Aysuda Kölemen

Aysuda Kölemen

Çocuklarımız

Çocuk zekâsı. Ne meraklıyız çocuk zekâsı konuşmaya. Sanki zekâ tartışılmaz en değerli insan özelliğiymiş gibi.

Hayvanat bahçesine gitmekten nefret ederim. Bir vahşi kediyi kafeste görmüştüm. Saatte 60 kilometre koşmak için doğmuş bir hayvanı alıp 100 metrekarelik bir alana hapsetmek... İçim ağrıdı, hayvanat bahçelerinin bizim hayvanları yeterince sevemediğimiz için var olduğunu anladım.

Bazı şeylere itirazımız akli veya ideolojiktir. Bazen bunlar devreye dahi giremeden, bedenimizden bir itiraz yükselir. Bir huzursuzluk, sıkıntı, rahatsızlık duyarız. Tam neden olduğunu dahi ifade edemeyeceğimiz bu hisler, bütün akli itirazları aşar. Başımıza bir ağrı saplanır, midemizde bir bulantı oluşur. Tahammül edemeyeceğimiz bir durumda buluruz kendimizi. Ortalıkta dolaşan sevimli ya da ilginç çocuk videolarına karşı hissiyatım da genellikle hayvanat bahçelerine karşı tepkime benziyor. Bedensel bir rahatsızlık duyuyorum, başka tarafa bakma hissi uyandırıyor bende. Genellikle açmıyorum, izlemiyorum, paylaşmıyorum. Çocukları da insanlıkta kendimize eşit görmediğimiz için, onların hallerini kaydedip yetişkin bakışına sunmakta bir sakınca görmüyoruz. Hayvanat bahçesinde hapis hayvanları izlediğimiz gibi, görüntülerinin dolaşıma girmesine rıza gösteremeyecek yaştaki çocukların görüntülerini paylaşıyoruz, yorumluyoruz, çocuklara saldırıyoruz, onları övüyoruz, gıyaplarında onlara nasihatlar veriyor, onlar adına üzülüyor ve seviniyoruz. Bence ayıp ediyoruz. Neden bizim gözlem hakkımız, bize itiraz edemeyecek canlıların bizim bakışımız ve yargımızdan azat olma hakkının üstünde anlamakta zorlanıyorum. Çocuklara aslında değer vermediğimizden kişisel tatminimizin bir aracı olarak görüyoruz sanırım. Bir insanı sevmek öncelikle onun yaşama, özgür olma, rahat bırakılma haklarına saygı duymakla, rıza veremeyeceği durumlara özen göstermekle olur. Çok öpmek istediğimiz bir çocuğu rahatsız etmemek için öpmemek gerçek sevgidir. 

İnsan yaftalamaya çok meyilli bir varlık. Hiçbirimiz de istisna değiliz. İş çocuklara gelince, doğal eğilimlerimize ket vurup, kendimizi engellememiz gerekirken, tam tersine iyice dizginlerimiz boşalıyor. Bu anlamadığım bir dürtü değil ama biz yetişkiniz, bizim kendimize hâkim olmamız lazım. Çocuklara zarar verecek yerlerde susmayı, durmayı öğrenmemiz lazım. 

Bir çocuk çok mu zeki, değil mi, çocukluğunu mu yaşıyor, yaşamıyor mu? Bu tartışmalarda zerre kadar samimi misiniz? Gerçekten merak ediyorum, yüzbinlerce çocuğun yeterli beslenemediği bir ülkede, tanımadığınız bir çocuğun -birkaç dakikalık bir gözlemden yola çıkarak- çocukluğunu yaşayıp yaşamamasını bu derece dert etmenizin nedeni nedir? Ne hakla paylaşıyorsunuz görüntülerini? Ya da çocuk çok mu zeki, neden bu kadar mühim? Bize ne? Kurtarmamız mı lazım, zekiyse? Nereden kurtaracağız? Bu berbat eğitim sisteminden mi? O zaman geriye kalan milyonlarca çocuk, bu çocuk kadar hak etmiyor mu kurtarılmayı? Neden? Daha az zekiler diye mi? Yani ortalama çocuklar bu çürük, bu çocukları birbirinin aynısı ve birbirinin yerine geçebilir modüler mobilya parçaları haline getirmek üzere tasarlanmış ama neyse ki çok beceriksizce yapıldığı için onu dahi beceremeyen bu eğitim sisteminden kurtarılmayı zeki çocuklardan daha mı az hak ediyor? Ya da acaba bu sistemi değiştirme yükümlülüğümüzden kaçmanın bir yolu mu böyle kurtarışlar, bu tartışmalar?

Bu sene liseye geçiş sınavına bir milyon sekiz yüz bin çocuk girecek. Normalin bir buçuk katı. Neden? Çünkü sekiz sene önce, pskiologlar ve eğitimciler tek bir ağız olup, okula altı yaş öncesi başlamanın sakıncalarını ısrarla anlattıkları halde, beş buçuk yaş üstü çocukların okula yazdırılması zorunlu hale getirildi. Neden? İşte. Çünkü mutlakiyet isteyen güç keyfiliği sever. Ve velilerin zayıf itirazları kısa bir sürede, eğitimli velilerin çocuklarını altı yaşa kadar bekletme yollarını bulma çabasına dönüştü. Zaten eğitimsiz olan, zaten okula çok daha dezavantajlı başlayacak çocuklar ise beş buçuk, hatta beş yaşında okula başlatıldı. O sene altı yaş altı başlayan çocukların büyük çoğunluğu okuma yazma öğrenemedi. Altı yaş üstünün çoğunluğu ise sene sonunda okuyup yazabiliyordu. Eğitimde başlangıçtaki farklar, arada ciddi müdahaleler olmazsa, zamanla kartopu gibi büyür. Ne oldu beş yaşında başlayan çocuklara? Bu devrede öğrenci sayısı bir buçuk kat artmışken, sekiz senedir liseleri bu fazla öğrenci sayısına hazırladılar mı? Hayır. Bu sene sınava girecek çocukların istediği liseye girme şansı çok daha az. Aynı sorunu üniversitede, sonra iş ararken de yaşayacaklar. Ömür boyu sürecek bir dezavantaj. Neden? İşte bunu dert edinin. Asıl dert edilesi sorun budur.

Çocuğum çok zeki, ne yapmalıyım, diye soran ailelerden geçilmiyor. Gizli bir övünme mi, samimi olarak bu sistemde ne yapacak endişesi mi, emin değilim. Ama aynı sistemde zekâsı ortalamanın altında olan çocuklar için ne yapacağız diye soran yok. Halbuki kötü sistemlerden ortalama altı zekâdaki çocuklar da kötü etkilenir. Ortalama çocuk da kötü etkilenir. Farklı yollarla belki, ama hepsi çok kötü etkilenir. Bu çocuklar daha mı az değerli? Ya da ne bileyim, bir çocuğunuz diğerinden daha az zekiyse, onun eğitimine daha az zaman ve kaynak mı ayırmanız gerekir? Bu benim aklıma yatmıyor. Bir grup "kurtarılmayı" daha çok hak etmiyor. Her alanda eşitlikçi olup, eğitimde ayrımcı olmak birbiriyle bağdaşmıyor. Hatta diyelim ki faydacısınız. Zeki çocuklara ağırlık veren bir sistemin, toplum için tüm çocukları daha iyi eğiten bir sistemden faydalı olduğuna neden ikna oldunuz? Var olan sistemde herkesin kendi çocuğunu kurtarmaya çalışması çok doğal ama hiç değilse sistem değişikliğini konuşurken, eşitlikçi düşünebilmemiz gerekiyor.

Çocuk zekâsı. Ne meraklıyız çocuk zekâsı konuşmaya. Sanki zekâ tartışılmaz en değerli insan özelliğiymiş gibi. Çünkü zekâ başarıya ve dolayısıyla itibara ve paraya tahvil edilebilecek bir özellik diye düşünüyoruz. Önceliğimiz de bunlar. Ama size bir sır vereyim. Dünyanın en başarılı insanları, en zeki insanları değil. Hatta dünyanın en iyi bilim insanları dahi, ille de en zeki bilim insanları değil. Çünkü başarı pek çok etkenin birleşiminden çıkıyor: Azim, disiplin, hırs, merak, sabır (bazen de sabırsızlık), insanları etkileme yeteneği, bağlantılar, cazibe ve şans, düpedüz şans. Yani sadece zekâdan kimseye ekmek çıkmaz. 

Erk zekâdan korkmaz. Zekâyı devşirmek kolaydır. Erkin cesaretten, iyilikten, meraktan ödü kopar. Bunlar devşirilemez. O nedenle düzen, zekilerin değil, cesurların, meraklıların, iyilerin peşine düşer, onları bastırır. Omurgasız -hele de kibirli- bir zekâ, kolaylıkla kötülüğün aracı, düzenin sopası olur. Oysa iyi insan, zekâsı ne olursa olsun, düzene hep tehdittir çünkü iyi olmak her durumda doğru olanı yapmaya çalışmaktır (benm kalbim temiz ekolü değil iyi derken kast ettiklerim elbet). Bu da haksızlık yapan erk sahipleriyle iyi insanı devamlı olarak karşı karşıya getirir. Alanınız ev, iş, siyaset olabilir. Her neredeyseniz, iyilik sürekli bir kavga gerektirir. Belki de bu yüzden neredeyse kimse nasıl iyi bir çocuk yetiştiririm diye sormuyor. Vallahi sormuyor. Çocukların zekâsı hakkında sayısız soru duydum, iyilik konusunda neredeyse hiç. 

Ahmet Şık zeki biri. Ama ülkenin en zeki insanlarından mıdır? Bilmem. Ama Ahmet Şık en cesur, en iyilerimizden. Doğru olanı yapmaya çalışır ve bu uğurda korkusuna yenilmeden mücadele eder. Bunca zekinin arasında, ne kadar az iyi ve cesur insan var. Üstelik de neredeyse hepsi hapiste, hapisten çıkmış, hapse girme tehdidiyle yaşıyor. Osman Kavala’yı tanımam ama tanıyan herkesten ilk duyduğum ne kadar iyi, zarif ve diğerkâm bir insan olduğu. Zekâ düzene tehdit değil ama zarif bir diğerkâmlık tehdit işte. Çok zeki ama zekâsını etrafı aşağılamaya çalışan birinin peşinden niye gitsin insanlar? O müthiş zekâsıyla beylik lafları tekrarlamaktan, ikbal peşinde koşmaktan başka bir şey yapmayanlar neye yarar? Selahattin Demirtaş lafı gediğine oturttuğunda zekâsına minnet duyarım ama onu bana asıl sevdiren zekâsıyla harman ettiği cesareti, kararlılığı, inatçı iyimserliği, çalışkanlığıdır. En sevdiğim sanatçılar başkaları için yüreği kanayanlar, konuşması gereken yerde susmayanlar, sanata dünyanın derdini taşıyıp ortaya müthiş işler çıkaranlar. En sevdiğiniz gazeteci en zekisi mi, en korkusuzca haber ve gerçek peşinde koşan mı? Hayatımda en sevdiğim insanlar yüce gönüllü, anlayışlı, dürüst olanlar, derdime ve kahkahama ortak olanlar, en zekiler değil. Neden çocuklarda en çok değer verdiğimiz özellik zekâ olsun o zaman? 

Çocuklar zekâdan ibaret değil. Hiçkimse değil. Çocukları küçükten etiketleyip, tek bir yönleriyle tanımlamaya bayılıyoruz. Çok zeki, çok dikkatsiz, çok hareketli, çok inatçı, çok çalışkan, çok uyumlu… Oysa her çocuk binbir karakter özelliğinin toplamıdır. Çok zeki olabilir ama bu zekânın alacağı şekil ancak karakterinin bütünü içinde anlam kazanır. Tabii biz, ancak ve ancak çoktan seçtiren bir eğitim sisteminde, sadece ve sadece bu soruları yanıtlama kapasitesine değer veriyoruz. Ve bu kapasitenin de kendini ancak belli şekillerde gösterebileceğini sanıyoruz. En zeki (hatta en iyi soru yanıtlayabilen) insanların çocukluklarına baksanız, söz geçirilemeyen yaramaz fırlamalar, flörtöz gönülçelenler, hayalperest pop hayranları da görüp şaşırırsınız ne kadar kafanızdaki dahi çocuk tiplemesine uymadıklarına. Ama belki asıl iyilikte ve cesarette sıradışı olanların çocukluğunu merak etmemiz gerekir daha çok. Hangi çocuklar dünyayı güzelleştirecek sorusunun cevabı orada. Belki Melda, sıradan zekâsı ile ailesini, şehrini, dünyayı yeniden kuracak olanlardan biridir. Belki umudu ve iyi yüreğiyle etrafındaki herkesin hayatını güzelleştirecektir. Ya da kök söktüren inadıyla ailesini ömür boyu yoracak, ama dünyaya kafa tutup adaletsizliklerle mücadele edenlerin başını çekecektir. 

Velhasıl yanlış sorular soruyoruz. Yanlış yerlere bakıyoruz. Çocukları seyretme ve yargılama hakkımız olduğuna inanıyoruz. Ama aslında çocukları umursamıyoruz. Yeteneklerine göre yönlendirmekten bahsediyoruz ama çocuklar yeteneklerine göre yönlendirilmek ister mi, bir an durup düşünmüyoruz. Ya da herhangi bir şekilde yönlendirilmek isterler mi? İnsanlar istedikleri yönlerini geliştirmek için destek ister, olanak ister. 

Karikatürdeki adam gibi söyleyeyim. Çocuklar aç aç! Çocuklar berbat okullarda, onların içinden bütün hevesi, merakı, sevinci, inadı çekip koparan bir sistemde, modüler vatandaşlar olmak üzere "eğitiliyor", aslında yontuluyor. Umarım eğitimleri bu açıdan başarısız olur da iyi ve cesur ve azimli yetişkinler de çıkar aralarından. Umarım hassasiyetleri baki kalır, okullara rağmen özgüvenli olurlar, bazıları insanı delirtecek kadar meraklı olmaya devam eder, bazıları her sabah iyilik yapmak için uyanır. Daha iyi okullar özel eğitim veren yerler değildir velhasıl. Daha iyi okullar Melda’ya bakıp, Melda’yı dinleyen, gören eğitimcilerin, Melda’nın Melda’yı inşa etmesine destek olduğu yerlerdir.

Böyle okullar kurmak çok zordur. Önce viral videolarda tekil vakalar üzerinden tartışmayı bırakıp, milyonlarca çocuğu düşünmemizi gerektirir. Bu sene liseye geçiş sınavına girecek 1.8 milyon çocuğun mahvettiğimiz çocukluğunu dert edin. Benim suçum yok, diye sıyrılıp çıkmayın işin içinden. Suçlu değilsek de çocuklar söz konusuysa sorumluyuz. Okulların birer kafes, öğrencilerin birer kaplan olduklarını görmemiz ve onları koşmaları için savanalarına salmamız gerekir, bizim bakışımızdan azat, keyiflerince koşabilmeleri için.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aysuda Kölemen Arşivi