tüm aykırı beyanlarına rağmen Tayyip'in, ekonomik, sosyal, diplomatik planlarda arka arkaya yediği darbelerden sonra bir punduna getirip erken seçime gideceği çoktan belliydi… Bu işin taşeronluğunu İP kopmasından sonra sürekli kan kaybeden Devlet'in üstlenmiş olması da hiç şaşırtıcı değil.
Belli ki Tayyip-Devlet çetesinin bu "erken seçim" tezgahıyla muhalefeti seçim ittifakları konusunda fenersiz yakalamak istediği de meydanda…
Önümüzdeki iki buçuk aylık seçim öncesi dönemde hiç kuşkusuz CHP, İP ve SP'den "ittifak" soslu bir dizi show'lara tanık olacağız.
Bunlar ne ederse etsin, erken seçimin ana muhalefet gücü, geçen seçimlerde olduğu gibi, HDP olacaktır.
Geçen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olağanüstü bir performans göstermiş olan Selahattin Demirtaş'ın, hapiste bulunmasına rağmen, bu cumhurbaşkanlığı seçiminde de aday gösterilmesi artık kaçınılmazlaşmıştır.
Türkiye'de Tayyip-Devlet diktasının yıkılmasını, ülkemizin gerçekten uluslararası insan hakları sözleşmelerine uygun bir demokrasiye kavuşmasını samimiyetle isteyenlerin bugünden tezi yok yapmaları gereken şey tüm olanaklarını HDP'nin başkanlık ve milletvekili seçimlerinden başarıyla çıkmasını sağlamak için seferber olmaktır.
Bugün yazmak istediğim asıl konu, Türkiye'de 2. Dünya Savaşı sonunda ABD hegemonyası altında batı demokrasilerine ayak uydurma sahtekarlığının muhalif medyaya uyguladığı fiziksel baskılar…
Konuyu işlemek için bugünü seçmemin nedeni de bundan 71 yıl önce, 19 Nisan 1947'de Zincirli Hürriyet bürosu ve matbaasının İzmir'de ABD güdümlü milliyetçi ve anti-komünist gençlik tarafından uğradığı alçakça saldırı.
4 Aralık 1945'de İstanbul'da Tan Gazetesi ve tesislerinin CHP'nin tahrikiyle ABD güdümlü milliyetçi ve anti-komünist gençlik tarafından nasıl tarümar edildiğini daha ilkokulun son sınıfındayken Konya'da öğrenmiştim.
Ne acıdır ki gazeteciliğe İzmir kentinde, üstelik de DP'ye muhalif bir gazetede çalışarak başladığım halde Zincirli Hürriyet baskınından haberdar değildim. Bu alçakça saldırının öyküsünü ancak 50'li yılların ikinci yarısında hapisten çıkmaya başlayan ve kısa zamanda dost olduğum Komünist Partisi mahkumlarından öğrenebilecektim.
Gazeteyi yayınlayan daha sonraki yıllarda Türkiye İşçi Partisi genel başkanlığını üstlenecek olan Mehmet Ali Aybar'dı. Devletler hukuku doçenti olan Aybar Vatan Gazetesi'nde yazdığı yazılardan dolayı 1945 Aralık ayında üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmış, İstanbul'da yayınlamaya başladığı Hür adlı gazete de 8 Mart 1947'de sıkıyönetim komutanlığınca kapatılmıştı.
İstanbul'u terketmek zorunda kalan Aybar İzmir'e gelerek bu kentte haftalık Zincirli Hürriyet gazetesini yayımlamaya başlamıştı. Ancak Aybar'ın özellikle ABD "yardım"ını eleştiren yazıları üzerine CHP taraftarı Anadolu Gazetesi Zincirli Hürriyet aleyhinde iftiralarla dolu bir tahrik kampanyası açmış, 3. Sayısı çıktıktan sonra CHP'nin tahrik ettiği gençler 19 Nisan 1947'de gazete bürosunu ve matbaasını basıp tıpkı Tan Gazetesi gibi bu özgür sesi de susturmuşlardı.
Zincirli Hürriyet'e yapılan saldırı İzmir'deki ABD taraftarı Anadolu ve Yeni Asır gazeteleri tarafından olduğu gibi Ankara'daki Ulus ve İstanbul'daki Cumhuriyet gazeteleri tarafından da alkışlanarak yansıtılmıştı.
Gazeteciliğe İzmir'de devam ettiğim yıllarda bir başka gazete saldırısına tanık olacaktım… DP despotizminin iyiden iyiye azdığı günlerdi… İzmir medyasında sadece benim çalıştığım Sabah Postası gazetesi ile bir süre önce DP'yi desteklemekten vaz geçen Demokrat İzmir gazetesi iktidarı eleştiriyordu.
DP iktidarı saf değiştirip muhalefete geçtiği için Demokrat İzmir'e karşı daha öfkeli ve kinliydi… Gazete yeni bir binaya taşınmış ve daha modern dizgi ve baskı araçları satın almıştı ki 2 Mayıs 1959 gecesi 150 kişilik bir DP'li grup gazete binasını taş ve sopalarla basarak tüm baskı makinelerini tahrip etti.
Hemen anımsatmalıyım ki Demokrat İzmir gazetesi, 1947'de Zincirli Hürrriyet'e yapılan saldırı karşısında dürüst bir tavır takınarak olayı tahrik edenleri şiddetle eleştirmiş, fikir mücadelesinde şiddetin kullanılmasına tüm yazarlarıyla karşı çıkmıştı.
Zincirli Hürrriyet'i çıkartmış olan Mehmet Ali Aybar'la yollarımız 1962 yılında kesişti. Türkiye İşçi Partisi'nin İzmir örgütlenmesinde görev almak üzere bir arkadaşımla birlikte İstanbul'daki avukat bürosunda görüştüğüm TİP Genel Başkanı Aybar, Zincirli Hürriyet günlerini anımsatarak genç bir gazetecinin sosyalist bir partide sorumluluk üstlenmesinden duyduğu memnuniyeti vurgulamıştı.
TİP İzmir örgütü yöneticileri olarak bize verdiği ilk görev de Türkiye'de sol hareketin tepesinde demoklesin kılıcı gibi duran 141 ve 142. maddelerin kaldırılması için imza kampanyasını İzmir'de de yürütmek oldu.
Geçen haftaki yazımda yayıncı dostumuz Mehmet Ali Ermiş'in katili olduğunu belirttiğim bu maddelere karşı kampanyayı o denli etkin yürütmüştük ki, sanıyorum genel merkeze en fazla imza gönderen il İzmir'di.
Dahası, 15 yıl önce Zincirli Hürriyet'in zorbalıkla susturulduğu İzmir'de, Aybar'ın lideri olduğu Türkiye İşçi Partisi Gültepe belediye seçimini kazanarak Türkiye'nin ilk sosyalist belediye başkanını çıkarttı.
Medyaya uygulanan zorbalıklardan bahsederken, şiddet unsuru içermese de, bizim haftalık sosyalist Ant Dergisi'ne karşı bugünkü islamo-faşist iktidarın öncüllerinin sabotajından da bahsetmem gerekir.
1967 yılında yayınlamaya başladığımız Ant Dergisi'ni 22 yıl önce milliyetçi ve anti-komünist gençlik tarafından zorbalıkla susturulmuş olan Tan Gazetesi'nin Halil Lütfü Dördüncü tarafından yenilenmiş olan matbaasında dizdirip bastırmaktaydık.
Ant'ın 10 Ekim 1967 tarihli 41. sayısını ABD emperyalizmine karşı "Go Home" sloganlı bir kapakla yayınlamıştık.
Matbaayı satın almış olan ümmetçi işadamları grubu dergimizin bu tesislerde dizilip basılmasını derhal yasakladı. 2000'li yıllarda anti-Amerikan havalara giren ümmetçiler ve aşırı milliyetçiler o yıllarda ABD emperyalizminin gönüllü fedaileriydi.
