Baskın Oran
Eğer giderse, Paşinyan’ı Türkiye çok arar
Azerbaycan CB İlham Aliyev, yakın dostu CB Erdoğan’ın daveti üzerine “işbirliğinin daha da derinleştirilmesi için atılabilecek adımlar”ın görüşülmesi amacıyla Türkiye’yi ziyaret etmekte.
Oysa Aliyev yerine Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan gelmiş olsaydı, en azından dış politika açısından Türkiye çok yerinde bir girişim yapmış olurdu. Bunu açmak için Ermenistan’daki güncel durumu özetleyeyim, ama ondan da önce, “Kardeş Azerbaycan”ı ve başkanı Aliyev’i teşrih masasına yatırmakta yarar var:
***
Aliyev’in iki temel niteliği mevcut:
1) Aliyev siyasi bakımdan Azerbaycan’ın Erdoğan’ı; sanırım bunu açmaya gerek yok. Herhalde tek farkı, Erdoğan’ın “nas, nas” diyerek Türkiye’de yarattığı ekonomik felaketi orada yaratmamış olması. Ülkesindeki petrol ve doğalgaz rezervleri sayesinde.
2) Aliyev’in, aynen Erdoğan’ın Türkiye’yi yönettiği biçimde yönettiği Azerbaycan “Bir Millet Üç Devlet” sloganının mucidi olduğu halde, dış politikada Türkiye’yi hep harcamış bir ülke. Özellikle, “milli davamız” Kıbrıs konusunda. Taa 17.05.2009’da Agos’taki bir yazımdan (ve o yazının o zamanlar www.asam.org.tr sitesinden aldığı ama şimdi kaldırılmış gözüken bilgilerden) yararlanarak özetleyeyim:
2004 Annan Planı referandumunda, Kıbrıslı Türklerden “evet”, Rumlardan “hayır” çıkması halinde ülkesinin KKTC’yi ön sırada tanıyacağını açıklamıştı Aliyev. Oysa bu referandum Kıbrıslı Türkler evet dediği halde Kıbrıs’taki milliyetçi Rumların gadrine uğrayınca, Azerbaycan açıklama yaptı: “Biz ön sırada derken kastetmişizdir ki, beynelhalk cemaatin [uluslararası toplumun] harekâtını takip edeceğiz demişizdir”.
Beş gün sonra da yani 29 Nisan 2004’te, AK Parlamenterler Meclisi’nde KKTC milletvekillerinin 1964’ten beri ilk kez oturumlara katılmalarını sağlayacak rapor oylanacağı sırada, Azerbaycan temsilcileri salondan çıktılar. Sorulunca, kokteyllerinin olduğunu söylediler.
Ardından, Başbakan Erdoğan Haziran 2005’te Bakü’yü ziyaret ettiğinde Aliyev, KKTC pasaportlarını kabul edeceklerini, KKTC’ye doğrudan uçuş başlatacaklarını, KKTC’de büro açacaklarını bildirdi.
Ama Kasım 2004 geldiğinde AB’deki Azerbaycan Daimi Temsilcisi Arif Mamedov Brüksel’i rahatlattı: “Azerbaycan KKTC’ye sadece tek bir ticari uçuş yapmıştır. Kuzey Kıbrıs ile herhangi bir münasebet kurmayacağız. Kıbrıs’tan [Güney’den] bir delegasyonu ağırlamaya hazırız”.
Sürpriz değildi çünkü Dışişleri Bakan Yardımcısı Araz Azimov daha önceden şöyle demişti: “KKTC ile münasebetlerimiz bizim meseleye insani bakmamızdan kaynaklanıyor. Sadece bir uçuş yaptık. Bundan bir netice çıkarmak lüzumsuzdur”.
