Eser Karakaş
Derecelendirme kuruluşları ne iş yaparlar?
Bugün doğrudan bir eğitim yazısı yazma günüm ama, dayanamıyorum, konuyu iktisada ve dolaylı olarak da iktisat eğitimine getirmek istiyorum.
Dünyanın en önemli üç derecelendirme kuruluşu arasında bulunan Moody’s Türkiye’nin notunu düşürdü, sadece genel anlamda ülke notunu düşürmedi, bankaların da notunu kırdı.
Bu not kırma sürecinde de artık alışmaya, ne demekse, başladığımız tepkiler de arka arkaya gelmeye başladı, bu not düşürme meselesinin Türkiye düşmanlarının, batı emperyalizminin, çağımızın yükselen yıldızı Türkiye’yi çekemeyenlerin bir oyunu olduğu ifade edildi.
Bu açıklamaları yapan resmi, gayri resmi çevreler bunu inanarak yapıyorlarsa gerçekten çok acıklı bir insan malzemesi ile karşı karşıyayız demektir.
Meselenin çok büyük "bilememe" boyutu var, bu arkadaşlar kredi derecelendirme kuruluşlarının ne iş yaptıklarını, bu notları hangi amaçla verdiklerini galiba bilmiyorlar, bu notların ülke ekonomisinin bütünü için genel bir değerlendirme olduğunu zannediyorlar.
Eğer mesele bir "bilememe" meselesi ise bu boyut da belirli makamlarda oturan kişiler için kolay affedilebilir bir şey pek değil ama benim naçiz kanaatim meselenin "bilememe" boyutu galiba biraz daha ağır basıyor.
Söz konusu derecelendirme kuruluşları sadece, evet sadece, bir ülkeye çeşitli nedenlerle para sokan yabancı yatırımcının riskini ölçüyorlar, bu risk, belirli nedenlerden artıyor ise, ülke ekonomisinin notunu düşürüyorlar, risk azalıyor ise de notunu yükseltiyorlar ya da sabit tutuyorlar.
Derecelendirme kuruluşlarının, mesela Moody’s’in yegane hedefi yatırımcının riskini hesaplamak ve yatırımcıya bu doğrultuda sinyal vermek ise, mesela, büyüme oranlarının yüksek çıkması çok önem arzetmiyor.
Hatta, Türkiye’de, başka bir ülke örneği daha verelim, mesela Fransa’da, yüksek büyüme oranları cari açık üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor ise yüksek büyüme Moody’s için çok da matah bir sinyal olmayabiliyor.
Yatırımcı bir nedenle Türkiye’ye yüz dolar sokuyor, bu dövizi ulusal paraya çevirip borsaya ya da devlet kağıdına yatırıyor, bir sene sonra da, vadeyi böyle tanımlayalım, TL cinsinden ana para ve faizini alıyor, vade sonundaki cari kur üzerinden dolara çeviriyor ve ülkesine geri dönüyor.
Bu süreçte, bir dizi nedenden, ulusal para birimi dolar karşısında yatırımcının öngördüğünden daha fazla değer kaybetmiş ise bir sene önce yüz dolarla ülkeye giren yatırımcı kendi ülkesine 95 dolarla dönme riskini alıyor.
Bu süreçte ulusal para neden dolara karşı değer yitirir?
Çok çeşitli faktörler söz konusu ama en başta bu süreçte Türkiye’de dolar arzının dolar talebinin gerisinde kalması belirleyici olur.
Dolar arzı neden dolar talebinin altında kalır?
Doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmez ya da az gelirse dolar arzı düşer.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımı ise bir ülkede yatırım ortamı yani hukuk devleti ilkeleri, demokrasi zedeleniyor ise azalır.
Unutmayalım 2006 senesinde 22 milyar dolar düzeyine çıkan doğrudan yabancı yatırımlar 2017 senesinde 11 milyar dolar düzeyine yani 2006 düzeyinin tam da yarısına düşmüştür.
Sizce neden?
OHAL ortamı, mülkiyet haklarının çok kolay çiğnenebileceği izleniminin Türkiye’de ve yabancı sermaye piyasalarında güçlenmiş olması, hukuk devleti endekslerinde en diplere doğru gidişimiz bu durumun temel nedenidir.
Büyük dış ticaret açığı da başlı başına bir neden.
Turizm gelirleri de arzulanan düzeyde artmıyor.
2006, 2007 senelerinde doğrudan yabancı yatırımların bir anda artmasına neden olan AB tam üyelik perspektifi de artık yok.
Eğitim kalitesi ortalama emek verimliliğinin kısa sürede artacağı ve böylece ihracat sıçraması yapabileceğimiz yönünde de bir işaret vermiyor.
En yüksek düzeyden faiz oranları üzerine getirilen baskılama da dolar kurunun artacağı sinyalleri üretiyor.
Başka bir dizi neden daha sayılabilir ama bunlar kanımca yeterli.
Bu siyasi, hukuki ve ekonomik ortamda ülkemize para getirip para çıkaracak kişinin anlamlı bir kar elde etme ihtimalini çok azaltıyor, bu durum da zaten yeni girişleri aksattığı için kendini olumsuz anlamda besleyen bir süreç işliyor.
Derecelendirme kuruluşları yabancı yatırımcının çıkarları doğrultusunda risk değerlendirmesi yapan kuruluşlar, kimse de böyle davranıyorlar diye onları eleştiremez çünkü müşterisi onlar.
Bu kuruluşlar Dünya Bankası, IMF, OECD gibi Türkiye ekonomisi raporu veren kuruluşlar değil.
Bunu görmek, anlamak çok mu zor acaba?
AB ile ilişkileri düzeltelim, bu iş de öyle diplomatik bir konu değil, içeride ne yapacağımıza bağlı, hukuk devletini evrensel standartlara taşıyalım, OHAL’i kaldıralım, Rusya’dan bir NATO ülkesine S-400 füzesi alma saçmalığından vazgeçelim, AİHM kararlarını içeride uygulayalım, NATO’da gerekenleri yapalım, vs. bakın derecelendirme kuruluşlarının Türkiye düşmanlığı (!!!) nasıl evrilecek?
Çözümü milli bir derecelendirme kuruluşu oluşturmak olarak görürsek durum vahim demektir, unutmayalım ya da bilelim, Standard and Poor’s 1860, Moody’s 1913'de kurulmuşlar.
Bu konuda görüş belirten arkadaşların çoğu da iktisat eğitim görmüş kişiler, bu gerçek durumu daha da vahim kılıyor.