Cumhuriyetin kapısındaki 'girilmez' tabelası

Bir haftadır şu sahaf dükkanının kapısına asılı "Yahudiler Giremez" yazısını düşünüyorum. 'Biz ırkçıyız, mutluyuz'. İşte Cumhuriyetin yüzüncü yılında kapıdaki tabela bu. Azınlıklar ve farklılar giremez.

Bir haftadır şu sahaf dükkanının kapısına asılı "Yahudiler Giremez" yazısını düşünüyorum.

Dünyada her ırkçı akım zamanında dükkan kapılarına "Bilmemkimler giremez" yazısı astırmıştır.

ABD'de bir dönem ve hala bazı eyaletlerde bazı restoranların kapılarında 'siyahlar giremez' yazıyor. Avrupa'daki bazı spor kulüpleri çaktırmadan da olsa Ortadoğulu sporculardan uzak duruyor. Hatta ten rengi farklı sporcuları kadrolarına almıyorlar.

2009 yılında Eskişehir Osmangazi Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı Niyazi Çapa hazırladığı bir pankartta "Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez, köpeklere giriş serbesttir" yazmıştı.

Pankart TCK'nın 216. maddesini ihlal ettiği için 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza daha sonra para cezasına çevrilip ertelendi. Yani cezasız kaldı.

Türkiye'de bunlar cezasız kalırken yurtdışında da cezasız kalmıyor mu ? Kalıyor. İsveç'te Kuran yakanlara yapılan muamele de Niyazi Çapa'ya yapılan gibidir. Para cezası ile serbest kaldı.

Bir ticari dükkanın veya kültür merkezinin kapısına içeri girebilecek olan kişilerin kimlik veya dinlerinden ötürü kısıtlama getirmek aslında kanunen suç.

Hatırlatma mahiyetinde bu suçun tanımını TCK'dan ekleyelim :

Nefret ve Ayırımcılık Suçu

TCK Madde 122

-(Değişik: 2/3/2014-6529/15 md.)

(1) Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;

a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,

b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,

c) Bir kişinin işe alınmasını,

d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Bu pankartları asanlar yukarıdaki şıklardan 'a' dışında hepsinde suç işlemiş oluyorlar. Ancak tabi Cumhurbaşkanı'nın mitinglerde Avrupa'ya 'göstermelik' ayar verdiği 'One minüt'lerinin sonunun gelmediği şu günlerde hiçbir savcı bu yukarıdaki kanun ile suç duyurusunda bulunmayacaktır.

Türkiye'nin 100. yılına kadar nasıl geldikleri için şükür eden 'azınlıklar' da dava açma cesaretini bulamayacaklardır.

Melis'teki Hristiyan temsilciler ne yapmaktadır bu günlerde çok merak ediyorum. Garo Paylan'ın eksikliğini bu günlerde daha çok hissediyorum. En azından soru önergesi verirdi. 2009'da da

Eskişehir'deki olay için de Eren Keskin dilekçe vermişti. Eren Keskin biz Ermenilerin , Yahudilerin bu hallerini çok iyi bilen biri.

Bizlerin sesini çıkaramadığı yerlerde girişimin başkasından gelmesi gerektiğini anlayanlardan.

Peki ama kapıya bu yazıyı asmak kime ne sağlıyor.

Öncelikle Hiçbir Türkiyelinin mülterinin suratından Yahudi veya Ermeni olduğunu anlayamayacağına eminim. Dolayısı ile bir Yahudi aslında bu sahaf dükkanına gidip alışveriş yaptıktan sonra kasada kredi kartı ile ödeme yapmaz ise (ismi İshak vs değilse o da sorun değil) kim ne anlayacak ?

Anlamayacak. Peki o zaman kime bu pozlar?

Öncelikle böyle bir deklarasyon yapmak ilk olarak insanın kendi iç sesini bastırmamasından kaynaklanıyor bence. Yani bu ırkçılığını sessizce de yapabilir. Ama bilinsin istiyor bu işyeri sahipleri.

'Biz ırkçıyız, mutluyuz'...

İşte Cumhuriyetin yüzüncü yılında kapıdaki tabela bu.

Azınlıklar ve farklılar giremez.

Öte yandan da etraflarında kendilerine olan desteğin farkında olduklarından bunu göstermek istiyorlar.

Düşünün kapınıza ırkçı bir yazı asıyorsunuz ve mahalleli hiçbir şey demiyor. Kimse gelip yazıyı kaldırmıyor.

2009'daki gibi biri gidip şikayet de etmiyor. Soruşturma da açılmıyor. Konjonktür Türkiye'de Yahudi olmak için hiç uygun değil.

İyi de konjonktür ikinci Karabağ savaşından sonra Ermeniler için de hiç uygun değil.

Rojava'ya saldırılar nedeniyle Kürtler için de.

E konjonktür kime uygun o zaman ?

Durum ırkçılara ve nefrete uygun.

İşte bu yüzden de o tabela oradan kalkmıyor, kalkınca da başka yerde beliriyor. Bugün Yahudi, yarın Ermeni, ertesi gün Süryani veya Ezidi, Keldani fark etmez.

Bunu bilen sahaf dükkanı siyasi bir deklarasyona kendi işletmesini angaje ederek geniş topluma bir mesaj veriyor. 'Siz sessiz kalanlar aslında hepiniz benimlesiniz.'

Bu konuda haklıdır. Sessizlik Cumhuriyetin 100. yılında toplumsal bir gelenek haline geldi.

Hamas ile Filistinlileri toptan yargılayanlara sessiz,

tüm Yahudiler, İsrail devletinin politikalarını yargılayanlara sessiz,

Cumhurbaşkanı kararı ile hapse atılan insan hakları savunucularına sessiz,

Kürtlere yapılanlara sessiz,

sesi bir tek içeride ezebildiğine çıkıyor.

Meşhur bir fıkrayı hatırlatmakta fayda var.

Sarkis Çerkezyan'ın anılarında kaleme aldığı hikaye, tam bu duruma uygun dersle içeriyor.

Üç arkadaş var.

Bu üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar.

Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni.

Ama Ermeni olan aynı zamanda papaz.

Sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok.

Bağların olgun zamanı. ‘İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın’ diye bir bağa giriyorlar.

Bağın sahibi bir Türk ama onu görememişler. ‘Kaç paraysa veririz’ diyerek yemeye başlamışlar.

Bu sırada bağın sahibi gelmiş. Bakmış üç kişi üzümünü yiyor. Fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş.

Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu belli.

Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış.

Üçüncüsü de Türk.

Dönmüş Ermeni’ye, ‘Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun.

Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Sen niye yiyorsun benim üzümümü?’ demiş.

Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt’ün hoşuna gitmiş.

Adam, papazı bir güzel dövmüş. Kıpırdayacak hal bırakmamış, yere uzatmış.

Bağ sahibi biraz sonra Kürt’e dönmüş. ‘Müslümansın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. Bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, çünkü o Türk’tür. Kardeşimdir’ diyerek bir güzel onu da dövmüş ve yere uzatmış.

Bu durum Türk’ün hoşuna gitmiş.

Biraz sonra Türk’e dönmüş ve ‘Tamam anladık Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?’ diyerek Türk’e de vurmaya başlamış.


Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aris Nalcı Arşivi