***
22.04.2009’da CB Abdullah Gül sayesinde yapılan Türkiye-Ermenistan protokollerine giden süreç duyulunca (bkz. bizim TDP-III, s. 163-193 ve 490-506), Azerbaycan iki Türk camisini kapattı (Hürriyet, 20.05.09) ve Türkiye’ye “indirimli” sattığı doğalgazı 120 dolara çıkardığını ilan etti ki o tarihte Rusya’ya 80 dolardan satıyordu (Taraf, 26.04.2009). Ardından, Türk şehitliğindeki Türk bayraklarını direkleriyle söktü (Milliyet, 18.10.2009).
Sonuçta, Başbakan Erdoğan mutabakatın açıklanmasından 21 gün sonra Bakü’ye giderek “Yukarı Karabağ işgal edilmiştir, işgal ortadan kalkmadan kapıların açılması mümkün değildir. Bunu size T.C. Başbakanı söylüyor” diyerek protokoller olayını bitirdi.
O zamanlar hiç ilgimizi çekmeyen ama şimdi bugünkü konjonktürde çok çekecek bir hususu daha zikredip Ermenistan’daki duruma geçelim: Soydaş Azerbaycan 2012 yılında, İran sınırında İsrail’e bir hava üssü verdi. Haberi, ABD’nin ünlü Foreign Policy dergisi 28 Mart sayısında duyurdu.
Artık gelelim Ermenistan’daki şu anki duruma ve Paşinyan’a.
***
Paşinyan iç politikada demokrasiyi kurmaya, dış politikada da barışı sağlamaya çalışıyor. Pakrat Estunyan’ın 07.06.2024 tarihli Agos yazısından özetlersek:
2020’de patlayan 44 günlük İkinci Dağlık Karabağ Savaşı'nda Ermenistan yenildi ve Karabağlı Ermeniler bölgeyi toplu halde terk ettiler. Sonuçta Paşinyan, Azerbaycan’la sınır anlaşmazlıklarının çözülmesinin "Ermeni Cumhuriyeti'nin uluslararası kabul görmüş ve meşru sınırları içindeki varlığının tek garantisi olduğunu" söyleyerek, eskiden Azerbaycan’ın olan 4 köyün iadesine karar verdi.
Diasporanın ve milliyetçi Taşnak’ın desteklediği muhalefet bunu, (Türkiye’nin Kıbrıs’ta sürdürdüğü ve uluslararası ortamda sürekli dayak yemesine yol açan “Çözümsüzlük Çözümdür” politikasına benzer biçimde) “Savaşarak aldığımız toprakları masada iade etmemiz söz konusu olamaz” anlayışıyla engellemeye girişmiş vaziyette. Bu muhalefetin “başbakan adayı” ilan ettiği Başpiskopos Bagrat Galstanyan, bu köylerin bulunduğu Tavuş bölgesinin ruhani lideri ve “Vatan İçin Tavuş” hareketinin başı.
Bu ruhani (aynen Tansu Çiller’in başbakan olduğu zaman ABD vatandaşı bulunduğu gibi) aynı zamanda Kanada vatandaşı ve Ermenistan Anayasası da yabancı uyruklu kişilerin göreve gelmesini yasaklamakta. Bu nedenle muhalefet, bu engelin anayasa değişikliğiyle aşılabileceğini söylüyor. Diğer yandan bu ruhani bizdeki Diyanet’i anımsatmıyor değil: Bentley makam araçları, örtülü ödenekler, Batı’ya yapılan lüks geziler, ilaveten off-shore hesaplar tepki çekmekte.
Anayasa değişikliği derken, Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan ile Başbakan Paşinyan (CB Erdoğan’ın T.C. Anayasası’nı değiştirmek isteme sebebi ömür boyu CB kalmak iken) bu değişiklik talebine katıldıklarını açıkladılar; ama bakın ne için:
Mevcut anayasa Azerbaycan’la barış yapılmasına engel çünkü Ermenistan ile Dağlık Karabağ’ın yeniden birleşmesinden bahseden 1990 Bağımsızlık Bildirgesi’ne atıf yapıyor. Mirzoyan ve Paşinyan bu atfın anayasadan çıkarılarak Azerbaycan’la barış yolunda en önemli engelin aşılmasını istiyorlar.
***
Paşinyan’ın iç politikada demokrasi ve dış politikada barış amacına yukarıda değindim ya, ikisinde de işi epey zor.
İç politikada zor, çünkü Ermenistan’da demokrasi ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar Batı ajanlığı olarak değerlendiriliyor. İnsan hakları söylemine “Sorosçu” yaftası yapıştırılıyor. Eh, Osman Kavala’nın CB Erdoğan tarafından “Sorosçu” ilan edildiği için 2.418 gündür içeride tutulduğu, üstelik Etki Ajanı (“Rus Yasası”) tasarısının TBMM’ye sevk edildiği şu ortamda bütün bunların bize neyi ifade ettiği yeterince açık.
Dış politikada zor, hele de İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda yenildikten sonra azan milliyetçilerin ve Taşnak’ın ülkesinde. Üstelik, tüm Batı dünyasının aşırı milliyetçiliğe kaydığı bir ortamda.
Ayrıca, en kolayına kaçmanın yöntemi Putin’in şemsiyesi altına girmek iken Paşinyan bundan kesinlikle uzak durmakta ve tam tersine, “AB ile ilişkilerimiz derinleşiyor” diye demeç vermekte. Batı da bu politikaya sıcak yaklaşıyor. Euronews Nisan’da açıkladı: Ermenistan’a AB ve ABD 330 milyon Euro destek verecek.
***
Özetle:
Şu anda Paşinyan, aynen SSCB’nin yıkılmasından hemen sonra 1991-98 arasında başkanlık yapan Ter Petrosyan gibi, demokrasi ve barışa yönelik ve Türkiye’ye yaklaşmacı bir politika izliyor.
Türkiye o zamanlar, “soykırım” kavramını Temmuz 1995’te Ermeni Anayasası’ndan çıkartan, Taşnak’ın faaliyetini askıya alan ve dünyayı dolaşarak diasporayı ikna eden Ter Petrosyan’a sahip çıkmamıştı ve ardından Rusya yanlısı milliyetçi Robert Koçaryan gelmişti.
04.08.1998 tarihinde Agos’ta yazmış ve demişim ki, Ter Petrosyan’ın istifasıyla ortaya çıkan darbe benzeri değişiklik Türkiye’nin çok aleyhinedir, Türkiye Ter Petrosyan’ı çok arar. Zamanı için önemli olan bu yazıyı özetleyecek yerim kalmadı ama şimdi de diyorum ki, eğer giderse, Türkiye Paşinyan’ı çok arar.
***
Türkiye derken?
İç ve dış politikası gerginlik üzerine kurulu olan, son zamanlarda “Yumuşama” kavramını telaffuz etmeye başlayan CB Erdoğan’ın Patrik Maşalyan’a bu yılki 24 Nisan mesajı: "Tek bir Ermeni vatandaşımızın dahi ötekileştirilmesine, dışlanmasına, kendini vatanında ikinci sınıf hissetmesine müsaade etmedik, etmeyiz”.
Erdoğan, Ermenistan hakkında son zamanlarda konuşmadı. Rejimin “komşularla sıfır sorun” politikası izlediği dönemde (2010) ise BBC’ye şöyle demişti: “Bakın benim ülkemde 170 bin Ermeni var; bunların 70 bini benim vatandaşımdır. Ama yüz binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu yüz binine 'Hadi siz de memleketinize' diyeceğim; bunu yapacağım”.
“Normalleşme” kavramı üzerinden yürüyen Özgür Özel’in ise bu konuda hiçbir sözüne rastlayamadım, yorum yapamıyorum. Hayırlısı.
Baskın Oran kimdir?
1945 İzmir. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Genelkurmay başkanına (2009), cumhurbaşkanına (2017) ve içişleri bakanına (2018) davalar açtı ve kaybetti. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/).