Döneklerin kaderi: Mehmet Metiner ve Nedim Şener

Dönek, geldiği grubu aşağılayarak kendi aşağılanmışlığını, aşağılık duygusunu dışarı atmayı dener. Ayrıldıkları, terk ettikleri grubun yok olmasını dilerler. Mehmet Metiner, Nedim Şener’in utandırıcı tavrı biraz da bununla ilişkili.

Geçen hafta 'Erdoğan Sevilir mi?" başlıklı yazı nedeniyle ara verdiğimiz, "Döneklik ve dönekliğin dinamikleri "başlıklı yazı serisini bu son yazıyla noktalayacağız.

DÖNEKLERİN BİTMEYEN ÖFKESİ:

Dönekler kısa vadede de kullanışlı olurlar. Bir insanın ideolojik duruşu, kendini toplumda ideolojik konumlandırması uzun bir süreye yayılırken, bu tutum sosyal çevrenin olumlu veya olumsuz katkılarıyla olurken döneklik çabuk/hızlı bir taraf değiştirmedir. Döneklerin içsel dönüşümleri ise zaman alır ve bu içsel dönüşüm ‘normal’ değildir.

Bazı insanlar, sevgilileri tarafından terk edildiklerinde partnerlerinin ölmesini arzularlar. Böylece ayrılığın, terk edilmenin narsistik yarasının daha hızlı iyileşeceğini umarlar. Döneklerde de benzer bir durum vardır: Ayrıldıkları, terk ettikleri grubun yok olmasını dilerler.

Döneklerin çoğunun geldikleri gruba düşmanlıklarının, onlara zulüm yapmaları, onları sürekli değersizleştirmeleri (böylece onları insandışılaştırarak sembolik olarak yok etmeleri) bu nedenledir. Geldikleri grup (A) yok olduğunda döneklik de ortadan kalkacaktır ve sadece B’ye ait olacaklardır (döneğin en büyük sorunu aidiyete dairdir). A noktası artık olmadığından o noktaya dönüş ihtimali de ortadan kalkacaktır. Kısacası B’ye mahkûmdur (ve artık aittir. A yok olduğundan dönekliği anımsatan şeyler de ortadan kalkmıştır). En önemlisi de dönekliğin alçakça bir şey olduğu, arlanma, suçlanma ve yüzleşme tedirginliği böylece ortadan kalkacak, imha edilecektir.

Mehmet Metiner, Nedim Şener’in utandırıcı tavrı biraz da bununla ilişkili. Dönek, geldiği grubu aşağılayarak kendi aşağılanmışlığını, aşağılık duygusunu dışarı atmayı dener. Döneklik toplumda ahlaki anlamda hoş görülmeyen ve bu döneğin de çok iyi bildiği bir realitedir. İşte bu durumdan geldiği grubu aşağılayarak kurtulmak isterler. Döneklerin bir realitesi de onların dönekliğinin unutul(a)mamasıdır. Bu gerçek yüzlerine vurulur. Ethem Sancak’ın, İsmet Özel’in aradan bu kadar yıl geçmesine rağmen döneklikleri unutulmamıştır. Ve bu insanların dönüşüm geçirdiği inandırıcı değildir. Her ne kadar bu kadar yıldan sonra döndükleri yerle kısmi özdeşleşme, orada sosyal bir çevre oluşmuşsa da hâlâ dönek kimlikleri bilinir.

Devşirmeler ve dönüşüm yaşayanlar aidiyet duygusu geliştirebilirler. Bir devşirme kendini geçmişte Sırp, sonra Osmanlı sayabilir ve bu kimliği doldurabilir. Asimile olanlar da kendilerini asimile oldukları topluma ait sayarlar. Bu durumlarda bazan “alıcı kültür” (devşirmenin, asimile olanın hedef kültürü) bu insanları dışlayıcı, bütünüyle kabul edici bir yol izlemeyebilir. Ama bu insanlar hedef kimliklerinde kendilerini güvencede hissedebilirler (Amerika’ya göçen biri zaten Amerikalı olmak için göçer ve kendini Amerikalı hissedebilir). Döneklerin kimliklerinde ise güvencesizlik vardır. Bu, döneklere güvenin az olmasıyla da ilişkilidir. Bu bağlamda dönek kimliğindeki güvensizliği minimalize edebilmek için katılaşır ve bu katılığı geldiği gruba yansıtır.

