Eser Karakaş
Diyanet: Sözde sekülerler ve siyasi İslamcıların mutabakatı
Her iki kesime de, sözde sekülere ve siyasi İslamcılara, Diyanet mutabakatlarına ayrı ayrı değineceğim.
Diyanet İşleri Başkanlığı farklı kesimlerin, en uzlaşmaz görünen kesimlerin üzerinde en çok yalan söyledikleri kurum galiba; kimse meselenin özüne girmeden laf çeviriyor.
Önce sözde sekülerler: 30 Ağustos’un yıldönümü ve bu yıldönümüne rastlayan Cuma gününde Diyanet’in yayınladığı 30 Ağustos fetvasında Atatürk’ün adının geçmemesi bizim sözde sekülerleri çok kızdırdı, eline kalemi, klavyeyi alan Diyanet’i yerden yere vurdu.
Yılmaz Özdil’i ve Mehmet Yılmaz’ı, Türkiye’nin bu iki önemli gazetecisini "Sözde sekülerler" ifademin tamamen dışında tutarak, tenzih ederek, konuya ilişkin yazdıkları iki yazıdan örnek vermek istiyorum.
Ayet-el Kürsi yazılı pirinç tanesi… (Yılmaz Özdil, Sözcü Gazetesi, 31 Ağustos 2019)
"Ve dün, 30 Ağustos'ta…
Diyanet işleri başkanlığının cuma hutbesinde, Mustafa Kemal Atatürk'ten, silah arkadaşlarından tek kelime bile bahsedilmedi.
Diyaneti yöneten zihniyet, 30 Ağustos hutbesinde lafı uzun uzadıya eğip büktü, "vatan" dedi, "zafer" dedi, Mustafa Kemal Atatürk diyemedi.
Ben hiç eğip bükmeden söyleyeyim bari…
Bu diyanet, Türk milletinin diyaneti olamaz.
Emperyalizmin adeta ayakta alkışladığı bu diyanete karşı, tıpkı Börekçizade Rıfat gibi, yurtsever din adamlarımız tarafından Anadolu fetvası verilmesi lazım."
***
Dürrizade’nin ruhu Diyanet’te hortladı (Mehmet Yılmaz, T24, 2 Eylül 2019)
"Mustafa Kemal’i unutturmak, tarihten silmek için yaptıkları her şeyin, tam tersi sonuçlar verdiğini gördükçe, eminim Meşihat’ta çubuğunu tüttürürken Kuvayı Milliye zaferlerini haber alan Dürrizade’nin yaşadığına benzer kabuslar yaşıyorlardır
Büyük Zafer’in yıl dönümü nedeniyle camilerde okutulan hutbelerde Atatürk’ten hiç söz edilmemesine doğrusunu isterseniz hiç şaşırmadım.
Diyanet İşleri Başkanlığı, zaten uzun süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumu gibi davranmıyor.
Kalplerinin taa derininde yatmakta olan Dürrizade ruhu, son on yılın siyasal gelişmeleriyle birlikte hortladı, durum bundan ibaret!"
***
Sayın Mehmet Yılmaz’a, bir yakınlığım olsa idi, şunu sormak isterdim doğrusu: Diyanet gibi bir kurum, aldığı pozisyonlar ne olursa olsun, laik bir devletin genel vergilerle finanse edilen bir kurumu olabilir mi?
Çok açık ifade etmek istiyorum, sözde seküler kesim Diyanet hakkında net bir tavır sergileyemiyor.
Önce, küçük bir hatırlatma.
Laiklik devlete ilişkin bir kavramdır, kişiler, toplumlar laik olamazlar; "olamazlar" derken, çünkü laiklik kendileri için tanımlanmış bir kavram değildir, bir kişi laik olamaz, ancak laik devlet yapısından yana olabilir.
Bu çerçevede kanımca Diyanet ile ilgili temel mesele 30 Ağustos fetvasında Diyanet’in Atatürk’ten bahsetmemesi değil, Diyanet’in genel idare içinde, vergilerimizle yani sünni Müslümanın, Alevilerin, Ortodoksların, Katoliklerin, Gregoryenlerin, Süryanilerin, Musevilerin, inançsızların vs. vergileriyle finanse edilen bir devlet kurumu olmasıdır.
Bizim sözde sekülerler bu duruma pek ses çıkarmıyorlar, bir laik devlet kurumunun fetva vermesine kızmıyorlar, fetvada Atatürk’ün adının geçmemesine sinirleniyorlar.
Sanki Diyanet’in ilk başkanı Börekçizade Rıfat aramıza dönüp tekrar kurumun başına geçse durum laik devlet kavramına uygun olabilecekmiş gibi düşünüyorlar.
Google’dan bir fetva tanımı indirdim: Fetva: "İslâmiyette, bir hadisenin hükmünü belirten veya zorlukla karşılaşılan bir mesele hakkında yetkili kişi tarafından verilen hüküm veya cevap. Müftü veya şeyhülislâm tarafından verilir. Açıklama, yorum. Açıklayıcı bilgi, izin anlamlarına gelir".
Bu fetva tanımı önemli olabilir, muhtemelen de öyledir ama asla laik bir devletin vergilerle finanse edilen bir kurumunun işi olamaz.
Bu gerekçem Diyanet’in mutlaka kurum olarak lağvedilmesi gerektiği anlamına da gelmeyebilir; bu kurum genel idare dışına taşınır, anayasal bir statüden çıkarılır, finansmanı genel vergilerle değil de gönüllü katkılarla (fon mesela) yapılır; böylece, Diyanet’i kabul etmeyenlerin bu kuruma genel vergileriyle katkı yapmasının önüne geçilmiş olur ama aynı zamanda da Diyanet’in finansmanının içinde rakı, şarap, genelev KDV’lerinin bulunması gibi traji-komik durum da engellenmiş olur.
Seküler dediğimiz ama Diyanet konusunda çok çekingen, asla meselenin özüne giremeyen, düzgün bir laiklik tanımı yapamayan kesim de böylece bu ilginç durumdan, 9 yaşında kız çocuklarının evlendirilebilecekleri fetvası veren bir laik devlet (!!!) kurumunun mevcudiyetini savunur durumdan da kurtulurlar.
Kanımca, zaten, vergi meselesini içermeyen bir laiklik tanımı anlamsızdır.
Yine kanımca yapılmış en iyi sekülerlik tanımı ABD Anayasasının o ünlü birinci ekidir (1791).
Yarı şaka bir saptamada bulunacağım, bizdeki galiba en doğru laiklik tanımı ilkokulda öğrendiğimiz tanımmış: "Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması".
Mevcut durum, 12 milyar TL bütçesi, vergilerle maaşlarını alan 120 bin imamı, çalışanı ile, verilen inanılmaz fetvalarıyla Diyanet bu doğru tanımın içine girmiyor galiba.
İşin özü şu galiba: Türkiye’de Diyanet’in mevcudiyetini konu etmeyen, sorgulamayan her laiklik tartışması yanlıştır, yanlıştan öte, saçma sapandır.
***
Gelelim siyasi İslamcılara; yaşımız maalesef AKP iktidarlarının öncesinde, çok öncesinde bu kesimin Diyanet hakkında ne düşündüklerini hatırlayacak, bilecek kadar ileri.
Bu siyasi İslamcı kesim, bence bugünküne oranla birazcık daha tutarlı bir yaklaşımla, o tarihlerde Diyanet kurumunun kendilerine devletçi dini empoze eden bir baskı kurumu olduğunu ileri sürüyorlardı.
Sonra, AKP geldi, Diyanet’in başına, başıma iş gelmesin diye sadece ilginç kelimesini kullanacağım, ilginç ilahiyat profesörleri atandı, dokuz yaşında kızların evlendirilebileceği fetvaları ortalara saçıldı, bu siyasi İslamcı kesim de eski çekincelerini attılar, adeta yekpare bir biçimde başımıza Diyanetçi kesildiler.
***
Diyanet kurumu bana çok ilginç gelmiştir eskilerden beri; adeta birbirlerinin gözlerini çıkaracak kadar bağdaşmaz görüşlere sahip sözde sekülerler ile siyasi İslamcılar arasında Diyanet konusunda bir örtük mutabakat vardır, farklı gerekçelerle de olsa bu kurumun bir devlet kurumu olarak muhafazasını şiddetle savunurlar.
Maalesef CHP bile bu mutabakatın içindedir.