Akın Olgun
Enes, Efe ve kalanlar
İnsanı en çok yutkunmak zorunda kaldığı sözler tüketir. Elinizden yaşama umudunuzun alındığını fark etmeniz ile çıkmaz bir sokağa dönüşen ruh haliniz, her adımda mecburiyetlere asılı kalır.
Kendiniz olmaktan çıkıp, mecburiyetlerin insanına dönüşmek korkunçtur. Çocukluğunuza, gençliğinize, emeğinize, düşüncelerinize, hayallerinize, var olma çabasına verilen itaat etme hükmü, içinizde yeri asla dolmayacak boşluklar oluşturur.
Daha üstte olanın egolarına, bencilliğine, vurdumduymazlığına, her şeyi bilir ukalalığına ve hepsinin toplamı üzerine yükselen haysiyetsizliğe saygı gösterme zorunluluğu kahredicidir ama daha beteri, itaat etmeyi yükselme şartı haline getiren sistemin sizi “sorun” olarak işaretlemesidir.
Kalabalıkta yalnızlık çekmenin, arkadaş dediklerinizin içinde eksik görülmenin, dost dediklerinizin yanında sahipsiz hissetmenizin nedenidir de bu biraz.
Yanlış olanı görüp susanların, yediği azarı sineye çekip bir köşede ağlayanların ve hiçbir şey yokmuş, olmamış gibi yapabilme hüneri ile kariyer basamaklarını gözetleyenlerin ortak suçudur vazgeçişler.
Hayatın onurunu örseleyen her söz, her cümle, her suskunluk bir kaybediştir çünkü ve yerine konan o kariyer bahisleri bu yüzden hep ezik, hep şekilsizdir.
Parlak, cilalı görüntülerin ardına yerleşen o kişilik sefaletleri, vaat edilen geleceğin de bir kopyasıdır. Ne kadar kazandırırsanız kazandırın asla kâfi gelmeyecektir ve daha fazlasını bekleyen bakışların, sözlerin, ithamların ucu açık tehditleri, bir cellat gibi ensenizde nefesini hep hissettirecektir.
SİSTEM BÖYLE İŞLİYOR ÇÜNKÜ
“Kurumsal” olmakla övüneninden tarikatına kadar, kazanmak, daha çok kazanmak için kurulu düzenin çarkları arasında yok ediliyor insan onuru. Emeği değersizleştiriliyor, değerleri hiçleştiriliyor ve insan kalabilmenin ruhsal bütünlüğü paramparça ediliyor.
Enes Kara bir tarikatın kurbanıydı. Efe Demir, dev bir finans grubunun.
Biri “modern” dünyanın işletme çarkının, diğeri bir tarikatın kurduğu yobaz çarkın dişleri arasında çiğnendi. Bildiklerimiz, duyduklarımız sadece bunlar. Bilmediğimiz, duymadığımız kim bilir ne kadar insan bu çarkların arasında un ufak edilip atıldı hayatın dışına.
Kendi varlıklarını ilelebet kılmak için aklın, mantığın, düşüncenin, emeğin üzerinde kurdukları zorbalığı hepimize zorla giydirmeye çalışanlara yakından bakarsanız eğer, boynumuza ipi geçirenlerin yüzlerinin farklı, ellerinin aynı olduğunu mutlaka görürsünüz.
Biri önünüze koyduğu hedefleri tutturmanız için “modern” kırbacını sallarken, diğeri elinde Kur’an, dilinde Allah ile atar tokadı, vurur tekmesini. Biri liyakati itaat, diğeri itaati liyakat olarak pazarlar. Emek ise hep arafta kalandır.
Mecbur bırakılan hayatlar, mutsuz, umutsuz ve yorgun ruhlar, gerçeğe uyanmasın diye bazen parlak zevklerle, bazen öteki dünya cennet vaatleriyle teselliye çekilirler.
Ama “Kral çıplak” diyen birileri her zaman olacak. Tıpkı Efe gibi.
Bir zaman sonra unutulur gibi olacak, herkes kendi hayatına döner gibi, hiçbir şey yokmuş, hiç yaşanmamış gibi…
Sonra birden hatırlanacak Kral’ın çıplak olduğu. Enes mutlaka hatırlanacak. Efe’nin sesi mutlaka sarsıcı olacak.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.