Döneklerin güvencesizliği aidiyet duygusundaki problemlerle daha da güçlendirilir. Dönek havada gibidir. Bir grubu terk eder, vardığı hedef grup da onu içine almaz. Dönek hedef gruba ait olmak için sürekli çaba gösterir. Aidiyet güvencesizliği ve kimlikteki güvencesizlikle mücadele ederken bu iç meseleyi dışarı taşıyarak psikolojik bir çıkmazı kişiler arası soruna dönüştürmeye çalıştığından vardığı grubun gözüne girmeye çalışırken geldiği gruba karşı acımasızlaşır. Kabul görmemeyi acımasızlık gibi algıladığı için geldiği gruba zalim ve acımasız olur.

DÖNEKLİK VE SIFIR NOKTASI

Dönek çok şey kaybeder. Hiçlik duygusunu bir kahramanlığa dönüştürmek ister. Dönekler kendilerini ve dönekliklerini kahramanlıkmış gibi sunarlar. Dönekliğin dönekliği olmaz, dönüşü yoktur yani. Döneklik radikal bir özgürlük yitimi, aynı zamanda derin bir bağımlılıktır, yani gidilen grupta kalmaya mahkûmiyettir. Dönüşme hakları dahi yok gibi görülür.

Dönek dönerek sosyal çevresini, bazen ailesini (Abdülkadir Selvi ve Yavuz Bingöl’de tanık olduğumuz gibi) kaybedebilir. Yeni sosyal çevrede kabul görmeme durumu dönekleri lidere/reise tabii, biat eder ve itaatkâr yapar. Bunun bir anlamı da döneğin bağımsızlığından ve otonomisinden, iradesinden vazgeçmesidir. Lidere burada varoluşsal (ekonomik, sosyal, psikolojik) bağımlılık demektir. Gittiği ama tam kabul görmediği gruptaki tahammül edilme/katlanılma durumundan ötürü lidere bağlıdır ve dönekliği liderin korumasıyla mümkündür. Parti değiştirenlerin törenle yeni partilerine kabul gösterileri sadece bir şovu ve halka politik mesajı içermez, aynı zamanda yönetici sınıfın bu insanlara koruma alanı yarattıkları da ritüeller yoluyla partililere gösterilir. Yani dönekler liderin, yönetici elitin korumasıyla bir tür “dokunulmazlık” elde edebilirler. İşte bu konumlarını sürdürebilmek için sürekli liderin/reisin gözüne girmeye çalışırlar. Burada artık iradelerini, vicdanlarını, özgürlüklerini, bağımsızlıklarını lidere teslim ederek liderden korunma alırlar (Mehmet Metiner’in reisiyle ilgili açıklamaları buna örnek olarak görülebilir).

İsmet Özel’in arada bir söylediği kışkırtıcı sözler onu bağımsız gibi gösterir. Sanki Özel bağımsız bir bireydir. Bu yanıltıcıdır. Çünkü Özel bu tür söylemlerde birey olmaktan vazgeçer ve Müslümanlık/Türklük olur. Yani bireysel sınırlarını ortadan kaldırarak, büyük bir gruba eklemlenerek ve o grup kendisiymiş gibi (burada Özel, Özel olmaktan çıkar ve Türk/Müslüman olur) konuşur. ‘Ben’ Özel’de grup-‘ben’idir. Burada Özel kendini büyük grupla bire bir durumuna getirerek narsistik sınırlarını genişletir. Yani bu tür söylemler otonomi göstergesinden çok kolektif narsizm bileşenleridir. Ayrıca burada Özel, yalnızca Türk/Müslüman değil onların da üzerinde karar verici ve belirleyici konumuna gelir. Kimin Türk/Müslüman olduğunu o belirler. Kendini kabul komisyonu başkanı gibi görmesi karar verebilme pozisyonu da narsistik bir pozisyondur. Aslında böyle bir konum yoktur ve bu mercii Özel değildir. Bu konumu kendisi kendisine vermiştir.

