Cumhurun başkanı olmak yahut partinin başkanı kalmak!

16 Nisan'ın üstünden henüz 16 gün geçmişken yapılması gereken, sonuçların meşruluğunu tartışmayı bir yana bırakıp, kimin aday olacağı konusunda aculluk etmek değildir.

Anayasa değişiklikleri oylamasının üzerinden iki hafta geçti.

Değişikliklerin hemen yürürlüğe giren bir maddesi uyarınca sn.Erdoğan önceki gün yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi'ne üye oldu.

Büyük olasılıkla mayıs ayı sona ermeden Genel Başkan olacak.

Böylece Tek Parti CHP'sinden ve 1950/60 DP'sinden de öte yeni bir yönetim modeline yelken açacağız.

Tek Parti CHP'si ve DP dönemlerinde Cumhurbaşkanları (sn.İsmet İnönü ve sn.Celal Bayar) partileriyle üyelik bağları devam etmekle birlikte, parti ve hükümet yönetimini Genel Başkan vekillerine ve Başbakanlara bırakır, kendileri devletin başında ve -sembolik de olsa- daha 'tarafsız' konumda görünmeye özen gösterirlerdi.

Oysa şimdi sn.Erdoğan Genel Başkan olacağı gibi, ardında muhtemelen bir Genel Başkan Vekili ve seçimden sonra da Başbakan kalmayacak. Hem parti ve hem de devlet yönetiminde yetkilerini kimseyle paylaşmayacak.

Partili Cumhurbaşkanı modelinin geçmişte sakıncaları göründüğü için 1961'den sonra bütün anayasalarda tarafsızlıkla ilgili hükümler yer aldı; 'Cumhurbaşkanının tarafsızlığı' ile ilgili kural ve hükümler getirildi, tarafsızlık kurumsallaştırılmaya çalışıldı.

TARAFSIZLIK ÜSTÜNE YEMNİN EDİLİYOR

Yürürlükteki Anayasa'nın 104.maddesine göre 'Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin bütünlüğünü temsil eder. Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir." Devletin başı sıfatıyla Cumhurbaşkanının -halen de değişmemiş olan 103.madde gereğince- TBMM'de ettiği ve yine edeceği yemin şöyledir:

"...görevimi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim."

1961'den önce anayasalarımızda var olmayan bu tarafsızlık vurgusu, tarihen yaşanmış sorunların sonucu olduğu kadar, hatta daha da öncelikli biçimde bugünkü Türkiye'nin ciddi ve önemli bir ihtiyacıdır.

Bugün Türkiye, nüfus yapısı türdeş ve küçük bir ülke değildir. Sorunlu bir coğrafyada, toprak ve nüfus büyüklüğü azımsanmayacak bir ülkedir.

Son kırk yılda 80 milyona varan genç nüfusu, bir güç kaynağı olduğu kadar da bir sorunlar yumağıdır. Bu büyük nüfusun eğitim ve kültür farklılıkları, adaletsiz gelir dağılımı, istihdam açığı, inanç ve etnik farklılıkları sürekli gergin bir siyasi atmosfere uygun değildir.

TARAFSIZ CUMHURBAŞKANI MİLLETİN BİRLİĞİNİN GÜVENCESİDİR

'Tarafsız Cumhurbaşkanı', bu büyük ve sorunlu yapıyı, günlük siyasi çekişmelerin dışında kalarak bir arada tutacak, siyasi çıkarların üstünde bütün 'milletin yararını' gözetecek bir kurum olarak düşünülmüştür.

Devletin varlığını ve milletin birliğini temsil etmek, ancak bütün milletin güven duyacağı böyle bir konumda olanaklıdır.

Bu anlamda 'tarafsız Cumhurbaşkanı' millet olma bilincinin ve barış içinde, birarada yaşama iradesinin gözeticisi ve güvencesi olmak ödeviyle yükümlüdür.

İtiraf etmek gerekir ki, yarım asırdan daha uzun bir süredir anayasaların amaçladığı bu tarafsızlık konumu ve kurumu, her zaman amaçlandığı ölçüde ve mükemmel işlememiştir; zaman zaman zedelenmiştir.

Siyasetin çekişmeleri içinden gelen Cumhurbaşkanları (sn.Özal, sn Demirel) önceki partileriyle ve günlük siyasetle ilgilerini tümüyle kesemedikleri gibi, siyaset dışından gelenler de farklı tutumlar sergilemişlerdir.

Örneğin sn.Korutürk, asker kökenli olmasına karşın tarafsız ve örnek görünüme özen gösterirken, yargı kökenli sn.Sezer, önceki söylemlerinin rağmına, daha yanlı bir çizgi izleyebilmiştir. 1980 sonrası yaşanan sorunların altında, 1982 Anayasasında Kenan Evren'e göre düzenlenmiş, parlamenter demokrasinin sınırlarını aşan abartılı yetkilerin yer aldığı gerçeği de unutulmamalıdır.

Ancak buna karşın, 1961'de bu güne kadar hiçbir Cumhurbaşkanı, bir partinin sözcüsü gibi davranmamış, başka parti ve partilileri açıktan muhatap ve hele hedef almamamıştır.

'Cumhurbaşkanının tarafsızlığı' bizim hukuk ve siyaset dünyamıza, geçmişin yanlışlarından ders çıkarılarak getirilmeye çalışılan bir kural ve kavramdır. Uygulama içinde eksiklerin, aksaklıkların giderilmesi, tarafsızlığın kurumlaşması amacı esas olmalıdır.

2017'DE 1940'LARA DÖNMEK KABUL EDİLEMEZ

Böyle yapmak yerine, 1940'ların da gerisine giderek, parti devleti' anlayışına yol açmak, milletin bütününü temsil eden 'Cumhur'un Başkanı'nı bir 'parti başkanı' yapmak, sadece onu siyaseten bir alt kademeye indirmek değil, milleti de önemli bir güvenden/ güvenceden yoksun bırakmaktır.

Partili Cumhurbaşkanı olmak, şu anda sn.Erdoğan'ın yararlarının gereği ve onun tercihi olabilir. Partisi de, kerhen yahut samimi olarak bu modeli içine sindirmiş olabilir. Ancak bu model kesinlikle Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun değildir. Giderek, siyasetin gerginleşmesi, güvenecek, sığınacak, bir kriz anında herkesi toplayacak, hakemliğine başvurulacak bir makam, merci, melce kalmaması açısından bir tehlikedir.

Onun için, 16 Nisan'ın üstünden henüz 16 gün geçmişken ve oylama sonuçlarının meşruluğu tartışması ortada dururken yapılması gereken, 2019'da kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı yolunda aculluk etmek değildir. Hele cumhurbaşkanının partili olmasını benimsemiş gibi, karşısına bir parti başkanı çıkarmaya çalışmak hiç değildir.

Yapılması gereken, hak edilmemiş oylarla dayatılan bu sistemin sakıncalarını anlatmak ve Türkiye'nin barış içinde birlikte yaşaması için 'tüm cumhurun başkanı' olmanın taşıdığı önemi, erdemi ve gerekliliği milletle paylaşmaktır.

Ertuğrul Günay