Ragıp Duran
Çok korkar hukuktan gizli suçlular ve vicdansızlar
Çelişki, müthiş bir şey… Afrayla tafrayla bağıra çağıra bir fikir savunuyorsun ya da bir eylemde bulunuyorsun, haklı ve güçlü olduğundan eminsin, ama aradan 24 saat geçmiyor, öyle bir söz ediyorsun, öyle bir iş yapıyorsun ki, ilk sözün ya da ilk işin de, ikincisi de batıyor ve sen de komik hatta rezil duruma düşüyorsun.
Bu aralar Ankara semalarında ve büyük bir ihtimalle Çukurambar’ın ötesinde bir yerlerde yeraltında da öyle tenakuzlar yaşanıyor ki, sormayın gitsin.
Mesela, malvarlığını ya da parasını yurtdışına götüren işverenlere çattı bir gün, akşam herhalde birileri kulağını büktü, ertesi gün hemen tam tersini söyledi. Belki de ilk günkü sert açıklamasında, ki ihanet filan demişti, kendi durumu da aklına geldi, onun için ertesi gün tekzip yayınladı.
Gülen Cemaati konusunda aldatıldığını açık seçik söylemişti. Geçen gün ‘’Ben siyasi hayatımda hiç aldatılmadım’’ demez mi? Yoksa Gülen meselesi siyasi değil de mali bir sorun muydu acaba?
Zarrab hadisesi ve şahsiyeti, çelişkiler kataloğunun en zengin kahramanı: Bir gün hayırsever iş adamı, ertesi gün benim hapisteki vatandaşım, sonra itirafçı, ardından casus, CİA ajanı da oldu, SAVAMA’ya da girdi, tabi ki birileri hemen FETÖ’cü damgasını da yapıştırdı. Bir tarafta binbir surat Zarrab, diğer cephede suratsızlar yani yüzsüzler güruhu.
Üstelik artık çok kitleselleşmiş kayıt mekanizmaları var günümüzde. Özellikle devlet kademesindekilerin her sözü, her eylemi kayıt altına alınıyor. Televizyon, radyo, gazete, İnternet sitesi, kamera, mikrofon var bu dünyada. Ve peş peşe ya da yan yana yayınlayınca iki açıklamayı, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumları. Kumpas, montaj, sahte, küçük yeğenim kopyala yapıştır yapmış filan dersen kahkahanın desibeli artıyor, o kadar.
Kural, kaide, usulüne göre çıkartılmış ve düzgün bir şekilde uygulanan kanunlar olmayınca, kısacası hukuk devleti yerini Tek Adam Devletine bırakınca bunlar kaçınılmaz.
Aslında toplumda, hakikatte ve uygulamada olmayan bir şeyden söz etmek, onun hakkında yazı yazmak zor. Olmayan şeyin neyini yazacaksın? En fazla, olsaydı şöyle olurdu, mantığı güdebiliriz.
HUKUK’tan sözediyorum. Arapçadan geçme bir sözcük. Anlamı: Haklar.
Bir sözlük şu karşılıkları vermiş hukuk için:
(Hakk. C.) Haklar. * İnsanın cemiyet hayatında riâyet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yâni; şer'i ve adli hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler. * Şeriat kitablarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler. * Üniversitenin hukuk tahsili yaptıran kısmı.
Ben çocukken evde kulağıma arapça, latince sözler çalınırdı: Mütalaa (Görüş, değerlendirme), Devlet Şurası (Danıştay), Makabline şamil (Geçmişe/geriye yürürlü), Ehlivukuf (Eksper, uzman), Sui Generis (Kendine özgü), de facto/de jure (Uygulamada/Hukukta, teoride)…
Kısa pantalonlu iken bizim eve Sıddık Sami Onar, Ragıp Sarıca, Tarık Zafer Tunaya gibi hukuk profesörleri gelirdi. Onların konuşmalarını dinlerdim ama pek bir şey anlamazdım. İlkokula gidiyordum daha…
Çok sonraları hukuk eğitimi aldım. Bende teknik bilgiden çok, güçlü bir adalet duygusunun oluşmasına katkıda bulundu bu eğitim. Uluslararası Hukuk okuduğum için, gazeteciliğe başladığımda, ‘’Sen dış haberlerde çalış!’’ dediler. Askerde elektronik mühendislerine televizyonu açıp kapama görevi verildiği gibi. Neyse…
Hukuku uygulatacak olan mekanizma, kamu idaresi yani Devlet, uzun bir süreden beri işlemez durumda. Reis korkusu, FETÖcülükle suçlanma tehlikesi, hukuk hatta kanun tanımaz yaklaşım, keyfiliği egemen hale getirdi. Değerlendirmede ya da yargıda, ‘’Bu yapılan iş hukuka uygun mu?’’ diye bakılmıyor. ‘’Beyefendi acaba ne der?’’ sorusuna verilen cevaba göre işlem yapılıyor, karar veriliyor.
Bir çok açıklamayı ve bir çok tutumu anlamak, değerlendirmek yani eleştirmek için ille de hukuk eğitimi almış olmak şart değil. Çok basit bir mantıkla bunların yaptıklarının ne kadar tutarsız, ne kadar saçma olduğu pat diye ortaya çıkıyor.
Mesela Istanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kalktı New York’daki mahkemenin savcıları hakkında soruşturma açtı. Neymiş? Mahkemeye sunulan belgeler sahteymiş! Nereden nasıl ele geçirmişler bu belgeleri? Yani, New York Mahkemesinin savcılarının suç işledikleri kanaati oluşmuş ki, soruşturma açıyor. Dikkat suç ABD’de işleniyor.
İki gün sonra kalktılar, efendim Zarrab Türk vatandaşı, suç işlediyse de Türkiye’de işledi, bu nedenle yabancı bir mahkeme (Amerikan mahkemesi) Zarrab’ı yargılayamazmış!
Sen New York’daki Amerikalı savcı hakkında soruşturma açıyorsun. New York mahkemesi, ABD ambargosunu delmekten sanık TC vatandaşını yargılayamayacak, öyle mi?
Komik hatta rezil oluyorlar, farkında değiller. Farkında iseler, çaktırmamaya çalışıyorlar.
Bilgi önemli. Ceza Hukukçusu diye yandaş ekran gülü konumundaki bir zat, meğerse New York davasındaki sanıklardan birinin avukatı imiş. Bu bilgiye sahip olunca insan, sözkonusu zatın neden bu kadar hararetli bir şekilde iktidarı savunduğunu anlıyor.
Gerçek avukatlar alınmasın, Ece Ayhan, "Türkiye’de hukukçu yok, avukat var" derdi.
Memlekette, bizim meslekdaşlarımızın davalarındaki iddianamelerin içerik ve yaklaşım olarak çürüklüğünün yanısıra usulde de korkunun izleri var: Mesela 1128 akademisyenin imzaladığı Barış bildirisinden yargılanan hocalarımızın hepsine aynı suç yakıştırılmasına rağmen sanıkları tek tek yargılamayı tercih ediyorlar. Keza Özgür Gündem’le Dayanışma amacıyla yapılan Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenleri Kampanyasında da sanıklara yönelik suçlama aynı olmasına rağmen toplu yargılamadan kaçındılar.
Oysa ki mahkemelerin dosya yükü zaten çok ağır!
Hukuk, suça bulaşmamış yurttaş için emniyet kemeridir. Hukuk sayesinde yurttaş, yaşam hakkından bilgi edinme hakkına kadar bir dizi hakkının güvence altında olduğuna inanır. Başına olumsuz bir şey gelirse, bağımsız, adil ve tarafsız yargıya güvenir.
Suç işleyenler ise hukuktan doğal olarak korkar. Çünkü hukuk haklıyı korur, haksızı cezalandırır.
Trump ve Erdoğan’ın çekindiği, uzak durduğu, nötralize etmeye çalıştığı hatta hakaret ettiği kesimler arasında gazeteciler ve akademisyenlerle birlikte en çok yargı mensuplarının olması tesadüf değil.
Hukukun, siyasetin ya da Tek Adamın emrine girdiğinde, yani ortadan kaybolduğunda, ne kadar kıymetli ve önemli bir mecra/araç/mekanizma olduğunu anlıyoruz. Bir şey daha gördük bu aralar: Hukuksuzluğu örtmeye ne din istismarı ne de milliyetçilik kifayet ediyor.
Allah, ya da kim, hangi makam uğraşıyorsa bu işlerle, kimseyi hukuksuz bırakmasın. Amin!