Diaspora'nın Atatürk ile imtihanı

Ermeni diasporasının Netflix'te, Youtube'da Türkçe yemek tarifleri ve Türkçe diziler seyrettikleri de bir gerçek. Türkiye'deki izleyici ile paylaştıkları ortak bir nokta var. Siyasi gerilim yerine kafalarını dağıtacak Türkçe diziler seyretmek istiyorlar.

Başlık zaten bir sürü küfür getirecekti, o yüzden bir hafta kadar bekledim bu yazıyı yazmak için. Ayrıca özellikle ABD'deki diasporadan tanıdığım isimlerle sohbet ederek düşündüklerimin doğruluğunu başka objektiflerden de onaylatmak istedim.

Evet, Disney +'ün Atatürk dizisi konumuz. Dizinin yayınının (prodüksiyonunun değil) iptali üzerine birkaç düşünce belirtmek ve soru sormak amacım.

Genelde düşüncelerine fazla katılmasam da Fatih Altaylı'nın bu konuda, 'Disney herkesi Kemalistlerden daha fazla ve hızlı Atatürkçü yaptı' minvalindeki sözleri gerçekçi görünüyor. Ama konunun ve Kemalizm’in ve Atatürkçülüğün bugün geldiği nokta ve destekçileri ile 1923'te temsil ettiği değerler arasında dağlar kadar fark olduğunu düşünüyorum. Bu konuda fikir açıcı olması için sizlere özellikle Taner Akçam'ın Aras Yayıncılık'tan çıkan “Yüzyıllık Apartheid” kitabını tavsiye ederim.

Öte yandan, bir parantez de Fatih Altaylı için açayım. Hala atalarına ait olan Van'daki Yedi Kilise Köyü'nün Ermeni toplumunun kültürel mirası olarak geri iadesi için kendisinden 10 yıllardır adım atmasını beklediğimi belirtmek isterim.

NABZA GÖRE DİZİ VE FİLM ÜRETİYORLAR

Dönelim Disney'e.

Netflix ve Disney gibi platformların popüler olmasıyla birlikte bu platformlarda daha alternatif dizi ve filmler izlenmesi ve üretilmesi artık normal oldu. Alternatif ve bağımsız dizi dünyası gibi işliyor bu platformlar. Öte yandan kendi deşifreledikleri kodlarla izleyicinin nabzını televizyonlardan ve sinemadan daha iyi tutuyorlar. Hangi dakikanın hangi sahnenin, hangi aktör veya aktristin hangi elbise ile daha çok izlediğini çok iyi biliyor Netflix, Disney ve diğerleri...Bu yüzden mesela devam dizileri ve filmleri bunlara göre çekiliyor ve buna göre senaryolar yazılıyor. Baskının çok olduğu ülkelerin sinematik üretimlerine 'belki bir katkı yaratır' diye bakılsa da, yeni bir popüler kültür oluşturmak dışında katkıdan söz edilemez sanırım.

Mesela geçen hafta İngiltere'de bir cinsel taciz davasından beraat eden Kevin Specy'nin yapımlarının yıllarca Netflix'te boykot edilmesinin arkasında sadece ve sadece bir cins'in lobisi vardı. E şimdi Kevin Spacey beraat etti. Ne oldu onca dizi ve film yok mu sayıldı yıllarca. Bu sene Tarantino'nun Cannes'a davet edilmesi de yine lobileri korkutmuştu ama festival yöneticileri sosyal medyada patlatılan skandalların ve bunların getirdiği tepkilerin sadece stream platformların takipçileri olduğunu ve sanatın insanların özel hayatları ile ölçülemeyeceğini gayet iyi biliyorlardır. Bu yüzden de tepkilere rağmen Kevin Spacey de üretime devam etti diğerleri de...

İşte Disney'in Atatürk dizisi ile ilgili kararına da biraz bu pencereden bakmak istiyorum. Evet Amerika Birleşik Devletleri'nin Ermeni lobileri, Disney'in bu diziyi yayınlamaması için çokça çalıştılar. Doğrudur. Öte yandan, Disney'in tüm yerel yapımlar içerisinde bir elemeye gittiği ve hatta kesinti yapacağının duyurulması, dolayısı ile aslında işin içerisinde biraz da online yayıncılık pazarlaması olduğu görülüyor

Yani bu platformlar nabza göre dizi ve film üretiyor.

Bu yüzden de kararların siyasi olmanın dışında finansal olduğunun da öngörülmesi gerek.

Disney'in 2023 yılının ilk çeyreğinde 161.8 milyon abonesi var. Hindistan 52 milyon, ABD 42 milyon, Brezilya 8 milyon, İngiltere 7.5 milyon... (Kaynak: https://www.bankmycell.com/blog/number-of-disney-plus-subscribers/)

Türkiye'deki abone sayısı ile 2 milyonu yeni geçmiş...

Şimdi bu finansal planlamaya baktığınızda, ABD'deki 42 milyon izleyicinin içerisindeki Ermenilerin Atatürk dizisi izlemek istemeyenlerinin oranı ile Türkiye'deki 2 milyonun izlemek istediği dizinin getirisi ve götürüsünü karşılaştırdığınızda, Disney'in kararını anlamanız mümkün. Öte yandan, karşı bir pazarlama yöntemi ile Disney’in bu dizinin yayınını iptal ederek; ABD'deki Ermenilerde “istediğimiz oldu” hissi uyandırıp, Los Angeles'ta sempati kazanmaya çalışmış olması da muhtemel.

ERMENİ DİASPORASINA SOĞUK DUŞ

İşin siyasi yanına gelecek olursak. Ermenistan devletinin diaspora ile arasında uzun süredir bir soğukluk var. İkinci Karabağ savaşının kaybedilmesi ile birlikte açılan ara son olarak diaspora temsilcisi Sinanyan'ın, 'Soykırımın tanınması konusu kapanmıştır. Soykırım tanındı (Biden'ı kest ediyor). Şimdi Karabağ'a bakmamız gerekiyor' sözleri sorun oldu. Sinanyan’ın yıllardır soykırımın tanınması için harcanan paraların aslında Ermenistan’ın güvenliğinin sağlanması için harcanabileceği vurgusunu yapması da, tüm dünyada Ermeni soykırımının tanınması için mücadele eden Ermeni diasporasına soğuk bir duş aldırdı.

Ancak bu konunun merkezinde olanlar bilir. Soykırımın tanınması aslında dipasora Ermenilerinin neden diasporada olduklarının ve mağduriyetlerinin sertifikalanması demek. Ayrıca Türkiye devleti inkara devam ettikçe diaspora Ermenilerinin asimile olması da zorlaşıyor. Çünkü köklerinden koparılmış bir millet, ancak köklerinin geldiği yerde koparıldığının kabul edilmesi ile halihazırda yaşadığı memlekette kimliksel ve kültürel olarak kendini var edebilir.

Diasporanın önünde şu anda duran en büyük sorunlardan biri de bu. Türkiye'ye geri dönmenin artık mümkün olmadığının farkında olan bir kesim için; torunları tamamen Avrupalı, Amerikalı veya Arjantinli olan ve artık dedelerinin geldiği köyün veya şehrin adını hatırlamayı anlamlı bulmayan bir jenerasyonlar yetişiyor. 'Babam Sasun'da bir dağdan geliyor'dan', 'Babam Türkiye'deki bir tepeden geliyor’a evrilen bir 'entegrasyon' tehlikesi var.

Tabii ki Ermeni toplumunun kurumsal yapılarının güçlü olduğu ülkelerde bu erime daha yavaş, ancak kimse görmezden gelemiyor. Dönüşün bir jenerasyon daha gecikmesi ve dünyanın 'parayı veren düdüğü' çalar siyasetçilere kalması ile köklerden kopma hissi daha da artıyor. Bu durumda yapılabilecek şeyler arasında 'düdük çalan siyasetçilere' 'parayla saz oynatma' metodu devreye giriyor.

ABD'deki Ermeni dostların hep dediği bir sözü hatırlatayım: “Madem bu ülkeye vergi veriyorum. Benim vergilerimle Atatürk dizisi çekmesinler. Ya da benim mahallemdeki Starbucks'ta Türkiye bayraklı Ani harabesi fotoğrafı kullanmasınlar”

Haksız değil.

Benim vergisini verdiğim mahallede nasıl çöplerimin düzenli toplanmasını istiyorsam. Mahallemde görmek istediğim ilanlara da karar verme hakkına sahibim. Ve vergilerimle üzerinde yaşadığım devletin yapacağı şeylere de.

Twitter'da (Pardon X'te) paran kadar görünürlük alıyorsan ve buna baş kaldırmıyor isen, Disney Plus'te, Netflix’de ve diğer platformlarda da öyle abone sayın kadar dizi seçme hakkına sahip oluyorsun.

OSMANLI ERMENİ DİASPORASI

Siyasi olarak tabii ki Ermeni diasporası artık çevresinde Türkiye ile ilgili daha az şey görmek istiyor. Zaten 2,5 milyonluk ülkenin doğu ve batısı sarılmış durumda. Ermeni devletinin diaspora istesin veya istemesin, hem Türkiye hem Azerbaycan ile anlaşmaktan başka çıkış yolu yok. Ama Diasporanın kendi kimliğini korumak için hala şansı var.

Burada unutmayalım ki diaspora Ermenilerinin çoğu Ermenistanlı değil, Osmanlı vatandaşı Ermeniler. Onlar için Ermenistan devletinin politikalarının gerçek anlamda büyük bir bağlayıcılığının olmaması da bu yüzden olabilir.

Bu Osmanlı Ermeni diasporasının da Netflix'te olsun Youtube'da olsun, Türkçe yemek tarifleri, ‘Yasak Elma’, ‘Üç Kızkardeş’ gibi diziler seyrettikleri de bir gerçek. Bu anlamda Türkiye'deki izleyici ile paylaştıkları ortak bir nokta var. Kafalarını dağıtacak Türkçe diziler seyretmek istiyorlar. Siyasi gerilim yaratacak diziler değil.

Kaldı ki kimse kimsenin siyasetçisini sevmek zorunda değil. Liderlerin uluslararası başarıları tarihe gerektiği gibi yazılmıştır zaten. Ama o yazılan tarihin Türkiyelilerin ortak bir geçmişi haline gelebilmesi için tekrardan yazım kaçınılmaz bence.

Bir Kurtuluş ve Kuruluş hikayesinin tekrardan yazımı zorunludur...


Aris Nalcı: 1998'de Agos'ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye'de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç - Köprü'nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV'de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aris Nalcı Arşivi