Ümit Kardaş
Devletin siyaseti ele geçirmesi
Türk’lerin Osmanlı’ya taşıdıkları gelenekte, toplumsal sorunların çözümünde mutlak yetki devlettedir.Halil İnancık,Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik dönemini anlatırken (1300-1600) merkezin,herkesi kendi konumunda tutarak tebaayı koruduğunu belirtmekte.
Tebaanın,padişahın ve bürokratik merkezin yaptırımlarından korkar durumda tutulması, korku ile gelecek arasındaki gel-gitler , Osmanlı siyasi kültürünün sürekli bir gerilim temeli üzerinde şekillendiğini göstermekte.
Merkez-çevre ilişkisi bakımından, Osmanlı geleneğinde, İngiltere’deki uzlaşma-işbirliği geleneğinin aksine uzlaşmazlık ve gerilim vardır.
Cumhuriyet, Osmanlı’daki devlet-tebaa çatışmasını tevarüs etmiş, bürokratik seçkinlerin aşkın devlet anlayışı daha çok devlet sonucunu doğurmuş durumda. Bugün yaşanan gerilim, bu tarihsel geleneğin sonucu.
Gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde sonu anlaşma ile biten bir çatışma bulunmamakta. Merkezden yapılan dayatmalar sonucu, biz olunamadı, siyasal bütünleşme sağlanamadı.
Demokrasiye geçişte de, bu nedenle siyasal yaşam meşruiyet krizi yaşamakta. Çevreden merkeze gelen yeni güç de , devletin zihniyet kodlarını temsil edenlerce kuşatılıp ehlileştirilerek aynı kodlamanın icracısı durumuna sokulmakta.
Uzlaşma- işbirliği yerine kamplaşma, gerilim ve çatışma üretilerek eskimiş zihniyet kodları korkularla beslenmekte.
Seçime devletle aynı zihniyet kodlarını paylaşan MHP liderinin manipülasyonuyla OHAL ile birlikte adaletsiz koşullarda ve baskın şekilde gidilmesi ve ortaya çıkan seçim sonuçları devletin derin yapısının canlılığını ve etkinliğini göstermekte.
Devletin zihniyet kodlarıyla yani sorunları şiddet ve baskıya dayalı güvenlik politikalarıyla uzlaşan AKP iktidarı diğer yandan aynı kodlara sahip MHP lideri Bahçeli tarafından kuşatılmış durumda.
MHP’nin Güneydoğu bölgesinde savunduğu politikalar ve seçim döneminde bölgede hiçbir varlık göstermemesi karşısında oylarını bu bölgede ciddi oranlarda arttırması, bölgedeki seçim koşulları da düşünüldüğünde oldukça düşündürücü.
Devlet, başkan Erdoğan’ ı iki taraflı kuşatırken onu kendi kırmızı çizgileri içinde tutmayı hedeflemekte. Erdoğan, yeni sistemde demokratik usul ve yöntemlerle denetlenemeyen bir başkan gibi gözükebilir.
Ancak onu devletin zihniyet kodlarına göre şekillenmiş devlet gücü denetleyecek ,frenleyecek ve kendi politikalarının takip edilmesini isteyecektir. Bunun da bir vesayet oluşturduğu bilinmeli..
Ayrıca yeni sistemle OHAL rejimi sürekli bir istisna halini alacağından bu vesayetin doğuracağı sonuçların demokratikleşme yönünde değil aksine daha da otoriterleşme yönünde olacağı açık.
Ülkemizdeki geleneksel devletçilik anlayışı, bir demokrasi temelinde kendi kendini yöneten kurumları hayata geçirecek bir toplumsallaşmayı engellemiş ,toplumun ve siyasetin örgütlenmesi sırasında hiyerarşik yapılara yol verilmiş ve sonuçta toplum ve siyaset devletleştirilmiştir.
Bu nedenle demokratik rejimin olmazsa olmazı olan "parti içi demokrasi" de gelişememekte, temsil durumu da hiyerarşik yapılanmalar ve söylemler üzerinden yürümekte.
Liberal-muhafazakar siyaset de, sol siyaset de, devlet eleştirisi yapmaktan kaçındı. Özellikle yerleşik sol, kendi otoriter-devletçi geleneğini sorgulamadı, tahakkümden ve hiyerarşiden arındırılmış bir toplum kavramı geliştiremedi.
Gerilimin ve çatışmanın temelinde yatan bir diğer etken de , ademimerkeziyetçi bir özyönetime, kendi kendini örgütleyip, düzenleme esası üzerine kurulu, işbirliğine yer veren bir topluma ilişkin herhangi bir yaklaşımın ve beklentinin bulunmayışı.
Merkezin, yetkilerini bölge parlamentoları üzerinden bölge halkıyla paylaşması sadece Kürtlerle ilgili bir çözüm modeli olmayıp, genel demokratikleşmenin zorunlu bir talebi.
Bölgelerde yaşayan insanların yaşadıkları bölgeyi dolayısıyla kendilerini ilgilendiren bir projeye itiraz etme ,tartışma, öneride bulunma ve kararı etkileme hakkı katılımcı demokrasinin bir gereği.
Bu hakkı ülke genelinde alınan oy oranı üzerinden yok saymak, milli iradeyi tek başına meşruiyet kriteri yapmak antidemokratik bir anlayış. Çünkü yönetim özgürlüğü siyasi özgürlüğün tabanını oluşturmakta.
Yurttaşlık kültürünün tek kaynağı olarak bölgelerin ve kentin ,katılımcı ve ekolojik bir karar sistemi, insanı ve doğayı temel alan bir dünya görüşüyle bir tür etik birlik olarak yeniden kurgulanması düşüncesi tartışma alanına girmeli. .
Siyasetin vesayetten ve hiyerarşiden arınarak iktidarı elde tutan parti dahil tüm siyasi partilerin çatışmacı kültürel kodlardan ve Hegelci devlet anlayışından uzaklaşması gerekmekte.Modern Alman romanının yaratıcısı psikiyatr-yazar Alfred Döblin’in uyarısı önemli. "Devleti ele geçirirsen o senindir,sen de onunsundur ve artık sen yoksundur"