Metin Yeğin
Düşük güç modu
Dün Zeyno ile boya almaya gittik, yürüyerek Karaköy’e, balık dürüm yedik ikimiz ve eve dönerken tuvalet kağıdı aldım, en ucuzundan, tek kat ve toz boya 1200 TL harcamışım. Emekli maaşım 15.000 lira. Her gün, en fazla 500 lira harcamam gerekiyor. Bir gün dışarda 2000 harcasam, 4 gün sıfır harcamam. ‘Düşük güç modu’ da yeterli değil. Kira ve fatura ödemiyorum o halde yani. Zeyno'nun okul masrafı, filanı da bir tarafa bırak.
Yani güzelim, gel de devrim isteme şimdi yani…
Sadece içki değil, dışarıda kahve de içmiyorum tabii ki. Kahve de sınıfsal bir gösterge halini aldı. En ucuz 70-90 TL filan, boşuna 40 yıl hatırı yok, bir kahvenin. Çay da peşinden koşturuyor ama kahve kadar hava basamıyorsun onunla. Bir de üniversite sınavı gibi bir satın alma ritüeli var. ‘Bir kahve’ diyerek geçemiyorsun. Kahveci- ‘Barista’ bazıları, yani ehliyetli kahveci, ki olmasa da, işte tezgahta duran arkadaş, bir ezici bakış fırlatıyor, tamam kahve de hangisi cahil, bakışı.
Bu yüzden kolay olsun diye Amerikano’yu ezberledim. Biraz acı tabii ki, yıllarca sen, Kahrolsun Amerikan emperyalizmi filan demişsin ama ne yapayım, diğerleri oldukça karışık, ‘bir Amerikano’ diyorum ve ismimi veriyorum ki onu söylememek için neler çeken arkadaşlarım var. İsmini vermemek için, tazyikli su, kum torbası böbreklere böbreklere, şubede, sonra Tezgahtar ya da daha da ağırı, barista ismini soruyor, bir Starbucks şubesinde mesela, hemen veriyorsun, ‘İbrahim’ diyorum ben bazen, kod adı kullanıyorum, ‘Amerikano değil mi’ diyor, evet diyorum ama bu sefer biraz daha rahat, en azından kod adı vermişiz.
Teorize de ediyorum tabii ki Amerika sadece ABD değil, ‘America Del Sur- Güney Amerika’ Kolombiya, FARC filan diye geçiriyorum aklımdan. Dağlar, kahve, bol şekerli, yağmur ormanları, kahveci yüzüme bakıyor, acaba Barista mı, sorsam da ayıp olur, yanlış anlamayın küçümsediğimden değil, çok önemli bir meslek, en azından Amerikano kurmay Albay’dan mesela, bence, en azından insan öldürmeyi öğrenmiyorsunuz hayatınız boyunca, duygulara hitap eden bir şey, aşçılık, yazarlık ve pezevenklik gibi, alıntı bu, ‘Kolombiya mı istiyorsunuz’ diyor, kağıt bardağı sıkarak geri koyacak gibi, ellerinin arasında sıkmış, boynu bükük bardağın, benim yüzümden.
Başkalarının benim yüzümden utanmasana dayanamıyorum, bardak da olsa, kağıt da, ‘Fark etmez mi diyorsunuz’ diyor, FARC'ı de dışımdan söylemişim, gel de anlat şimdi, FARC Kolombiya gerilla hareketiydi, onların meskeni dağlardır, dağlaaar filan diye, Amerikano diyorum kesin kararlı bir sesle, arkamda birikmiş kuyruk beni seyrediyor, hepsi sıkılmış, ulan kahvenizi alıp masaya oturup zaman geçireceksiniz, sanki bir yere geç kalıyorsunuz, en fazla Whatsapp'da cevap bekleyen sevgili var.
‘Süt ister misiniz’ diyor Barista, eminim barista bu çocuk, ezici bakışları üzerimde, ona okuduğum okulları, havalı üniversiteleri filan saymak geçiyor içimden, etiketlerle kaplayıp, korumalıyım benliğimi, ‘hayır’ diyorum, ‘solo’, İspanyolca sade demek. Böyle zamanlarda insanı koruyor gibi, bir refleks bu, hani gözünüze yumruk sallandığında gözünüzü kapamanız gibi, elindeki bardak, bunu anlayıp, normal hale geliyor ama kırılmış kısmında izi duruyor, ‘çatlak kremi var mı’ diye soruyorum bardak için, ama gülümsüyor herkes, kendime yönelik espri yaptım zannediyorlar, ha çatlakmış diyerek rahatlıyorlar.
Yaşlı görünmekten daha iyi, kapitalizmde yaşlı olmak en kötü şeydir, işe yaramazsınız, sadece sizi tıp firmaları sever, sigorta soyma aparatı olarak, en çok da ölmeden 2-3 gün önce, çünkü doktorlar dayarlar her şeyi size, elimizden gelen her şeyi yaptık efendim demek ve döner sermayeyi yükseltmek için ve hanımdan ya da beyden ayrı, promosyon tatil kongreleri, belki koca bir okyanus kıyısında, içine işenemeyen havuzların kenarında, hiç işeyen var mı havuza bilmiyorum, mavi bir boya oluyormuş.
Belki de efsane bu ama kimse cesaret edemiyor buna, banka filan soymaya cesaret edilir de, bu rezillik, kahve kuyruğunda herkesi bekletmek gibi, halbuki beklerken de ellerinde telefon herkesin ve sevgililerine yalan söylemeye devam ediyorlar. İnsanlar yalan söylemek için konuşmayı buldu diyordu Zerzan, parasız kalınca kanını satıyormuş, bir kanla, kaç kahve içilebilir acaba, ‘tamam İbrahim bey’ diyor barista. İbrahim bey deyince, önce biraz şaşırıyorum, eskiden böyle olmazdı, kod adın söylenince hemen bakacaksın, kendi adında aldırmayacaksın.
Kenara çekilip beklemeye başlıyorum, birisi çaktırmadan fotoğrafımı çekip, muhtemelen sevgilisine gönderiyor, işte bu yaşlı çatlak yüzünden 2 saat burada bekledik diye yazmıştır altına, salak bu ilişki yürümez, benden başka konuşacak konunuz yoksa. Önce sevişme aralarını açar, sonra ayrılırsınız ya da evlenirsiniz, aynı şey yani. Atçı Mahir Bey anlatıyordu bir Açık Radyo buluşmasında, içki içiyorduk, bir programcının evinde, orta üst sınıf, bir burjuvaya yakışır bir şarap, kaliteli, köpek yaşatan, ‘Erkek ata hadım edilmeden, Kızılderililerden başka hiç kimse binemez’ diyordu. ‘Bu yüzden erkek atlar, hep hadım edilir. Hadım etmek, evlilik ve askerlik gibidir, atın gözünden anlarsınız, gözlerinin feri kaybolur’…
‘İbrahim bey’ diyor, diğer çocuk, elindeki bardağı kenara koymuş, üstünde ismim yazan, kod adı, çatlak izli, gidip alıyorum içine süt koymuşlar, barista filan değil bu adam.
Ve kahrolsun kahve düzen…
Metin Yeğin kimdir?
Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...