CHP’de liderlik halleri ve Kılıçdaroğlu

Asıl çatışma CHP içinde yaşanıyor. Krizin ne kadar derin olduğuna muhtemelen çok yakında tanıklık edeceğiz. Kılıçdaroğlu’nun mumla aranacağı bir dönem yaşanması çok mümkün.

Kılıçdaroğlu’nu gündemin dışına bir çırpıda itekleyip, geçmişin ve seçimin tüm faturasını kaybedenin hanesine yazmanın rahatlığıyla, “plana sadık” tüm karakterlerin hiçbir şey yokmuş gibi siyaset sahnesinde cirit atmasına ses etmeye yan bakışlar atılıyor bu ara.

En son söyleyeceğimi en başta söylemem gerekirse, kocaman bir pişkinlik hali maalesef hepimizin üzerinde tepiniyor ama asıl sorun “yeni” ve “yenilikçi” söylemlerle kendi var olma biçimimizi, pragmatist tutumlarımızı, beklentilerimizi siyasetin döngüsüne uyduruverişimizde.

Derdim Kılıçdaroğlu savunmak değil. Tüm eleştirileri “Kılıçdaroğlu savunuyor” salvosu üzerinden karşılayanların asıl amacının da, kaybedeni nefret öznesi haline getirip, sistemi, çapraşık ilişkileri ve nihayetinde devletin operasyonel tutumunu göz önünden kaçırmak olduğunu biliyoruz. Eski ama etkili bir yöntem bu ve hala karşılık buluyor olması ise siyasetin vasat ötesi bir hal almasıyla çok ilgili kanaatimce.

Kaybettirme operasyonunun aktörleri, birbirleriyle olan ilişkileri ve sonuçları görünmek ve konuşmak istenmiyorsa evet orada ortak bir suç ortaklığı var demektir.

“Kılıçdaroğlu savunuyor” diyerek bir başkasını parmakla işaret edenlerin aslında “yeni” olana yaranmak ve güçlü pozisyonda olanın gözünde alan açmak için çırpınmalarının bir sebebi belki de budur.

CHP’de “yeni” diye sunulan şeyler neler? “Partiyi sola çekme” iddiası ile pratiğin ters orantılı olmasının, söylem ile hayata geçirilenin birbiriyle uyumsuzluğunun ahvali ve en önemlisi en sağda olanla kurulmaya çalışılan ortaklığın ve bu sonradan görme lider hallerinin, canhıraşlığın sebebi nedir gerçekten?

Sanırım kimse bunu konuşmak istemiyor. Çünkü bir kez konuşulmaya başlanırsa, ortada esasen yeni diye bir şey olmadığı, devlet dahil herkesin, kendi hesabınca müesses nizama uygun olarak konumlanıp, pozisyon aldığı ortaya dökülecek. Daha da fenası “her şey olabildiğiniz ama rezil olmadığınız” ülke ortalamasında, sıranın nihayet kendine geldiğinin sevinç gösterileriyle karşılayanların hadsizlikleriyle boğuşacaksınız.

Kurduğu övgü cümleleri ile, “beni görün” yarışlarının ve ayak altında ezilen yeni yetmelerin, sabırsızların hali size de acıklı gelmiyorsa, hepten yanmışız demektir. Çünkü bunlar iktidarın çeperinde değil, muhalefetin çeperinde cereyan ediyor artık. Olay mahalli aşırı vıcık yani.

Irkçı, nefret söylemleriyle bir bütün, cinsiyetçi ve lümpen bir belediye başkanını parti MYK’sında aklatıp, Meclis grup konuşmasında böğründen “hoş geldiniz sayın başkan, hoş geldiniz” diyerek kendisini dinletenlere alkışlatan “sol çekme” hal, kimseyi rahatsız etmedi işte bu nedenle.

Kalabalığın içinde var olan durumun saçmalığını görüp alkışlamayan o elleri tenzih ediyorum elbette ve elbette durumu en iyi özetleyen ve kameralara takılan o amcanın yaptığı “vah ki vah” hareketinin kıymetini de buraya not düşmek istiyorum. Çünkü o el hareketinde temsil olan şeyin, dönemin ve olan bitenin bir özeti olduğunu düşünenlerdenim.

SIRADA KİM VAR?

Alkışlatılacaklar sırasında, tüm basının önünde Kılıçdaroğlu’na “hoş geldin ve güle güle” diyerek, kabalığını devletten ısmarlamış bir seçim sabıkı Muharrem İnce var.

“Adam kazandı” formülünü genel seçimlerde yeniden hayata geçirmek ve kaybettirme siyasetine sadık kalmak esprisiyle rolünü en iyi şekilde oynamış bir isim ama olsun. O da alkışlatılmayı hak ediyor bu “yeni” diye parlatılan ekip için belli ki!

Peki sıra da kim var? Sinan Oğan mı?

Ortalığa bir bir düşen İYİP’li iş bitirici siyasetçilerin “oyumu elbette Reis’e verdim” demelerinin de bir önemi yok mu? Onlar da takdiri hak ediyor demek ki…

“Plana sadık kal” ile “kazanacak aday” arasında, stratejik oy aksiyonu ile anket şirketlerine teklif edilen rüşvetler arasında, devletten gelen büyük abiler ve masadan kalkma hamlesi arasında bir bağ yok diyenlerin ortaklaştığı yere bakmayalım öyle mi?

Peki bakarsak ne olur?

Akşener’in kapısından ayrılmayan Ö.Özel ve İmamoğlu’nun bu tercihini sorgulamak zorunda kalırız misal. M.İnce ile Sinan Oğan arasında bir bağ kurmamıza gerektirecek durumlar çıkabilir mesela.

Kılıçdaroğlu’nu adım adım Oğan’a, İnce’ye, Özdağ’a mecbur bırakan Akşener siyasetinin kodlarını görmemek ve hatta Erdoğan’ın “Milli ve yerli muhalefet” talebini ve devletin Erdoğan ile yürüme tercihinin anlamını hoş bir seda ile karşılamak abes bir hal almış durumda artık.

Elbette Dersimli ve Alevi olan biri Cumhuriyet’in 2. Yüzyılına liderlik yapacak değildi(!) Türk-İslam kimliğinin, Selanikli ve Trabzonlu iki isimde sembolleşip, CHP’de “yeni”lenmesi bir tesadüf değil bu yüzden.

Bana öyle geliyor ki yerel seçimlerde çıkabilecek olası ağır sonucun faturası için çoktan hazırlık yapılmış ve bu işin ihalesi “stratejik oy” mucidi milliyetçi liberal akıllara da ihale edilmiş.

Kılıçdaroğlu nefretinde buluşan isimlerin partiye alkışlarla alınarak, Kılıçdaroğlu’nu aşağılamaya hevesle çanak tutulması, bir bütünün parçası gibi de görünüyor. Hatta görünmüyor, bizatihi öyle.

Özetin özeti;

Yerel seçimlerde DEM Parti ve seçmenine hiç ihtiyaçları yokmuş gibi yapma halleriyle, Akşener’in, Muharrem İnce’nin kapısında hizalanarak destek arayışında olmalarının anlamını küçümsemek büyük ahmaklık olur bu yanıyla.

Akşener- İnce-Özdağ üçlemesinin çizgisi ile, milliyetçi liberal İmamoğlu ve devletçi çizgi üzerinde bir dengede durmaya çalışan Özgür Özel hattı çatışıyor gibi gözükse de esas çatışma kaptanın kim olacağı üzerine yükseliyor daha çok.

Ülkenin batısında Kürt siyasetinin belirleyici aktör olma rolünü kırarak etkisizleştirmeye dönük bir siyasi uzlaşı var lakin konjonktür çelişkilerini derinleştiriyor ve net bir tutum geliştirmelerine engel oluyor. (Tam bu noktada siyaseten iradelerin büyük savaşına tanıklık edeceğiz belli ki.)

Asıl çatışma CHP içinde yaşanıyor. Krizin ne kadar derin olduğuna muhtemelen çok yakında tanıklık edeceğiz. Kılıçdaroğlu’nun mumla aranacağı bir dönem yaşanması çok mümkün. Maalesef Kılıçdaroğlu’nun parti politikalarını devletçi sağ çizgide himaye etme taktiği de çok büyük bir hata idi. Kendi yarattığı canavar, kendisini de yenik kıldı. Dünün hataları, bugünün malum çizgisini sağlama almış oldu ve daha da ötesi Kılıçdaroğlu’nu gerici protokollere mecbur eden o pusucu akıl, CHP’de daha geniş haklara sahip oldu.

13 yıllık liderliğinin sonunda ortaya çıkan tablo bu yanıyla derslerle dolu her siyasi parti için. Geleceğin ideallerini kadrolaştırmayan ve güven duygusunu o idealler üzerine inşa etmeyen her yaklaşımın, ele geçirilmeye ve her duruma ne kadar müsait olduğunu da bir kez daha görmüş olduk.

Elbette burası Türkiye. Yarını keskin ifadelerle tanımlamak mümkün değil ama bazı köyler de kılavuz istemiyor.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi