davamız kudüs mü?
türkiye’de, özellikle iktidara yakın islami çevreler, filistin’le ilgili faaliyet ve söylemlerini son bir yıl içinde, kudüs’ün islamlaştırılmasına odakladı.
biliyorsunuz, gazze şeridi 2007 yılından beri abluka altında. abluka, tıbbi gereç ve ilaçlar başta olmak üzere birçok hayati maddenin gazze’ye girememesi anlamına geliyor. sonuncusu 2015’te gerçekleşen israil saldırıları, işgal gücünün politik esirlerin ailelerinin yaşadığı evleri yıkması, yerleşimcilerin konutlara saldırması gazze’de büyük bir inşaat ihtiyacı doğuruyor ve bunun için gerekli olan çimento da –hamas’ın tünel yapımında kullandığı gerekçesiyle- yetersiz miktarlarda giriyor gazze’ye. bu yüzden büyük bir konut sıkıntısı var. birleşmiş milletler insani yardım koordinasyon ofisi, hazırladığı bir raporda 1.8 milyon gazelinin dış dünyadan ve filistin’in kalan kısmından tecrit edildiğini ve mısır’ın, tek çıkış noktası olan rafah kapısında uyguladığı sınırlamaların da gazze’de yaşayanların yaşam koşullarını kötüleştirdiğine işaret ediyor. 2013 yılında, yani mursi iktidardayken, mısır gazze’nin tünellerine lağım pompalamıştı. oysa tüneller gazzelilerin temel ihtiyaç maddelerini temin etmesini, dışarıya ulaşabilmelerini sağlıyor.
israil işgal devleti, bütün bunlar yetmezmiş gibi, 11 yıldır abluka altında olan gazze’ye elektrik ve su kesintisi uyguluyor. geçtiğimiz hafta israil kabinesinin elektrik kesintilerini yüzde 40 oranında arttırma kararına karşılık, ablukanın sonuçlarını izleyin israilli bir insan hakları kuruluşu olan gisha, hastane ekipmanlarının çökeceği uyarısında bulundu. bu son kesintiden önce gazze’nin birçok yerine günde sadece dört saat elektrik veriliyordu ve kesintiler sırasında kullanılan mumların sebep olduğu yangınlar ve soğuk sebebiyle 24 çocuk hayatını kaybetmişti.
gazzeli genç bir doktor, bilal debur (ya da ingilizce transkripsiyonla belal dabour; takip etmek isterseniz ingilizce yazdığı bir blogu ve twitter hesabı da var), gazze’nin ihtiyaçlarını sayarken, ablukanın kalkmasını, batı şeria ve kudüs’le bağlanabilmeyi, seyahat özgürlüğünü sayıyor ve, "…(gazze’nin) kendisine karşı işlenen suçlarla ilgili hesap verilmesine ve adalete ihtiyacı var çünkü adalet olmadan barış bir seraptır. gazze’nin, yaşama ve refaha ulaşmak için rahat bırakılmaya ihtiyacı var," diyor.
buna karşılık, türkiye’de, özellikle iktidara yakın islami çevreler, filistin’le ilgili faaliyet ve söylemlerini son bir yıl içinde, kudüs’ün islamlaştırılmasına odakladı.
kudüs’te bulunan mescid-i aksa, tüm islam alemi için önemli olduğu kadar filistin ulusal kimliğinin de bir parçası. israil buraya yahudilerin girmesini sağlayarak bu kimliğe zarar vermeye çalışıyor. ama bu filistin davasının özü değil, israil işgalinin sonuçlarından sadece bir tanesi. biliyorsunuz, diyanet işleri başkanlığı iki yıl önce umre programına kudüs’ü de kattı. geçtiğimiz günlerde sümeyye erdoğan, kudüs’e mümkün olduğu kadar sık ziyaret etme çağrısında bulundu. (böyle bir çağrıya yoksul müslüman nüfusun nasıl uyacağı da ayrı bir konu tabii.) bu ziyaretlerin israil üzerinden yapıldığını ve israil’e gelir sağladığını hatırlatayım. filistinliler, israil’in, turizm de dahil olmak üzere her alanda boykotunu talep ederken…
yine özellikle iktidara yakın islami çevreler, filistin’i hayallerindeki neo-osmanlı toprağının bir parçası olarak gösterme eğiliminde. oysa filistin halkının israil işgalinden kurtulup bir başka –müslüman- ülkenin işgali altına girmek gibi bir talebi yok. filistinlilerin bir kısmı, akdeniz’den ürdün nehrine uzanan tarihsel filistin toprağında, her inançtan filistinlinin yaşayacağı özgür, bağımsız, laik ve demokratik bir filistin, bir diğer kısmı da israil’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve buralarda bağımsız bir filistin devleti kurulmasını talep ediyor. yani türkiye cumhuriyeti bizi ilhak etsin gibi bir talep yok.
türkiye’nin tutum değişikliğini iç kamuoyu mavi marmara davasıyla fark eder oldu. ama aslında meselenin filistin doğalgazının satışıyla ilgisi var. lafı uzatıp ne sizi sıkayım ne de editörü zora koşayım, bu iki konu önümüzdeki yazıya kalsın.