‘Damarlarındaki asil kan…’

Keşke bütün meselemiz sadece Erdoğan olsaydı. Oysa ki sosyal-demokrat, muhalif hatta solcu olduğunu sanan bazı şahsiyetler/kurumlar var ki, devletten de devletçi, milletten de milliyetçi. Hele mesele Kürt konusu olunca…

Ragıp DURAN

 

Yakın geçmişte meydana gelen üç olay, kendisini solcu sanan Türklerin bile olağanüstü bir şekilde milliyetçi ve devletçi reflekslere sahip olduğunu göstermesi açısından ilginç…

Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin (AKPA) son oturumunda, Türkiye’deki gelişmelerden rahatsız olan milletvekillerinin çoğunluğunun isteği üzerine, Türkiye’deki demokrasinin gerilemesi konusunda acil bir tartışma oturumu açılması gündeme gelmişti. Başkanlık Divanı, Ankara’nın baskısı ve mali şantajıyla bu öneriye karşı çıkınca, AKPA Genel Kurulunda önerinin ancak 3/5 çoğunlukla geçmesi mümkündü. Oylamada çoğunluk sağlandı, ancak 3/5’e ulaşılamadı. AKPA’da AKP, CHP ve HDP milletvekilleri var. AKPli milletvekillerinin çoğu, TBMM’deki Anayasa tartışmaları nedeniyle Strasbourg’a gelmemişlerdi. CHPliler ve HDPliler vardı. HDP, tabi ki lehte oy kullandı. CHPliler ise oylamaya katılmadı. Ayaküstü bir görüşmede bir CHP milletvekili sorum üzerine dedi ki: "Bu Avrupalıların çoğu Türkiye düşmanı. Biz bu oyuna gelmemek için oylamaya katılmadık. Ayrıca HDP ile aynı safta oy kullanmayı Türkiye’de tabanımıza anlatamayız". Oylama konusunun Türkiye olmadığını Erdoğan rejimi olduğunu anlatmaya çalıştım ama nafile. Artı, bir siyasi hareket, kendi başına özgürce siyaset belirleyemeyip, başkasının ya da rakibinin tutumuna göre pozisyon alıyorsa, o siyasi hareket zaten değersiz ve önemsizdir.

Kendisini sosyal-demokrat hatta solcu sanan bir çok insanda, bu ‘Türkiye’ yani aslında devlet ve millet sevgisi var. Kendileri Türkiye’de, zaman zaman da olsa, Erdoğan rejimini bazen sıkı bir şekilde eleştirse de, deplasmanda, Avrupa’da, ‘Türkiye’yi savunuyorum’ adı altında, Erdoğan rejimini destekliyor. Kol kırılır, yen içinde kalır! Biz bize kavga ederiz ama gavurun önünde birbirimize destek olmamız gerekir!

Türkiye hâlâ kapalı bir toplum, hâla 21. yüzyıla geçememiş durumda ve hâlâ birey kavramından çok sürü anlayışına prim veriyor. Çok milli ve çok yerliyiz yani…

Buna rağmen, son yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de her 3 gençten biri Türkiye dışında yaşamak istiyor. Ayrıca 70 milyonu aşkın nüfusa sahip bu memlekette pasaport sahibi yurttaşların sayısı 5 milyonu geçmiyor. Bildiği yabancı dili işinde kullanabilen insan sayısı ise nüfusun sadece yüzde 1’i! Bu istatistikler bile neden bu kadar milliyetçi ve devletçi olduğumuzu göstermiyor mu?

İkinci vaka: Çok şaşırtıcı olmasa da CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan-Berlin ihtilafında yine Erdoğan’ın safında yer alması. Kılıçdaroğlu, HDPli eşbaşkanların tutuklanmasına, milletvekilliğinin düşürülmesine, parti yöneticilerinin haksız hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmasına sessiz kalır hatta desteklerken,  AKP’li Tek Adam propagandacısı Bakanların  Almanya’daki ifade özgürlüğünü savunuyor. Bravo! Çünkü Erdoğan, Bozdağ ve Zeybekçi Türk ve bu devletin temsilcileri… Karşı taraf ise ya "Allah’ın Alman’ı" ya da "Kürt". Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan-Berlin anlaşmazlığında Berlin’i savunması beklenmez. Ama ‘Eyy Cumhurbaşkanı, siz Türkiye’de o kadar insanın ifade özgürlüğünü kısıtlarsanız, Almanya’da da size aynısını yaparlar!’ diyebilirdi.

Son olay ise sosyalistliği tartışmalı da olsa Sosyalist Enternasyonal’in son toplantısında, Başkan Yardımcısı CHP’li eski milletvekili Umut Oran’ın  PYD’ye karşı kahramanca savaşması. Aslında okumuş-yazmış, efendi bir zat olan Oran, CHP’li kimlik, hele de uluslararası arenada ‘Türk sosyal-demokratı’ kimliği su yüzüne çıkınca, değme Kürt düşmanlarına parmak ısırttırıyor. Oran’dan beklenen, Ertuğrul Kürkçü’nün belirttiği üzere, Türkiye’deki baskıları Sosyalist Enternasyonal’e taşımak, demokratik-özgürlükçü dayanışma ve desteği sağlamak olmalıydı. O ise, kesinleşmemiş gayrı-resmi raporlara dayanarak, PYD’nin İnsanlık Suçu işlediğini öne sürüp, Suriyeli Kürtlerin siyasi temsilcisinin Sosyalist Enternasyonal’e tam üye olmasını engellemiş. IŞİD sözcülüğüne soyunmuş bir açıdan… Aynı karakterdeki Sözcü gazetesi de zevkten dört köşe, ‘AKP’nin yapamadığını CHPli yaptı’ manşetiyle veriyor. Bir sürü somut yanlış var, bu açıklamalarda: Bir kere ‘İnsanlık Suçu’ işlediği öne sürülen örgüt PYD değil YPG. İkincisi, AKP, Sosyalist Enternasyonal üyesi olmadığına göre Oran’ın yaptığını zaten yapamaz. Ayrıca AKP devleti, Suriye’de zaten YPG’yi bombalayarak, Oran ve IŞİD’le birlikte Kürtlere karşı savaşını sürdürüyor.

Ben kendimi bildim bileli, bu ‘Vatan, Millet, Sakarya’ edebiyatından uzak durmaya çalışırım. Çünkü bu söylem, egemenlerin söylemidir. Bu söylem yapay bir birlik oluşturmaya yönelik, milliyetçi bazen ırkçı çoğu zaman da devletçi bir söylem. Üstelik sürü ideolojisinde sık geçer.

Bizim Ulusal Marş ya da Gençliğe Hitabe gibi popüler ve resmi metinlerimizde, ‘damarlarındaki asil’ kan gibi ‘neurovasculaire’ terminolojiden dizelerle, ‘hakkıdır Hakka tapan’ gibi ilahiyat edebiyatından parçalar vardır.

Son yıllarda Ermenilerin, özellikle Hrant Dink’in ve tabi ki Kürtlerin muhalefeti, Türk egemen mentalitesini/devletçi zihniyeti sorgulamak için iyi bir zemin yarattı.

Geçmişle ve bu olumsuzluklarla yüzleşmeden medeni olmak, çağdaş olmak, demokrat olmak çok zor. Hatta imkansız.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi