Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Demokrasinin kısa şafağı
Bir süredir bu köşede yer alan Tarih Tersleri, sadece tarihle ilgili bildiklerimizi sorgulatma amacıyla yazılmıyor, dolaysız veya daha çok dolaylı olarak bugünle ilgili ders çıkarma olanağı sunmak istiyor.
Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihi bağlamında daha sürecin başında, yani temellerde bulmaya davet ettiğim hastalıklar (sorunlar, kusurlar ve eksiklikler) sonraki dönemler için demokrasi tarihinin dönüm noktalarıyla ilgili önemli dersler içeriyor.
Bu hastalıklar, şu anda yaşanan küresel demokrasi krizini ve Türkiye’nin başını çektiği popülist otoriter rejimleri anlamak ve aşmak için bilinmesi gerektiğine inandığım tarihsel arka planda belirleyici rol oynuyor.
Ancak bunun için yanlış bilinen olguları düzeltme veya bilinmeyen olguları gün yüzüne çıkarma gibi bir amaç ve sansasyonel söylem amaçlamıyor. Tarih Terslerinin amacı, aslında olgusal düzeyde (özellikle tarihçiler tarafından) çok iyi bilinip, hakkında çokça yazılmış çizilmiş olsa bile, eleştirel düzeyde siyasi sosyolojik ve kültürel analizlerde yeterince hesaba katılmayan ‘tarihi olayların’ sorunlu ve aksak yönlerini genel geçer prensipler temelinde kritik etmek ve okurları bunları farklı bir gözle değerlendirmeye davet etmektir.
Bu bağlamda, Tarih Tersleri, önemli olgusal yanlışlıkları düzelten “bildiğiniz gibi değil” babında yazılar amaçlamıyor. Aynı şekilde güncel bir krizin çağrıştırdıkların veya yıldönümleri vesilesiyle bir konunun doğru veya alternatif anlatımını da amaçlamıyor. Aslında yaygın akademik literatür üzerinden kolayca ulaşılabilecek bilgiler üzerinden, özellikle güncel sorunları göz önünde bulundurarak farklı bir analiz veya okumanın gerekli olduğuna inandığım yerde, paradigma düzleminde müdahaleye ihtiyaç olduğuna inandığım için bu yazılar yazılıyor.
Bu inanç doğrultusunda, mesela demokrasi tarihinin önemli hastalıklarından egalofobi meselesi, günümüzde etkileri Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm ‘azınlıklar’ için can yakıcı şiddete hissedilen bir sorunun tarihsel çerçevesi bağlamında Osmanlı-tipi kast sistemi ile birlikte Tarih Terslerinde bir süre ön plana çıktı.
Yine bu nedenle, Cumhuriyetin Yüzüncü Yılı vesilesiyle kulaklarımızı sağır eden onca kuru gürültü nedeniyle, son haftalarda bu tartışmayı cumhuriyetçilik ve dolayısıyla demokrasi anlayışının bu topraklardaki zayıflığı temelinde ele ele aldım. Bunu yaparken, cumhur, demos, halk veya millet denilen olgunun bu süreçteki yer(sizliği)nin altını özellikle çizdim.
*****
DEMOKRASİNİN TEMELİ OLARAK MODERLEŞME SÜRECİ VE İKİ KULVARI
Osmanlı’da demokrasi tarihinin ilk kulvarını, bir yandan devlet eliyle başlatılan modernleşme sürecinin köşe taşları olan Tanzimat ve Islahat Fermanları oluştururken, Osmanlı’da ilk modern sivil muhalefet kuşağı olarak Genç Osmanlılar da ikinci kulvarı oluşturmaktadır.
Bir süredir bu köşede ele aldığım sivil muhalif kuşağın devlete olan maddi ve zihinsel bağımlılığını ve aslında demokratik olarak birçok konuda devletin gerisine düştüğünü tekrar ve demokrasinin temelini oluşturan hukuk devleti koşullarının özellikle 1839’dan itibaren birinci kulvarda yaratıldığını hatırlatmak isterim. Özelde anayasa (Kanun-i Esasi) ve parlamentonun (iki kanatlı Meclisi Umumi) adeta ön tarihi niteliğindeki modern kanunlaştırma ve kurumlar (divan, şura, meclisler ve özellikle vilayet meclisleri), bu koşulların yaratılmasında hayati rol oynamıştır.
Bu yazıda bunlara, şunu da eklemek isterim: Birinci kulvardaki bu gelişmeler, esasında Saray (saltanat) ile Bâbıâli (modern bürokrasi) arasında bir güç savaşı şeklinde yaşanmış ve her dönem denge bir odaktan diğer odaktan yana değişebilmiştir.
Kısaca: 1820’lerde Saray’ın iktidarını konsolide eden II. Mahmut döneminde yetişmiş, Mustafa Reşit Paşa başta olmak üzere, (hepsi modernist olmasa da) modern asker ve sivil bürokratların Bâbıâli merkezli iktidarı, Sultan Abdülmecit döneminde (1839-1861) çok artmıştır. Sultan Abdülaziz döneminin (1861-1876) ilk on yılında ise özellikle Ali ve Fuat Paşalar önderliğinde Bâbıâli en güçlü dönemini yaşamıştır. Bu dönemin ikinci yarısında ortaya çıkan ilk modern sivil muhalefet kuşağı olarak Genç Osmanlılar’ın sentezci ve egalofobik özellikleri de bu dönemde devletin Bâbıâli merkezli radikal ve otoriter modernist politikalarına karşı tepki olarak vuku bulmuştur. Daha başından sivil muhalefet, otoriterliğe karşı geliştirdikleri tepkinin yanına, radikal eşitlikçiliği ve demokrat karakteri maalesef katamamıştır.
Birinci kulvarı oluşturan iktidar blokundaki güç savaşında, Fuat Paşa’nın 1869 yılında ve Ali Paşa’nın 1871 yılında vefat etmesinden sonra, Abdülaziz’in güç dengesini Saray lehine dönüştürme çabası, Bâbıâli’nin gücünün zayıflamasına yol açmış ama Saray’ın gücü kendisinde toplaması da tam olarak mümkün olmamıştır.
*****
DEMOKRASİNİN ŞAFAĞI OLARAK 1. MEŞRUTİYET
İşte Osmanlı ve Türkiye’de demokrasinin şafağı olarak kabul edilen I. Meşrutiyet (1876-1878), tam da bu güç savaşlarının doruğunda (hatta bu savaşın sonucu olarak) yapılan bir darbe
‘sayesinde’ meydana gelmiştir.
Her açıdan çok büyük krizlerin yaşandığı Abdülaziz saltanatının son beş yılında (1871-1876) Saray ile asker-sivil bürokrasi arasında yaşanan güç savaşının sonucu olarak yapılan bir darbe ‘sayesinde’, önce bu topraklardaki ilk anayasa ilan edilmiş (23 Aralık 1876) ve sonra ilk emparyel meclis, yani ‘ulusal’ parlamento 19 Mart 1877’de toplanmıştır.
Demokrasinin şafağı olarak değerlendirilecek bu dönem iki yıl sürmemiştir. Üstelik, bu şafak maalesef gündüz (demokrasi) değil de gece (istibdat) ile bitmiştir!
Herkesin hemen ulaşabileceği bu ve benzeri temel tarihi bilgilerin basit bir değerlendirmesinin bile yaklaşık 150 yıllık demokrasi tarihinin hastalıklarını göstermesi gerekir. Ancak, özellikle günlük politikada yaşanan ve sosyolojik ve kültürel etkileri artık her alanda görülen kutuplaşma ve onun yol açtığı entelektüel fanatizm (seçici algı ve seçilmiş körlükler) bunları görüp değerlendirmeye engel oluşturmaktadır.
Bu nedenle, bence bugün olgusal bilgilerin faş edilmesi veya revizyonundan çok, bunların fanatizmden uzak bir perspektifle eleştirel analizi sayesinde bu engeli aşmak mümkün olur gibi geliyor bana. Bu perspektifin (yeniden) yaygınlaşmasını amaçlayan mücadele ve eleştirel analizin öğrenilmesini amaçlayan eğitim konusunda asıl görev siyasete ve sivil toplum aktivizmine düşmektedir. Ancak, gerekli entelektüel zeminin yaratılması, aydınların/münevverlerin işidir.
Birbirlerini okuyan, birbirlerini dinleyen ve birbirleriyle konuşan aydınlar/münevverler başarabilir bunu…
Bunun fazla ütopik bir koşul veya beklenti olduğu düşünülebilir, ama gerçekçi olup imkansızı amaçla mottosuyla Tarih Terslerinde, ilk anayasa ve ilk parlamento örneği olması nedeniyle demokrasinin şafağı olarak kabul edilen I. Meşrutiyet’i (kıssadan hisseler çıkarılması ümidiyle) gelecek yazılarda tartışmak istiyorum.
****
Demokrasinin şafağında sürecin sadece bir girişim olarak kalması ve karşımıza çıkan birçok gelişme, sonraki dönemlerde adeta aynı şekilde tekrarlanmıştır.
Meseleyi bu perspektifle değerlendirdiğimizde karşımıza çok öğretici tablo çıkmaktadır.
Bu tabloyu sergilemek üzere, gelecek yazıdan itibaren 1876 darbesi ve sonrasında yaşananlarla ilgili olarak, her biri ayrıca ele alınması gereken, bazı genel tespitlere yer vereceğim ve bugüne kadarki süreçte karşılaştığımız benzerliklere/tekrarlara dikkat çekeceğim.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])