Sanatçıların dönmesininin başka bir boyutu var galiba. Mesela bir türkücünün türküleri ve türküler tarihini bilmesi (Yavuz Bingöl), bir şairin (İsmet Özel) kendisinden önce yazılmış şiirleri bilmesi bu kişileri sanatçı yapmaya yeterli değildir. Sanat sanatçının kendisiyle sorununun olması, kendisiyle çatışması ve aynı zamanda yaşadığı toplum ve dünyayla da sorunun/derdinin olması, toplumla çatışması demek. Yaratıcılık denilen şey işte bu çatışmaların sanatsal bir süzgeçten geçirilerek estetize edilebilmesi, başka türlü anlamlandırılabilmesi, çeşitli boyutların gösterilebilmesi halidir de. Sanatçının bu çatışmaları da çoğu kez sanatçıyı muhalif, asi ve uyumsuz da yapar.

Döneklik ise iktidara eklemlenmek, toplumla çatışmaktan vazgeçmek demektir Döneklerin döndükten sonra dönmeden önceki sanatsal başarıları yakalayamamaları belki de bu nedenledir. İsmet Özel tanrısıyla, ‘Amentü’süyle iç huzur bulmuştur ve bunu çok olumlu da yaşıyor olabilir. Ama sanatçı huzuru olamayan bu nedenle de ‘huzursuzluk’ çıkaran kişidir de. Döneklik ve sanat bütünleyici değil uyumsuzdur...

DÖNEKLER KURGUSAL BİYOGRAFİ YARATIRLAR

Dönekler kendilerine ve döndükleri gruba dönek olmadıklarını kanıtlamak için kurgusal, kendi hayatlarına paralel alternatif bir biyografi anlatırlar. Yani dönmeden çok önce içlerine, ruhlarının derinliklerinde aslında döndükleri ideolojiye, inanca dair özellikler taşıdıklarını dair bir anlatı yaratırlar. Kısacası şöyle söylerler: “Ben dönmedim, aslında hep böyleydim. Benim dönekliğim gibi görülen şey özüme dönmemdir.” Böylece döneklik yok sayılır. Mesela İsmet Özel ‘Amentü’ şiiriyle dönerken Kalu Bela’dan beri Müslüman hatta o zamandan beri ‘hakiki ve öz Türk’ olduğunu işaret eder. Solculuğu kısa dönemli sapma, aldanmışlık ve aldatılmışlık sayma eğilimindedir.

İnsan sadece iyi değildir, aynı zamanda kötüdür de, yani her insan kötüyü içinde taşır ve bu kötüyü kontrol eder, zararsızlaştırır, ehlileştirir. İnsan çoğu kez kendindeki kötüyü deforme eder ve kötü kötü olarak algılanamaz hale gelir ve böylece kötü kötü olmaktan çıkarılır, en azından insan öyle olduğunu sanır. Aynı zamanda kötü ötekine yansıtılarak, ötekinin belirgin özelliğiymişçesine kurgulanarak insan kötüden kendini arınmış hale getirir.

DÖNEKLİK RADİKAL KOPUŞ/AYRILIKTIR

Dönmek, dönüşmek, devşirmelik aslında ağır bir ayrılık, terk etmek demek. Terk etmek bazen terk edilmenin önüne geçebilmek, terk edilen olmamak için, yaralanmamak için yapılır (terk edilmekten korkan birinin aşk ilişkilerinde terk eden aceleciliğinden de tanıdığımız bir olgu). Korunma amaçlı agresif bir tutumdur. Terk edilmek pasiflik ve çaresizlik demektir. Terk eden çeker gider ve siz bu gerçeği değiştiremezsiniz. Bunu önlemek için aktif hale gelir ve terk eder, böylece yapay/sahte bir korunma sağlarsınız.

Bebeklikten başlayarak insanın en çok korktuğu şeydir terk edilmek. Terk edilme korkusu ölüm korkusuna eştir bebek için, çünkü annesiz bebek yaşayamaz... Terk edilmekten kaçıp terk eden olmak ayrılığın acısını yok saymaya yetmez çoğu kez. Yeni üstlenilirken eski dönüşür, eskiye karşı tutum da değişir. Biz ayrılığı ritüeller üzerinden organize ederiz. Bunun nedeni ayrılığın getirdiği kederi, terk etmenin, vedalaşmanın yasını kontrollü tutmakla ilgilidir (‘veda partisi’ demek bir ilginçliği de içinde barındırır. Veda ayrılık, acı demektir. Parti ama eğlence, sevinç, kurtulma anlamına da gelir. Veda partisi ayrılığa dair iki eğilimi de doyuran bir etkinliktir. Bu ritüel hem sevincin hem da acının ve yasın kontrollü olmasına hizmet eder). Radikal ayrılıkta, yani ölüm de ritüellerin olmasının nedeni budur.

Ayrılığı kolaylaştırmak için denenen bir başka kopuş, ayrılık ise “agresif ayrılıklar’dır. Dövüşerek ayrılmak. Ayrıldığımız objeyi değersizleştirmek ve böylece “üzülmeye değmez”e kendimizi ikna etmek. Öfkelenirsen ayrılığa dair olan kederi hissetmem, hüznü ıskalarım ve böylece ayrılığın duygularından (yas, üzüntü, acı) kaçınırım. Bazı ayrılılarda ise ayrılık güzele boyanarak, değerli anlamlar yüklenerek acısı dindirilmeye çalışılır. Çocuk yaşta insanların eğitim amaçlı başka kentlere gitmesi/gönderilmesi gibi. “Büyük insan olsun”la cilalanarak ayrılık lanse edilir ve böylece kederlenmenin önü tıkanır. Ne yapılarsa yapılsın, hiçbir hile ve savunma mekanizması ayrılığı kolay yapmaz, kolay hale getiremez. Acısı yaşanmayan, yası tutulmayan ayrılıklar kalıcı hale gelir.

Döneklikte işte kaçınılan bu yas dönek için tükenmez sorun olur. Ayrılık terk edilenlerle/terk eden vedalaşma, helalleşme olmadığından vedasız bir kopuş olduğundan ve yası da tutul(a)madığından dönek için sürekli öfke yaratan bir olaya dönüşüyor. Terk edilen gruba duyulan öfke aslında bu ıskalanan yasla da ilişkilidir.

Döneklik çok radikaldir/hızlıdır ve geçiş objeleri ve süresi yoktur. “Geçiş objesi ve zamanı” psikanalist Donald Winnicott’un kullandığı ve kuramsallaştırdığı bir kavramdır: Çocuklar annelerinden bağımsızlaşırken, annelerinin yokluğunda annelerinin yerine koydukları bir objeyle (bu genelde yumuşak bir oyuncaktır, mesela oyuncak ayı gibi) zaman geçirirler. Bu obje anneyi temsil eder. Çocuk böylece soyutlamayı ve aynı zamanda annesini içselleştirmeyi başarır. Annenin yokluğunda annenin yerine bir oyuncağı koyarak kendisini teselli eder ve anneden ayrılığın acısını dindirir. Döneklikteki ani durum ve geçilen yerde refakatçinin olmaması, yani geçiş objelerinin eksikliği döneklerin işini zorlaştırır.

DÖNEKLİK VE NARSİZM

Döneğin döndüğü an narsistik sansasyonel bir andır, çünkü birçok insanın dikkati bu insana çevrilir. Bu ana dönekte duygusal kaosa neden olurken izleyicilerde yoğun duygular (dönülen grupta sevinç, ideolojik haklılığın ispatı/yeniden onayı; terk edilen grupta düş kırıklığı ve öfke) yaratır. Dönek için o andan sonra “zirve”den düşüş başlar. Dönek yeniden zirveyi yakalayabilmek, gündemde kalabilmek için sürekli sansasyonel davranışlar/söylemler belirler. Bir dönem sonra bir kenara itilmek ağır narsistik bir incinme demektir ve bu, döneğin dönme fikriyle zıttır. Kısacası bu dinamikten ötürü dönekler kendilerinden söz ettirmeye “müptela” olurlar. Ama her söyledikleri sansasyonel laf döneklikle ilişkilidir/ilişkilendirilir. Döneklik kurtulamadıkları bir yapışkan gibidir. Bataklıktır, hareket ettikçe batarlar.

Döneklik özenilecek bir şey değildir. Hiç kimse çocuğunu dönek olsun diye yetiştirmez, ona dönekliği nasihat etmez. Döneklik ahlaki bir zaaf olarak görülür. Bu durumdan ötürü insanlar döneklere negatif duygularla yaklaşırlar. Sansasyonlar bu negatif duyguların depreşmesi demektir. Bir dönem sonra bu duygular da tüketilir. Dönekten bir dönem sonra sadece tiksinilir.

HIZIR PAŞA MESELESİ

Hızır Paşa’nın bu kontekste ayrı bir yeri vardır: Hızır Paşa Sivas’tan ayrıldıktan sonra artık aslında bir devşirmedir ve devşirme dönüşümü geçirmiştir. Sivas’a döndüğünde tutumu bir döneğinki gibi algılanmıştır. Çünkü Pir Sultan her ne kadar öngörse de Sivas’a dönen Hızır Paşa tanıdık değil yabancıdır. Giden ile dönen her zaman aynı değildir. Hızır Paşa dönerek de Sıvasa geri dönmüştür. Sivas’tan giden ile dönen arasındaki radikal değişiklik sanki bir döneklik gibi algılanmıştır çünkü yaşanan realite döneklik dinamiğine o an itibarıyla daha benzerdir. Birbirlerinden uzaktayken yaşanan değişikliklerin tanığı olamamak ve yaşanan değişikliğin dönüşümün şaşırtıcı olması...

Zygmunt Bauman şöyle yazmıştı: “Arkadaşlar ve düşmanlar var. Ve yabancılar.” Toplum olabilmenin ön koşulu “biz” ve “onlar”ın oluşumudur. Biz/ben kendini onlar/sen’le bir yapıya kavuşturur/konumlandırır ve tanımlar. Bu anlamda biz ve onlar birbirlerine var olabilmek için bağımlıdırlar. “Yabancı” ise biz ve de onlar olmayandır ve korku yaratır, tedirgin eder, çünkü yabancı biz ve onlara ait değildir. Onu yapısal olarak konumlandıramamak korkunun kaynağıdır.

Zygmunt Bauman başka bir makalesinde Biz’in hikâyesini anlatırken “onların karşısına bir biz yerleştirir. Bu karşıtlığın her üyesi birleştirici ya da kaynaştırıcı bir işlevle, bölücü ve ayırıcı bir işlevi yan yana getirir” der ve biz’in ve onlar’ın nasıl konumlandığını ve birbirleriyle ilişkilendiğini yazar.

Yabancı, bu koordinat sisteminin dışında kalandır. Onlar’a ilişki agresif (savaş, kavga, düşmanlık) ya da ritüeller üzerinden organize edilir. Ama yabancı önce nasıl davranacağımızı bilemediğimiz, şaşırtan bir durum yaratır. Bu tedirginlik yabancıyı ötekileştirerek, onlar yaparak giderilir. Yabancının onlar olması onunla ilişkilenmenin çerçevesini de çizer ve böylece bu çerçeve güvence sunar. Dönek bu bağlamda düşmandan, rakip olan ötekinden gelendir. Onlar değildir, biz olmak isteyen ama henüz biz olmayan, aynı zamanda döndüğü için de güvensizlik yaratan ve kişi bile değil de bir objedir.

Dönek yurtsuz ve mekânsızdır sembolik olarak. Dönekliğin yarattığı güvensizlik onu yabancı konumuna koymayı da zorlaştırır. Döneğe takınılan tutum onun bir hain olduğu, buradaki bilgileri de ötekine dönerek yeniden götüreceği türündendir. Bir ajan gibi davranılır. Ama tam ajan gibi de değildir, çünkü ajanın ajan olduğu bilinmez ve bu nedenle ona bize ait bilgiler verilir. Dönek ajan olduğu sanılan ama ajan olmayan ve ajan gibi davranılan kişidir. Dönek konumsuz ve yurtsuzdur. Biz değildir, onlar’dan gelmiştir ama artık onlar da değildir. Yabancı gibidir, ama yabancı değildir çünkü onlardan gelmesinin biliniyor olması onu yabancı olmaktan çıkarır. Yabancı bilmediğimiz/tanımadığımız kişidir, onunla ilgili bilgimiz yoktur ve ilişkide bu yabancılığı gidermeyi deneriz. Dönek yabancı da değildir çünkü onun geçmişini, nereden geldiğini biliriz ve bizim dönekle ilgili ve döneğin geldiği onlar’la ilgili kesin fikrimiz vardır.

Bu anlamda dönek biz değildir ama biz’e gelmiştir, onlar değildir ama onlar’dan gelmiştir, yabancı gibidir ama yabancı da değildir. Dönek her şey ama aynı zamanda hiçbir şeydir. Dönek aynı zamanda deneyimsiz ve acemidir. Okulu, ritüeli olmadığı için öğrenebilir ve deneyimlenebilir değildir. Ön hazırlığı olmaz, ahlaksızlık sayıldığından başkasına da sorup bilgi edinemezsiniz. Her dönek dönekliğin dinamiğini farklı ve acemi yaşar. Ve dönekler kendi aralarında sosyal bir ağ kurmak ve yeni bir “biz” olmaktan çekinirler çünkü böyle bir çaba vardıkları grupta tedirginlik ve güvensizlik yaratacaktır. Bu nedenle yalnızlığa kendilerini mahkûm ederler. Bu yalnızlık ve bir araya gelememezlik döneklerin bir kültür oluşturmasını da engeller.

İnsanlar kayıplarında, ayrılıklarında acı çeker ve yas tutarlar. Dönekler bu yastan ve acıdan kaçarlar. Burada “manik kaçış” yada “manik savunma mekanizması” aktivesi olarak adlandıracağım bir durum çıkar ortaya. Yas tutulmamış, acı çekilmemişse ayrılık aslında gerçekleşmez. Dönekler manik bir biçimde yoğun olarak yeninin gözüne girmeye, kraldan çok kralcılığa (gereğinden fazla özdeşleşme=Überidentifizierung adlandıracağım bir durum çıkar ortaya), yani manik bir çabaya düşerler. Bir de geçmişle aralarına mesafe koymak için acımasızca geldikleri gruba saldırırlar. Döneklerle empati yapmak zordur. Bunun nedeni ahlaki olarak dönekliğin özenilecek bir şey olmaması ve döneklerin iç dünyalarının bir tür cehenneme dönmesi. Empati bu cehenneme yakınlaşmak anlamına da geleceğinden çoğumuzun kaçındığı bir durumdur bu. İşte bu cehennemi dışa vurdukları için rakibi olan insanlara cehennem yaşatıyorlar. İnsan dönek olmak istemez. Bazılarımızda ise dönme/döneklik kapasitesi, yani yeterince iç dünyanın kirliliği yoktur.


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi