Dört şair kadın

Toparlarsak, modern Türkçe şiire adlarını silinmeyecek biçimde yazdıran şairlerden Gülten Akın, Sennur Sezer, Nilgün Marmara, Didem Madak’ın ortak özelliği şair kadın oluşları ve şiirlerinde bunun izinin sürülebilmesidir.

Bugün 8 Mart ve kadınlar için önemli bir gün. Önemi nereden geliyor? Ya da şöyle soralım 8 Mart nedir?

Tarihin belli dönemlerinde yaşanan bazı olaylar vardır ki toplumsal yaşamı kökten etkilenmiş, belleklerde derin izler bırakmıştır. Öte yandan egemen sınıflar tarih anlatısını genellikle kendi çıkarlarıyla çatıştığı için çarpıtarak anlatma yanlısı bir tutum sergiler. Bu yönde yoğun çaba gösterir. Bu gibi durumlarda gerçeğin bilinmesi; neyin, nasıl yaşandığının açıkça anlatılması önemlidir. Aynı şey 8 Mart için de geçerlidir. Egemenler 8 Mart’ın arka planında ne olduğunun bilinmesini asla istemiyor. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor.

Kadınların eşitlik, özgürlük ve hak mücadelesinin simgesi, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılan 8 Mart’ın geçmişi, New York’ta, 1857’de, tekstil işçisi kadınların, sekiz saatlik iş süresi ve daha iyi çalışma koşulları için başlattıkları greve polisin müdahalesi sırasında fabrikada çıkan yangın sonucu çok sayıda kadın işçinin yaşamını yitirdiği olaylara kadar gidiyor.

Kadınların çığlığı

New Yorklu kadın işçilerin grevinin ve direnişlerinin kanlı biçimde bastırılmasından onlarca yıl sonra, Kopenhag’da 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Clara Zetkin ve arkadaşları 8 Mart’ın, kadınların hakları için mücadele günü olarak belirlenmesini önerir ve kabul edilir. Tarihin 8 Mart olarak saptanması ve kesinleşmesi ise 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşir. Moskova’daki konferansta 8 Mart tarihi kesinleşirken adı da, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlenir.

Zamanla kadınların hak ve özgürlük mücadelesine dönüşen 8 Mart gününü, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde aldığı bir kararla “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.

Sözün özü 8 Mart, Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde 8 Mart 1857’de bir tekstil fabrikasında haklarını aradıkları için polisin şiddetine maruz kalan ve çıkan yangının alevleriyle kuşatılan kadınların acı dolu çığlığını içerir.

8 Mart’ta, Türkiye’de Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak etkinlikler düzenlenmeye başlanması Moskova’daki konferanstan sonra olur.

Kadın işçilerin örgütlenme, eşit ücret ve çalışma koşulları gibi talepleri zaman içinde kimlik ve özgürlük mücadelesi yönünde genişlemiştir. 8 Mart, artık kadına yönelik ayrımcılık, şiddet, taciz, yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlarla ilgili taleplerin gündeme taşındığı ve dile getirildiği simgesel bir anma, etkinlik ve eylem günü olmuştur diyebiliriz.

Anma ve mücadele günü

Kadınlar kimliklerinin tanınması, eşitsizliğin ortadan kaldırılması, özgürlüklerinin geliştirilmesi için mücadelelerini dünya genelinde 8 Mart’la sınırlı kalmayan biçimde, her geçen gün daha da kararlı olarak ve genişleterek sürdürüyorlar.

Devletin yaptığı ve dayattığı yasaların, eril, erkek egemen toplumsal yapının buyurduğu ahlak,töre ve ananelerin kuşatması altında özgürlük arayışını sürdüren kadınların simgesel anma, etkinlik ve eylem günü 8 Mart’ın morunu ve direnişin kızılını şiirle selamlamak için modern Türkçe şiirin belleğinde yer etmiş şair kadınların sesine, sözüne kulak kesilelim istedik.

Kimlik de var, bilinç de var, isyan da var, …

Bu amaçla, bedenen aramızda olmasalar da şiirleriyle, dizeleriyle, imgeleriyle, sesleriyle modern Türkçe şiirin belleğinde yer etmiş şair kadınların; Gülten Akın’ın, Sennur Sezer’in, Nilgün Marmara’nın ve Didem Madak’ın, deyim yerindeyse, yapıtlarının kapısını çaldık. Bir kez daha okur sıfatıyla şiirlerinin konuğu olduk.

Dört şair kadının şiirlerinin, kadın kimliği ve bilincinin yansımalarının izini sürmek isteyenler için de önemli ipuçları sunduğunu belirtelim. Aynı biçimde onların şiirlerinde şair kadın oluştan kaynaklanan ve eril egemenliğe yönelik isyanın, itirazın, reddin, restin sesinin, sözünün içkin olduğunu söyleyebiliriz. Sözü şair kadınlara ve onların şiirlerine vererek kadınların hak ve özgürlük mücadelesiyle dayanışma ve destek içinde olduğumuzu belirtelim.

Sözü daha fazla uzatmayalım. Hem şairleri, hem de 8 Mart’ı selamlamaya geçelim. İlk şairimiz Gülten Akın’la başlıyoruz.

Akın, İkinciyeni dalgasının yükseldiği, eski şiirin ve düzeninin yıkılıp yerine yeni bir şiirin kurulduğu dönemde başlar şiire. İkinciyeninin ayak seslerinin duyulduğu 1953’te yazılmış “Bir Mevsim Bir Dal İki Serçe”de yeni şiire dair her şey vardır. “Bir Mevsim Bir Dal İki Serçe”de modern Türkçe şiirde karşılaşılmayan bir şey daha vardır: Kadın sesi ve kadın bakış açısı. Şiir ayrıca kadın bilincinde aşk algısının değişimine işaret ettiği gibi aşk sorunsalına kadın bakışının ipuçlarını da içerir. Şiirin ikinci dörtlüğünü okuyalım:

Bir dalda iki garip serçe

İki kişi bir birini anlıyordu

— Çiçeklere dokunmak yasak —

Bekçi yalan söylüyordu biliyorduk

Örnek olarak alıntıladığımız betik, şairin erken denilebilecek dönemine ait bir şiirden. Çok geçmeden Gülten Akın’ın adını duyurmasında etkili olan şiiri buluşur okurla. “Kestim Kara Saçlarımı” başlıklı şiir, şairin adının geniş okur çevrelerinde duyulmasını sağlamakla kalmaz. Yol, yön ve ayak değiştirme sürecindeki modern Türkçe şiirde yeniliğin tipik örneklerinden biri olur. “Kestim Kara Saçlarımı”nın asıl önemli özelliği kadın bilincinin, kadın bakışının modern Türkçe şiirde belirginleşmeye başladığını temsil eden örneklerden oluşudur:

Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön

Yasaktı yasaydı töreydi dön

İçinde dışında yanında değilim

İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi

Bu nasıl yaşamaydı dön

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti

Tutsak ve kibirli -ne gülünç-

Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez

İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı

Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi

Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen -

Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

Günaydın kaysıyı sallayan yele

Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şiirin adı aynı zamanda, şairin 1960’ta yayımlanan ikinci kitabının da adıdır. Gülten Akın’ın ilk kitabı “Rüzgar Saati” 1956’da okurla buluşur.

Hak ve özgürlükler için militanca mücadele

Hem emekçi sınıfın yanında, hem kadın mücadelesinin her zaman ön saflarında olmuş, hak ve özgürlükler için militanca mücadele etmiş bir şair kadın daha var selamlamadan geçemeyeceğimiz. Hele de 8 Mart’ta. Sennur Sezer’den söz ettiğimiz anlaşılmıştır.

Sezer, poetikasıyla, politik tercihiyle, yaşam tarzıyla ve mücadeleci kişiliğiyle farklı bir şair kadın profili oluşturmuştur. Eskilerin deyişiyle “kavganın” ortasında yer almış, şiirlerinde “yürüttüğü kavganın” ortasından seslenmiştir. Egemen sınıflara karşı da, erkek egemen dünyaya karşı da militanca mücadele içinde sürdürmüştür yaşantısını. Şiirleri de bu mücadeleci, militan kişiliğinin izlerini yansıtır. Şairin “8 Mart Güneşi” başlıklı şiirinden bir bölüm aktaralım:

Sen çok kadın gördün mart güneşi

Savaşta direneni, işkencede öleni

Rosa Lüksemburg’un moraran bedenini

Karadeniz’de kum çekenleri

Ağ örenleri

Sarı sıcakta pamuk toplayanları

İncir işleyenleri

Tarlada tezgahta doğuranları

Sözcükler yetersiz, sözcükler katı

Sen çok ülke gördün mart güneşi

Sen çok kadın gördün

Yoldaşlarıyla grev yapanları

Eşitlik türküsü çağıranları

Dur ve tanığım ol şimdi

Dur ve tanığım ol mart güneşi

Hindistan ekmeğiyle besleniyor Amerikan bifteği

Kokakolayla vuruluyor Afgan bebeleri

Dur ve tanığım ol

Kutlarken 8 Martı dünya kadın emekçileri

Söz veriyorum

Tüm dünyada ödenene kadar alın teri

Susmayacağım

Sözcükler boğsa da beni.

Şiirin erken kaybı

Nilgün Marmara, modern Türkçe şiirin erken kaybı. Hatta onun için modern Türkçe şiirin bulmadan kaybettiği şairdir de diyebiliriz. Arkasında yayımlanmış birkaç şiir, daha çok yayımlanmamış ve daktilo edilmiş şiirler ve defterler bırakarak henüz yirmi dokuz yaşındayken çıkar hayat denilen sahneden.

Acaba, “rengin değil ara rengin peşindeyiz” diyen onu; dünyada, kentlerde düş alanı olmadığı, o nedenle konacak yer bulamadığı için çıkıp gitti diye mi başlamalı anlatmaya? Ya da bırakalım gerçeküstücü ve Türkçeye aykırı, ama dili sınırları zorlayarak esneten, genişleten imgeleri, yeni duyarlılıklara ve farkındalıklara dikkat çeken söylemiyle kendisi mi anlatsın bize acılarını ve ağrılarını. Galiba en uygunu ikincisi olacak. Öyleyse şairin şiirlerinden bir küçük alıntıyla devam edelim:

Baba eve gelir ekmeğiyle, bıçağıyla

Evdedir anne kaşığıyla, sapıyla,

Gözevinden vururlar onu,

Karartırlar etözünü

Ölmüş ölmüş dirilmiş kışkırtan bir perde

boyunca

Hiç saklamamış cesedini görmek, göstermekten

kendine ve elaleme

Bir arpa yüksekliğinden bakmış ve bakılmış

Kuş uçurtmaz dangalak bir yergök sınırında

Düşünmemiş kısacık erimini alınlık utkuların

İsmin yerini tutanı kullanmış yaşamın

her kipinde

Zürafa bir dilin uzun boynuna inip çıkan

şaşkınlığında dondurmuş ritmini.

Artık, utanıyor kediler

bir çöplükten beslenmeye.

Hasarlı özne

Marmara’nın şiirinin en önemli özelliği “hasarlı öznenin” diliyle konuşmasıdır. Daha doğrusu şiirini, “hasarlı özneye” mahsus bir özellikle, doğrudan konuşmayan, sezdirmeyi önceleyen biçimde kurmuş olmasıdır.

Nilgün Marmara’nın şiiri “hasarlı öznenin” şiiridir. Kaldı ki şu da sorulabilir: Kadın olup da erkek egemen dünyada “hasarlı” olmayan kim vardır ki? Şairin “Kuğu Ezgisi” adlı şiirinden bir bölüm aktaralım:

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,

Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı

bekçi gizleri.

Ne zamandır ertelediğim her acı,

Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,

-bu şiir -

Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,

Dost kalmak zorunda bana ve

sizlere!

Erkek egemen dünyanın “hasarlı öznesi” olan ve bunu “Pollyana” gibi davranarak aşmayı denese de imkansızlığı görüp anlamış bir başka şair kadın da Didem Madak’tır. Madak’ın şiirleri ağırlıklı olarak iç dökümcü ve betimlemeye dayanır. Onun şiirlerinde dikkat çeken önemli özellik, konuşan öznenin sesiyle, sözüyle kadın kimliğini açıkça belli etmesidir. Şairin 2002’de yayımlanan ikinci kitabına adını da veren “Ah’lar Ağacı” şiirinde bir bölüm okuyalım:

Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna

Çimento, demir, çamur. ..

Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.

En üst kattan düşerdim her gün

Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya

Hayatım bir mutluluk inşaatıydı Pollyanna

Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma

Cevap beklediğim, zamanlarda.

Benim bir köyüm olmadı.

Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana

Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.

İstanbul'u evlat edinsem

Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi

Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.

Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna

Bir kitaba bir cüz olamadım.

Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.

Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.

Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı

Biri okşasam bir yumuşardı

Bire“BİR” olamadım.

Toparlarsak, modern Türkçe şiire adlarını silinmeyecek biçimde yazdıran şairlerden Gülten Akın, Sennur Sezer, Nilgün Marmara, Didem Madak’ın ortak özelliği şair kadın oluşları ve şiirlerinde bunun izinin sürülebilmesidir. Bunun yanı sıra dört şairin şiirlerine yansıyan öznel yanlar da vardır. Örneğin Gülten Akın, modern Türkçe şiire kadın bakışı açısını taşıyan ilk şair kadın olma özelliğini taşır. Sennur Sezer ise modern Türkçe şiirin mücadeleci ve yaşama direniş alanlarından bakan şair kadın olma özelliğiyle ön plana çıkar. Nilgün Marmara için yaralı öznenin modern Türkçe şiirdeki tipik temsilcisi diyebiliriz. Yaralı öznenin modern Türkçe şiirdeki bir başka temsilcisi şair kadın da Didem Madak olmuştur. Sözünü ettiğimiz şair kadınların, şair erkeklerin “kadından şair olmaz” diyerek ahkâm kestikleri, hatta medyanın sağladığı bütün olanakları adeta seferber ettikleri bir süreçte eril iktidarın egemenlik alanlarını gerilettiklerini iktidara rağmen var olduklarını da anımsatmak isteriz.

Şair kadınların modern Türkçedeki tarihi aynı zamanda erkek egemen anlayışa karşı mücadelelerinin tarihi olarak da okunabilir.