Gazetelerinde anti-emperyalist yazar ve eylemcilere en aşağılık ifadelerle saldırıyor, ölüm fermanları çıkartıyorlardı. Örneğin ümmetçi işadamlarının yatırımıyla yayınlanan ve akıl hocalığını süpermüşit Necip Fazıl Kısakürek'in yaptığı Bâbıâlide Sabah Gazetesi, 10 Ekim 1967 tarihli sayısında açıkça şu tehditleri yayınlayabiliyordu: "Ey Allahsız, kitapsız, dinsiz, imansız, kızıl köpekler! Ölüm, sizlere ölüm... Ey kızıl sürüleri! İslam arslanları, Türk yiğitleri kükredi. Hudutlarımızın içinde size ve sizin bütün şer organlarınıza ölüm yağdıracağız, ölüm!"
Bugün gazetesinde Mehmet Şevket Eygi açıkça katliam fetvası veriyordu:
"Türkiye'de komünizmin himaye edildiğine, islamiyetin ise baltalandığına dair apaçık deliller vardır. Artık müslümanlara düşen vazife, uyanık ve hazırlıklı olmaktır. Önümüzde taze ve ümit verici bir örnek vardır. Endonezya'daki komünist kıyımı. Yüzbinlerce komünist öldürüldü. Karada vahşi hayvanlar, denizde balıklar insan etine doydu. Korkunç bir komünist kıyımı oldu. Fakat Endonezya kurtuldu."
Medyaya karşı zorbalığın 90'lı yıllardaki en vahim uygulaması ise 3 Aralık 1994'te Kürt gazetesi Özgür Ülke'yi hedef almıştı.
Gazetenin İstanbul Kadırga’daki teknik binasına, Cağaloğlu’ndaki merkez bürosuna ve Ankara bürosuna yapılan bombalı saldırılarda ulaştırma görevlisi 32 yaşındaki Ersin Yıldız öldürüldü, 23 çalışan yaralandı.
Bombalanmanın üzerinden 15 gün geçmeden yayınlanan Başbakan Tansu Çiller imzalı "gizli" belgede doğrudan Özgür Ülke’nin ismi verilerek şöyle deniyordu.
"Bölücü ve yıkıcı faaliyetlere destek verecek şekilde yayın yapan basın organlarının faaliyetleri son günlerde devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırı şeklini almıştır. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu önemli tehdidin bertaraf edilmesi maksadıyla önlemlerin alınmasına..."
Bunlar medyamıza 73 yıllık devr-i demokraside reva görülen zincirli hürriyetin bazı örnekleri…
Ant'ın Tan Matbaası'nda basılması 1967'de yasaklandığında İttihad Gazetesi medyanın ergeç tamamen ümmet kontroluna alınacağını şöyle müjdeliyordu:
"Daha dur bakalım, büyüğü geride. Artık isteseniz de, patlasanız da, çatlasanız da, Bâbıâli'ye el attık. Rotatifler, Kur'an ve iman hakikatlerinin neşrinde çalışacak. Müslüman gazetelerin sayısı daha da artacak; matbaaların, dağıtım şirketlerinin en yenisi, en moderni müslümanlara hizmet edecek. Tekniğin meşru dairedeki herşeyi islamiyete, onun hadimlerine hizmet edecek."
Ne yazık ki 51 sene önceki bu kehanet islamo-faşist despot Erdoğan'ın iktidarında nerdeyse tamamen gerçekleşmiş bulunuyor. Türkiye bu köleleştirilmiş medyanın beyin yıkamasıyla erken seçime gidiyor.
Artık tantanalı bir sahip değiştirme operasyonuyla Tayyip havuzuna demirlemiş olan amiral gemisi Hürriyet'e daha uygun bir ad bulmak gerekiyor…
Niçin olmasın? Zincirli Hürriyet!