Enver Topaloğlu
Epilog - 1
Şiirin okurla buluşması, yaygınlaşması için çaba sarf eden, okunurluğunu arttırmak amacıyla emek harcayan şairlerden ulaşabildiğimiz isimlere yönelttiğimiz “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusuna çok önemli yanıtlar, karşılıklar aldık.
On bölümlük dizi kapsamında, daha önce nedense üzerinde yeterince durulmamış, sorun edilmemiş bir konuda galiba bir tür “beyin fırtınası” yürüttük de diyebiliriz. Umarız, kapıyı sonuna kadar açamadıysak da aralamışızdır.
Bazı tip soruların üretken oluşu nedeniyle aranan karşılıkta ya da yanıtta bir sınıra gelinse, belli bir doygunluğa ulaşılsa bile saf bir sonuca ulaşılması, merakın tam olarak giderilmesi pek mümkün olmuyor.
Bu bölümde “sonsöz” gibi bir değerlendirme yapmak istiyoruz. Ama bunu bir özet çıkarma olarak düşünmüyoruz. Neden? Elbette bu yaklaşımımızda “şair sözüdür, hülasa edilemez” iddiasının payı büyük. Ayrıca, ne de olsa “şeytan” ayrıntıda gizlidir.
Ancak on bölümden oluşan uzun bir dizi yazı için bir epilog da sanki olmazsa olamayacak gibi. Bu maksatla soruşturmamıza katılan isimlerin yanıtlarından bazı alıntılarla bir tür hatırlatma, derleyip toparlama yapmaya çalışacağız. Bunun ayrıca dizi yazımızın eksiklerini gidermese bile büyük oranda azaltabileceğini düşünüyoruz.
“ŞAİRE”
Kısa bir süreliğine dikkati, ana konudan saparak iki yüzyıl önce yaşamış bir şairin şiirine çekeceğiz. Şiir, Rusya’nın ünlü romantik şairi Aleksandr Puşkin’e ait. Romantik şiirin ünlü şairi Puşkin, 1799 – 1837 yılları arasında yaşamış.
Puşkin’in paylaşacağımız şiirinin adı “Şaire”. Bilindiği kadarıyla şiirin iki çevirmeni var. Birincisi Sefer Aytekin, diğeriyse Ataol Behramoğlu. Biz Behramoğlu’nun açık kaynaklardan ulaştığımız çevirisini aktaracağız. “Şaire” biçimsel olarak sone tarzında iki dörtlük, iki üçlük olarak yazılmış bir. Şiiri hatırlayalım:
Ey şair! Değer verme sevgisine sen halkın
Tez geçer gürültüsü zafer övgülerinin;
Aptalın yargısına, soğuk kalabalığın
Gülüşüne de boş ver, aldırışsız ol, sakin.
Sen çarsın: Yalnız yaşa. Yürü özgür yolunda
Özgür akıl nereye götürüyorsa seni.
Yetiştir emeğinin sevgili meyvesini,
Ödül beklemeksizin soylu çabalarına.
Ödül sendedir, çünkü en yüce yargıç sensin;
Ürününe en titiz değer biçebilensin,
Ey güç beğenir usta, sen ondan hoşnut musun?
Hoşnutsan, kalabalık varsın küfretsin sana,
Tükürsün ateşinin tutuştuğu mihraba,
Şımarık bir inatla rahleni sarsıp dursun.
Puşkin beğenilmek, övülmek konusunda şairi, ama tabii ki öncelikle kendisini uyarıyor. Kime karşı uyarıyor. Sorunun karşılığı şiirin ilk dizesinde verilmekte: “Ey şair! Değer verme sevgisine sen halkın”
Şairin halk dediğini, okur olarak anlarsak konumuz bağlamında çok bir şey değişmiş olmayacaktır. O zaman dizeyi şöyle tevil etmek mümkün: Ey şair değer verme sevgisine sen okurun. Puşkin bunu yaklaşık olarak iki yüzyıl önce söylüyor. Bugün de aynı şekilde seslenebilir mi şair; başta kendisine. Kısaca, şairin okurun beğenisini, övgüsünü önemsememesi mümkün mü?
“METNİN SESİ”
Puşkin’in konu ettiğimiz şiirinin üzerinde durmamızın temel nedeni şairin okur karşısındaki tutumu değil. Çünkü şair için okurunun kimler olduğu, olacağı çok önemli olmayabilir. Ama bu demek değil ki şair, şiirinin okunması için gayret etmesin, çaba göstermesin. Günümüzde şiirin okunması için artık metin tek başına yeterli değil.
Mehmet Rifat’ın “Metnin Sesi” adlı yapıtında dile getirdiği gibi “metin yalnızca kendisini kullanmayı bilenlere, kendisine bakmayı bilenlere, kendisini dinlemeyi bilenlere, kısacası “metnin sesi”ni duymayı bilenlere o büyülü anlam evreninin katmanlarını bir bir açar.” Ancak mevcut şartlarda “metnin sesi” ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar yüksek çıkarsa çıksın, okura ulaşmakta sorunlarla karşılaşıyor. Metnin okura doğru olan yolculuğu sırasında sesini bastıran değişik kaynaklardan yükselen çok daha büyük bir gürültüyü yok saymak mümkün değil.
Güven Turan’ın Türkçeye çevirdiği ve yakın zamanda YKY tarafından yayımlanan Jay Parini’nin “Şiir Neden Önemli” adlı kitabında şairin kişisel sesini bulmasının önündeki engellerden söz edilirken vurgulandığı gibi kültürün egemen sesinin tahakkümünden, ısrarcı ve baskıcı gürültüsünden kurtularak onu aşmak hiç de kolay değil.
Şiirin okura ulaşmasında karşılaşılan çok başka engellerden de söz edilebilir. Ama okurun şiire ulaşmasında da engel ya da engeller yok mu? Örneğin güncelin dışında kalmak şiir okuru için “taze şiiri, yeni kuşakların üretimlerini anlamak yorumlamak bakımından önemli bir engel teşkil eder. Şiir okumak için (o beylik sözü istemeye istemeye yineleyeceğiz) eğitim şart. Şiirin eğitimi için bir okul varsa ki var; o da şiirdir.
Bedenlerimizde olduğu gibi duyguda, düşüncede, duyarlılıkta, farkındalıkta da kireçlenmeden, tutulmadan, kasılmadan, kısıtlanmadan söz edilebilir. Genellikle de hareketsizlikten doğan sonuçlardır bunlar. Aynı şeyi şiir okurluğu için de söyleyebiliriz. Şiir deviniyorsa, okurunun da aklının, zihninin, düşüncesinin duygularının, devingen olması gerekir. Bu edimlerini yitiren kimse bir zamanlar şiir okuru olsa bile yıllar içinde bu özelliğini de yitiriyor. Dolayısıyla önce güncel şiiri, gündemdeki şiiri örneğin reddediyor. Hem de hiç okumadan reddediyor. Kısaca söyleyelim: Şiir yenilenirken okurun eskimemesi, eskide kalmaması önemlidir. Aksi hareket kısıtlılığına neden olacaktır. Ayrıca şiirin yenilenmesi için ölmesi kaçınılmaz. Bir tür kabuk değişimi. Ölü kabuğun düşmesi gibi… Bu bölümü bir soruyla kapatalım: Şiir ölüyor diye şiir okurunun da ölme seçeneği var mı?
“RUHUN AYNASI”
Tek soruluk dizimize kimler katıldı, hatırlayarak devam edelim. İlk bölümde şair kimliğiyle sorumuzu Emel İrtem yanıtladı. İrtem yanıtına bir de başlık koymuştu. “Ruh Aynası”. İrtem yazısının başlığında bir şair dokunuşuyla tek bir imge aracılığıyla yanıt veriyordu. Şiir; ruh aynasıdır, ruhun aynasıdır. Okursanız bakarsınız, görürsünüz.
Ne diyordu Freud: “Ne zaman insan ruhunun derinliklerine dalsam, benden önce oraya bir şairin ulaştığını görüyorum.”
Ruh aynasına bakan için orda gördükleri için neden ya da niçin şiir okuması gerektiğinin karşılığı açık ve anlaşılır biçimde bulunmaktadır.
İkinci bölümde şair ve çevirmen olarak sorumuzu Tamer Gülbek yanıtladı. Gülbek şunları kaydediyordu: “İlk akla gelen cevaplardan biri ‘estetik haz’ olsa gerektir. Şiir, dilin günlük kullanımı dışında yeniden yapılandırılmasıdır. Böylece kelimeler ve sözler düz ve sıradan özelliklerini terk ederek şairin elinde yepyeni anlamlar ve derinlikler kazanır.”
Dilin sıradanlığının ötesine geçme isteği, onun sonucu olarak gelişen arayış, şiire doğru giden yol olarak işaret edilebilir. Üçüncü bölümde sorumuzu yanıtlayan Şeref Bilsel oldu. Bilsel sorumuza verdiği karşılıkta şiir okumak için her cümlesi ikna edici bir açıklama getiriyordu. Şeref Bilsel’in yanıtından bir bölüm aktaralım: “Söylemek isteyip de söyleyemediğini bir başkasıyla (şairle) birlikte söyleme imkânı veriyor şiir. “Dinleyen, anlatanın ortağıdır.” (Hz. Ali).” Okuyanı yazana ortak eden bir anlatı ne diyor merak etmemek için insanın nasıl bir bahanesi olabilir? Bir sonraki bölümde sorumuzun muhatabı Haydar Ergülen’di. Yanıtında şiirin buluşturduğunu, yazanla okuyan arasında bir ortaklık bağı oluşturduğunu dile getiren Ergülen, şiir okumayı da şöyle tanımlıyordu: “Proust’un romanının adı gibi ‘kayıp zamanın peşinde’ olmaktır.” Haydar Ergülen’in cümlesi, neden ya da niçin şiir okumamız gerektiğini yeterince açıklıyor diyebiliriz.
Dizimizin beşinci bölümünde sorumuzu ikinci kez “spesifik bir çevirmen” olan Ohannes Şaşkal’a yönelttik. Karikatürist ve çevirmen olarak tanıdığımız, şairliğiniyse soruşturma sorusunu kendisine yönelttiğimizde öğrendiğimiz “gizli şair” “açık karikatürist” Ohannes Şaşkal, neden ya da niçin şiir okumamız gerektiğini dile getirdiği yanıtından birkaç cümleyi paylaşalım: “Her şiir okunmayı hak etmez elbet! Oysa nitelikli, has şiirlerden oldum olası çok şeyler murat ederiz. Hissetmek, umutlanmak, neşelenmek, içlenmek ya da öfkelenmekten tutun, görünendeki görünmeyeni, görebilmek, meselenin gizini sezebilmek için de şiir okuruz...
Umulmadık, bambaşka bir fikirle, güzellikle, sürprizle karşılaşmak; şaşırmak, heyecanlanmak, hayranlık duymak; mest olmak, hatta sarhoş olmak için şiir okuruz…”
(Devam edecek…)
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.