Enkazdan sesler 4 - “Ma’rıhne nıhne hön'

Bir gün 'Deprem Mahkemeleri' kurulur mu bilemeyiz ama bölgedeki suçların haddi hesabı yok. Samandağ halkı "Ma’rıhne nıhne hön" dese de bölgedeki tüm uygulamalar onları göç etmeye zorluyor. İş giderek 'zorunlu göç' politikasına dönüşüyor.

“Enkazdan sesler” yazı dizimizi takip edenlerin fark edeceği üzere, deprem bölgesinin önemli bir kısmını iki defa dolaştığım halde, dört yazıdır Hatay’dan çıkamıyorum. Diğer bölgelerde olduğu gibi Hatay’da yaşananlar da kitaplara sığmaz.

HDP Milletvekili Tülay Hatimoğulları, 3 Mart’ta memleketi Samandağ’da buluştuğumuzda tarifi zor bir keder içindeydi. Bir yanda kayıpların acısı, diğer yanda hayatta kalanların yaşama tutunmasını sağlama kaygısı, bir siyasetçi açısından baş etmesi zor bir yük.

Tülay Hatimoğulları

Gerçi tarihi Antakya sokaklarındaki yıkıntılar arasında çekim yaparken şehrin sembolü sayılan ama artık yerle bir olmuş Saray Caddesi’nde karşılaştığımız bir AKP’li milletvekilinin banyosunu yapmış, saçlarını özenle taramış, tertemiz kıyafetleri üstüne çekmiş halini görünce meselenin “siyasi sorumlulukla” izah edilemeyeceğini düşünmüştük.

Samandağ halkı şehirlerinde yaşama olanaklarının sağlanmamasından, dolayısıyla burayı terk etmek zorunda bırakılmaktan korkuyor. Zaten şu anki kaderine terk etme politikası devam ederse, insanların başka şansı da kalmayacak gibi görünüyor.

Hataylılar kendi şehirlerine, topraklarına ve komşularına örneğine nadir rastlanır biçimde sevdalı. Konuştuğumuz herkes bu sevdayı dillendirerek başlıyor söze.

Tülay Hatimoğulları’nın 18 Mart günü Samandağ’da Arapça yaptığı konuşma kayıplarının yasıyla birbirlerinden koparılma, memleketlerinden uzaklaştırılma kaygısı birbirine karışmış Samandağ halkı açısından tarihi nitelikteydi:

“Depremi engelleyemezlerdi ama bizi enkaz altından kurtarabilirlerdi. AFAD’ı, Kızılay’ı gönderebilirlerdi. Göndermediler. İşte bu nedenle bu kadar öfkeliyiz. Bize bir bardak, bir şişe su gönderebilirlerdi. Hiçbir şey göndermediler. Dışarıdan gelen gençler olmasaydı, buradaki gençler yemeyi-içmeyi örgütlemeseydi, burada aç kalacak, susuzluktan ölecektik. Biz bu yüzden de öfkeliyiz. Bu nedenle hakkımızı helal etmiyor, affetmiyoruz. Ama kadınlar bu şehri kendi elleriyle yeniden kuracak. Bugün Samandağlı kadınlar olarak biraradayız ve tüm dünyaya mesaj veriyoruz: Biz Samandağlı, Antakyalı, Hataylı kadınlar olarak bu şehri baştan sona yeniden imar edeceğiz. Tıpkı eskisi gibi kardeşçe, huzur içinde ve beraberce… Hristiyan, Alevi, Sünni, Kürt, Arap, Türk, Ermeni; hepimiz bu topraklarda yaşadık. En büyük hüznümüz, burada tesis ettiğimiz kardeşliğimize zarar vermek istemeleri. Bizi buradan gönderme senaryoları konuşuluyor ve siz bunun cevabını verdiniz: Biz buradayız, toprağımız burası! Burada doğduk, burada öleceğiz! Kentimizi asla terk etmiyoruz.”

Sadece Samandağ’da değil, Hatay’ın neredeyse her bölgesinde halk adeta bölgeyi terk etmeye itiliyor. Kimine göre aradan bir buçuk ay geçtiği halde enkaz kaldırma başta olmak üzere hiçbir alanda ciddi bir çalışma yapılmıyor olmasının nedeni, insanların bölgeyi tamamen boşaltmasına dair beklenti. İnsanlardan bir çadırın bile esirgenmesi, asgari yaşam koşullarının sağlanmaması, enkaz kaldırma faaliyetlerinin karınca hızıyla ilerlemesi imkânsızlıkla açıklanamaz.

Eğer iktidar olanaksızlıktan değil de kasten böyle bir program yürütüyorsa, bunun birkaç nedeni olabilir. Ya bölgeyi inşaat firmaları açısından “rahat haraket edilebilir” bir şantiyeye çevirmek üzere halktan tamamen arındırmak ya da özellikle Hatay’daki sosyolojik yapıyı değiştirmek üzere göçü tek seçenek haline getirmek. Bu iki ihtimal aynı anda da geçerli olabilir. Yani hem Arap-Alevi çoğunluklu nüfus yapısını, hem de yerleşim düzenini baştan sona yeniden “inşa etmek.”

Öte yandan iktidarın deprem bölgesinde seçimleri kazanmak için neredeyse hiçbir çaba içinde olmaması bir hayli düşündürücü. Acaba zaten kaybedileceği düşünülen seçimlerde, ciddi bir oy kaybı yaşanacağı kesin olan deprem bölgesine “enerji” harcamamak ve enkazı yeni iktidarın sırtına bırakmak mı istiyorlar? Halkla dayanışmak üzere seferber olmuş gönüllüler bu yüzden mi çalıştırılmamak isteniyor? Bölgeye giden yardım TIR’larına bu nedenle mi el konuyor? TV kampanyalarında toplanan paralar bu yüzden mi halktan esirgeniyor? Aradan bir buçuk ay geçtiği halde bu devasa enkazın kaldırılması konusunda detaylı bir program bu yüzden mi hazırlanıp halka açıklanmıyor?

İktidarın deprem bölgesinde yaptıkları ve yapmadıkları üzerine anlatılacaklar şöyle dursun, sorulacak sorular bile sayfalara sığmaz.

İktidar değişirse, sadece depremde yapılanlar ve yapılmayanlar için ayrı mahkemeler kurulması veya belli mahkemelerin sadece bu suçlarla ilgilenmek üzere düzenlenmesi gerektiği yavaş yavaş dillendiriliyor. Bir gün “Deprem Mahkemeleri” kurulur mu bilemeyiz ama bölgedeki suçların haddi hesabı yok.

Samandağ halkı “Ma’rıhne nıhne hön" (Gitmedik, buradayız) diyor ama bölgedeki tüm uygulamalar onları göç etmeye zorluyor. İş giderek “zorunlu göç” politikasına dönüşüyor.

Deprem oluyor, şehriniz yıkılıyor ve hayatta kalanların kendi topraklarında yaşamasını sağlayacak doğru-düzgün hiçbir şey yapılmıyor. Hatay’da yaşanan bu.

5 Mart günü virane Hatay’ı arkamızda bırakıp kuzeye doğru yol alırken, şehrin çıkışında yol sorduğumuz sarı yelekli genç, Türkiye Barolar Birliği gönüllüsü olarak bölgedeki hukuki sorunları incelemek üzere burada bulunduğunu söylüyor. Van Barosu’na kayıtlı avukat Musa Kaya, bölgedeki çalışmalarına dayanarak hazırladığı raporunu da bizimle paylaşıyor. Kaya’nın raporu, insanların “zorunlu göçle” sınandığını gözler önüne seriyor.

Beş gün boyunca bölgede incelemeler yapan Avukat Kaya’nın gözlem ve tespitlerine dayanarak hazırladığı rapordan bazı bölümleri naklederek bu bölümü noktalayalım.

Avukat Murat Kaya
Van Barosu

Depreme bağlı olarak ortaya çıkan yıkım ve felaketten dolayı sosyal yaşamda tam bir kaos ile alt üst oluş yaşanmaktadır. Uzmanlık alanımız olmadığı halde sosyo psikolojik anlamda dramatik sonuçların yaşandığını söyleyebiliriz. Kent sakinleri hayatlarında bu denli dramatik bir değişimin yaşanmışlığını anlamakta zorluk çekmekte ve deprem sonrası oluşan durumu kabullenmemekte, travmatik duygular yaşamaktadır. Şehirde kalanlar şehrin geleceği konusunda endişe ve belirsizlik içindeler. Bir çok insan şehri terk etmekle kalmak duygusu içinde gidip gelmektedir.

Hem resmi olarak savcılık ile katıldığım bina tespiti ve delil toplama çalışmalarında, hem de özel olarak Barolar Birliği adına yaptığımız tespitlerde; adli ve hukuki anlamada büyük sorunlar yaşanmaktadır. Hatay şehir merkezinde, öğrenebildiğimiz kadarı ile delil tespit işlemlerine şehir dışında gönüllü olarak gelen yalnızca iki cumhuriyet savcısı katılmaktadır. Şehrin büyüklüğü ve yıkılan bina sayısı dikkate alındığında bunun çok yetersiz olacağı kesindir.

Yine hukuk mahkemelerini harekete geçirmede vatandaşın büyük bir sorun yaşadığını tespit etmiş bulunmaktayız. Yıkılan binalarda gerek ölüm gerekse maddi zararlara ilişkin neredeyse hiçbir tespit yapılamamaktadır…
Yine depreme bağlı olarak, gerek can gerekse mal kayıplarından dolayı meydana gelen zararların tazmini noktasında başta ilgili bakanlık olmak üzere kamu kurumlarının sorumlu olacağı açıktır. Ancak kamu kurumları veya diğer hukuki sorumluluğu olanların eylemleri ile bunun sonucu arasında nedensellik bağının kurulması gerekmektedir.

Bölgede hukukçu olarak tarafımıza en sık iletilen hususlardan biri de; bir kısım vatandaşların fiili ve resmi ikametgahlarının farklı olmasından dolayı yapılan nakdi ve ayni yardımlardan faydalanamadıklarına ilişkin şikayetlerdir. İnsanlar özellikle çocuklarının daha iyi okula gitmeleri için getirilen adrese dayalı okul kayıt sisteminden dolayı, adresleri ile fiili oturma yerlerinin farklı olduğunu ve bu nedenden dolayı başta nakdi yardımlar olmak üzere birçok konuda bürokratik sorunla karşılaşmış bulunduklarını belirtmişlerdir.

Yine resmi iş ve işlemlere yönelik çalışan idari birimlerde, yeterli bir hizmetin verilmediği tarafımızdan tespit edilmiş bulunmaktadır. Vatandaşın sürekli başka yerlere yönlendirildiği, taleplere cevap vermede idarenin yetersiz kaldığı görülmüştür. Gezdiğimiz mahallelerde hâlâ çadır sıkıntısı yaşandığı ve çadıra henüz erişemeyen depremzedelerin olduğu tespit edilmiştir.

Yine özelikle kronik ve sürekli tedaviye muhtaç hastaların olduğu, bunlar için çadırların yetersiz kaldığı, ve acil yaşamsal gereksinimler için kendilerine biran önce konteynır sağlanması gerektiği tarafımızdan görülmüştür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi