Duma’da kimyasal iddiası Türkiye’yi zorlar

Erdoğan’ın kendisine bir dönem daha iktidar getirebilecek bir seçime ihtiyacı var. Farklı bir siyaset izleyebilmesinin tek yolu bu. Ancak zamanı dar ve bu tabloda seçim o kadar kolay değil.

Duma’da Suriye rejimi tarafından kimyasal silah kullanıldığı iddiası sosyal medya üzerinden yaygınlaşmaya başladığında, gazeteci refleksiyle güvenilir kaynakların peşinde düşmekten başka yapacağımız bir şey yoktu.

İlginçtir, ilk haberlerin neredeyse tümü birbirine benzer hesaplardan ve eşit yaklaşık aynı argümanlarla yayılıyordu. İfadeler kesindi, 1000’e yakın sivilin yaralandığı, en az 40 kişinin öldüğü, ölenler arasında çocuk ve yaşlıların da bulunduğu belirtiliyordu.

İlk paylaşımları yapan hesapların neredeyse tümü, kimyasal saldırı haberini dramatize çocuk görüntüleri eşliğinde veriyordu. Çocukların köpüklü ağızları, erimiş yüzler, genel fotoğraflardaki beyaz dumanlar...

Benzer gelişmelere tanıklığın verdiği refleksle olsa gerek bu haberlerin hiçbiri inandırıcı gelmedi. İlk kaynaklar da bir o kadar güvensizdi.

Salt bu planlı yaygınlaştırma bile bir şeyin pişirildiğini, yeni bir evreye hazırlık yapıldığını ileri sürmeye yeterliydi.

Bu paylaşımların ardından resmi açıklamalar gelmeye başladı.

Suriye kimyasal saldırı iddialarını bir kesin dille reddetti. Rusya ve İran, böyle bir saldırının gerçekleşmediğini belirtirlerken, iddialar gerekçe edilerek Suriye’ye yeni bir saldırı hazırlığının yapıldığını açıkladılar.

Trump, sert bir dille kimyasal saldırının yanıtsız kalmayacağını, bu saldırının sorumluları arasında İran ve Rusya’nın da olduğunu söyledi. Twitinin finalini ise "Başkan Putin, Rusya ve İran hayvan Esed’i destekledikleri için sorumlular. Büyük bedel ödenecek" cümleleriyle tamamladı.

Batılı ülkeler de Trump ve ABD’nin tutumundan farklı bir tutum takınmadı. Kimyasal saldırı iddiasını gerçek kabul edip, sert dillerle Esad’ı kınadılar, saldırının yanıtsız kalmayacağını belirttiler.

Bu arada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) de Doğu Guta'nın Duma ilçesinde gerçekleştiği ileri sürülen kimyasal silah saldırısı iddiaları üzerine acil toplanacağı duyuruldu.

Tepkiler çok hızlı ilerledi. Bir anda gündem Duma’daki kimyasal silah saldırısına döndü. Basın da buna zemin hazırladı. Basın savaşı kızıştı. Her ülkenin basını kendi yönetiminin tutumunu pişirip pazarlamaya başladı.

Tüm bunlar yaşanırken tepkisi merak edilen ülkelerden biri Türkiye’ydi. Batı ile Rusya arasında yaşanan diplomat krizinde olduğu gibi Rusya yanlısı bir tutum mu sergileyecek, kimyasal silah saldırı kervanına o da katılıp Esad’dan hesap sorulmasını mı isteyecekti?

Eğer Erdoğan yeni bir aksiyon ile Kalın ve Bozdağ’ın açıklamalarının aksine bir yaklaşım takınmaz ise Türkiye şimdilik, kendisini de zorlayacağı belli olan açıklamalarla ABD ve Batı çizgisinde durdu, Ortadoğu’daki ‘müttefikleri’ İran ve Rusya’nın tutumunu benimsemedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "En az 70 sivilin hayatını kaybetmesine neden olan saldırıları en sert biçimde kınıyoruz" dedi ve ekledi:

"Suriye rejimi, ülkenin farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda yaşanan saldırılar için hesap vermelidir."

Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da açıklama yaptı:

"Umarız rejimin kimyasal saldırısı karşılıksız bırakılmaz. Bu saldırı ve ölümlerden Suriye yönetimi kadar, bu vahşeti engellemeyeler de sorumludur."

Türk Dışişleri de kimyasal silah saldırısına karşı sessiz kalınmaması gerektiği yönünde açıklama yaptı.

Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Hükümet Sözcüsü bu açıklamaları yaparken, Erdoğan en sert sözlerle Fransa’ya ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a verip veriştiriyordu. Öyle ki Siirt ve Van’da yapılan AKP il kongrelerinde Macron’u terörist bile ilan etti. Bu açıklamalarından bir gün önce de Almanya üzerinden göndermede bulunarak, hatta diplomatik nezaketi de aşarak Fransa’da da Almanya’dakine benzer terör eylemlerinin yapılacağını ilan etti.

ABD ile çatışan, Batı ile kavga eden, Macron’a terörist yaftasını yapıştıran Erdoğan’ın Rusya’dan çok uzak duracağını düşünenlerden değilim. Aksi onu zorlar. Ona 58 günde Afrin’i veren Putin’in, 3 günde geri alacağını, en iyi o bilir. Tam da bu nedenle Dışişleri ile Kalın ve Bozdağ’ın açıklamalarının dışında, açık diyeyim, Esad’a da vuran ama kimyasal silah saldırısının da gerçek olamayacağını söyleyen veya Türkiye’nin tutumunu Rusya’yı kızdırmayacak biçimde yumuşatacak bir yaklaşım bekliyorum, Erdoğan’dan.

Her şey bir yana...

Türkiye’nin Halep ve Guta’daki cihatçıları Cerablus’tan Bab’a uzanan hatta ‘Fırat Kalkanı’, Afrin’de ise ‘Zeytin Dalı’ rüşvetinin karşılığı olarak çıkarması ve bu kentleri Suriye rejimine teslim etmesi, açık ki Esad’a ciddi güç kattı. Esad, bu olanakları kendisine sağlayan Rusya ve İran’ın da desteğiyle Suriye’nin birçok kent ve kasabasında yeniden hakimiyet kurabildi.

Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki ABD ve Batı, Rusya’nın tutumundan, Putin’in bölgenin tek hakimi edasıyla alanı belirlemeye başlamasından rahatsız. Kimyasal silah saldırılarına ilişkin iddiaları da, Rusya’nın kimyasal silah tartışmasındaki tutumunu da bu durumdan bağımsız ele alamayız. İşin özü, hedefte aslında Rusya var.

Yalnız Rusya mı?

Zaman içinde göreceğiz, Rusya ile hareket edenler de hedefe konulacak.

Hatırlatmakta yarar var ki bu arada Trump’ın Suriye’den çekileceğiz şantajı da etkili oldu. Fransa ve İngiltere sahaya indi, diğer müttefikler kesenin ağzını açıyorlar.

Elbet, silahların konuştuğu bir ABD-Batı-Rusya savaşı bekleyenlerden değilim. Ancak tarafların müttefiklerinin en büyük zararı görebilecekleri, alana inen ‘büyüklerin’ bu müttefiklere çok sert vurabileceği yeni bir döneme girildiğini de hesap dışı tutmamak gerekir. Daha açık demek gerekirse, Rusya’nın üç saha müttefiki, yani Türkiye, İran ve Suriye önümüzdeki dönem en fazla hedefte olan devletler olacak.

Suriye ve İran’ın tutumu net. Türkiye hariç ABD ve Batı yanlısı ülkelerin de tutumu pek değişken değil. İki arada bir derede olan Türkiye. İçe endekslenen, Kürt karşıtlığı ile bezenmiş milliyetçiliği besleyen savaş politikalarını terk edebilecek bir Erdoğan yok artık. Bir dönemdir Rusya’nın çıkarlarına uygun hareket eden Türkiye’nin bu siyasetinden çark etmesinin bedeli ağır olur. Üstelik her gün terörist ilan edip tehditler savurduğu Batı’ya da mevcut politikasıyla yanaşamaz.

Görünen o, ABD öncülüğündeki koalisyon yeni adımlar atıyor ve taşlar yeniden dağıtılıyor. İnandırıcı argümanlarla piyasaya sürülmese bile kimyasal saldırı iddiası bu aşamada ellerindeki en güçlü araç. Erdoğan’ın derdi ise içteki dengeler bozulmadan tekrar iktidarını sağlamlaştıracak gücü elde etmek. O gücü elde ederse, pekâlâ farklı bir hat çizmek için adım atabilir.

Hal böyle iken Erdoğan’ın yapabileceği tek şey var. Kendisine en azından bir dönem daha iktidar getirebilecek bir seçim. Cendereden kurtulup yeni bir siyaset izleyebilmesinin tek yolu bu.

Bu olanağı yakalar mı?

Hep birlikte göreceğiz ama görünen o zamanı çok dar. O kadar kolay değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi