Şairin Yürüyüşü

“Evden Çıktım Yürüdüm”de çağrışım çok önemli. Örneğin çağrışım aralığının Kavafis’e, Kavafis’in “Şehir” şiirindeki temaya kadar genişletildiği de kitabın dikkat çeken bir başka boyutu. Özdem de “Evden Çıktım Yürüdüm” derken aslında, hep evde olduğunu ima ediyor.

Şiirin bir yürüyüş olduğunu söylersek bilineni yinelemiş oluruz. Bazen bilinenin tekrarı gerekiyor. O nedenle şiirin de yürüyüş gibi olduğunu yineleyeceğiz. Yürüyüş gibi, hareket ve akıştır şiir. Bazen sadece çırpınabilir, ama o durumda, çırpınmasında da bir potansiyel akış vardır. Yani şiir için ritim, tempo gibi yapısal öğeler temel durumundadır, bu nedenle de vazgeçilmezdir.

Şiir bir devinimle var olur. Örneğin şiirin asli unsurlarından olan ses, varlığını büyük ölçüde bedensel devinime borçludur. Sesin dile dönüşmesi için de bedensel bir devinim gerekir. Şiirin dansla birlikte düşünülmesi belki biraz da bu nedenledir… Her ses, hece, sözcük bedensel devinimin izlerini de taşır.

Hatta şöyle de diyebiliriz: Şiirin de kaynağı olan dil, bedenle bütünleşik olarak oluşan ses tonu, jest, mimik, birtakım “es heceleri” (e’ler, ı’lar gibi), gramer arızalarını, söylem yapısına aykırılıkları, düşünce ve ifade savrukluklarını da içerir. Unutmamak gerekir ki şiire, konuşan kişinin, yani şairin bedeni ve kişiliği de nüfuz eder. Ancak sözün yazıya geçirilmesi sırasında önemli bir kayıp oluştuğu da bir gerçektir. Fakat şiir o kayıptan doğan acıyı da, boşluğu da içerir. Ünlü filozof Barthes’a göre yazıda da bir kişilik ve onun beden vardır ve biz ona biçem diyoruz. Eskilerin deyişiyle biçem yazarın, şairin şahsiyetidir. Ancak metindeki ‘ben’in yaratıcı ya da üretici ben olmadığını da göz ardı etmemek gerekir. Şunu da ekleyelim: Başlangıçta söz vardı deyişini belki de başlangıçta hareket vardı diye değiştirmek gerekir. Tabii illa da bir başlangıçtan söz etmek gerekiyorsa.

Söze şiirin, neden aynı zamanda bir yürüyüş olduğunu açıklamaya yönelik kısa bir girişle başlamak istedik. Bu satırlar o amaçla yazıldı. Ama konumuz, gündemimiz aslında başka. Şöyle söyleyelim: Yürümek, konumuzun önemli bir bileşeni olmakla birlikte tamamı değil. Hem fiil, hem de metafor olarak yürümek üzerine de düşüneceğiz, ama onunla sınırlı kalmayacağız.

Çünkü Yavuz Özdem’in değineceğimiz kitabının odağında yürümek olmakla birlikte, geniş bir anlam ve yan anlam ağı, dolayısıyla açılabildiği kadar açık duruma getirilmiş bir çağrışım yelpazesi bulunuyor.

Anlaşıldığı üzere gündemimizde Özdem’in yılın ilk günlerinde Şiirden etiketiyle yayımlanan şiir kitabı “Evden Çıktım Yürüdüm” var…

Yavuz Özdem’in (1956) şiirde yolculuğu seksenli yıllarda, dergilerde çıkan ürünleriyle başlıyor. Şairin ilk kitabıysa 1991’de “Göl” adıyla yayımlanıyor.

Daha sonraki yıllarda “Bir Yüzle Yürümenin Kitabı” (1994), “Adınız Kime” (1997), “ İstanbul Yolcusu Kalmasın” (1999), “Yer Gece Dinlenir” (2005), “Gümüş Ten Fotoğraf” (2007), “Meydanda Kalalım” (2010), “Yaşlı Kitap” (2014) adlı yapıtları okurlarla buluşuyor. Buna göre on bir yıl sonra yayımlanan “Evden Çıktım Yürüdüm” Özdem’in dokuzuncu kitabı. Bu noktaya da araya eser miktarda olacak biçimde ironi de katarak, şairin sözü dokuz boğumdan getirdiğini söyleyerek dikkat çekelim. Dikkatleri toplamışken bunu fırsat bilip araya bir şiir katalım. Alıntılayacağımız bölüm, kitabın ilk şiiri olan “Yürüyüş”ten:

Deniz kenarında yürürken

Binlerce taş arasından

Birini aldım elime

O

O eski taş değildi

Bir yolcu vardı artık

O taşla

O taşı alan arasında

Yalınlığı

Sorularda arayan bir yolcu

Güçlü soyutlamalar ve yalınlık

Özdem’in şiirlerinin en dikkat çekici özelliği açık ve yalın oluşu. Sözü dokuz boğumdan geçirdiğini kaydetmiştik. Kitabın ilk şiiri de bunun bir örneği gibi. Öte yandan şiirin, kitabın toplamına ilişkin de önemli ipuçları içerdiğini belirtelim. Şairin okura ipucu vermeye aslında kitabın adından başladığını da göz ardı etmemek gerekir.

Alıntıladığımız betikte de görüldüğü üzere Yavuz Özdem’in şiirlerinde açıklık ve yalınlığın yanı sıra soyutlamanın da dikkat çekici olduğunu kaydedelim. Buna karşın, söz dönüp kendi üstüne kapanarak anlamı gizlemiyor. Şiirlerde ifadenin üstüne ya da önüne çekilmiş bir perde yok. Paylaşıma her haliyle açık bir söyleyiş, Özdem’in şiirlerinin omurgası olarak öne çıkıyor. Özdem, her sesine, imgesine kadar şiir, anlaşılsın istiyor. Tüm çabasının buna yönelik olduğu da belli oluyor. Daha doğrusu şiirleri okura bunu da duyumsatıyor. Ama şunu da ifade etmeliyiz. Şair ne anlaşılırlığı ne de anlamı okura dayatıyor. Son derece uzlaşmacı bir biçemle deyim yerindeyse okura kapıyı açık tutuyor.

Öznelliği aşınmamış, aşılmamış bilhassa soyut ifadelerde, imgelerde, mecazlarda, metaforlarda genellikle anlam, söz derine ya da yüksekliğe çekilmiş olur. Buna bağlı bir anlaşılırlık sorunu oluşur. Ya da şöyle diyelim: Öznelliğin sınırlarını aşmayan soyut ifadeler doğal bir “yabancılık” hatta yabanilik içerir. Onlar için dilin bir tür yabani meyveleri de denilebilir. Bu tür ifadelerde alımlayanla ya da okurla metin arasındaki diyaloğu engelleyen “yabancılık”tan kaynaklanan bir “yabancılık, yabanilik mesafesi” söz konusudur. Özdem’in şiirlerinde güçlü soyutlamalara karşın, o “mesafe”ye rastlanmıyor. Şairin, bilinçli biçimde bir yalınlık ve açıklık arayışı içinde olduğu anlaşılıyor. En önemlisi dilin de buna koşut biçimde kurulmuş olması. Bir şiir daha okuyalım. Bu defa alıntımız “Çıkıp Yürümek” başlıklı şiirden:

Denize

Uzaktaki bir ev gibi baktım

Oda mutfak eşyalar

Bir kapak kırıldı

Camdan bir kapak

İçinde kaldım

Yürüye yürüye yazılan şiirler

Okura, denizi soluna alarak bir yürüyüş güzergâhı çizen “Evden Çıktım Yürüdüm” beş bölümden oluşuyor: “İçindekiler”, “Ben İnandıklarımı Hatırlarım Hasta Değilim”, “Bazen Anahtar Masalın Suyuna Değil Gerçeğin Suyuna Düşer”, “Korkunun Sarhoşluğu”, “İmgeye Övgü” kitapta yer alan bölümlerin başlıkları.

Şiirler, şairin yürüyüşünü iki düzlemde gerçekleştirdiği izlenimi veriyor. İlk düzlemde fiziki mekândaki gerçekleşen yürüyüş ve onun yansımaları, izleri var.

İlk bölümdeki şiirler daha çok fiziki mekânda gerçekleşen yürüyüş ve ona dair izlenimlerle ilgili gibi. İkinci düzlemde düşüncede gerçekleşen yürüyüş söz konusu. Paylaşacağımız şiir ikinci bölümde yer alan “Monolog”dan:

Ben inandıklarımı hatırlarım

Hasta değilim

Hatırladım sizi Kavafis’i önermiştiniz bana

Okumuş ve çok sevinmiştim

Siz Kavafis okuru

Bir arkadaş mıydınız?

Yoksa ben öğrenci siz öğretmen

Yoksa

Ben müşteri siz kitapçı mıydınız bir pasajda?

Hatırlamıyorum bunu

Ben nereye ev oraya

Şair yürüyüş için evden çıkarken evi evde bırakmıyor. Ben nereye ev oraya gibi adeta. Kitabın adı “Evden Çıktım Yürüdüm.” Ama aslında şunu da ekleyebilirmiş şair: “Ev de yanımdaydı.” Çünkü o evden çıksa da ev ondan çıkmıyor. Şiirlerin gerilimi de, derdi, tasası da o noktada düğümleniyor.

Korona günlerinin ortasında yazılmış “Duvarlara Bakmak” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

Dört duvar arasında

Nasıl işlerse zaman

Öyle işliyor

Donuyor her şey

Toprak olan analar babalar

Üç kuşak dört kuşak

Törenler evlenmeler donuyor

dört duvar arasında

Şair yürümek fiilini aslında düşünmek edimine dönüştürecek biçimde genişletiyor. O yüzden yan metin olarak şu anlamı da çıkarıyoruz şiirlerden: Evden çıktım yürüdüm, hep evi düşündüm. Şair evi yanında taşıyor. Ama evi evde bırakmak istemediği için değil. Evden kurtulamadığı ya da çıkamadığı için. Şair evden kurtulmak istiyor mu? Doğrusu buna çok da istekli değil gibi. Çünkü ev çok şey ifade ediyor; anlamı çok geniş, varlığı çok güçlü, şairin bağlılığı da çok derin. Öyle anlıyoruz.

Tek başına yürüyen biri, etrafındaki dünyanın hem içinde, hem dışındadır; o anın pratiğine yaşamın hırgürüne bütünüyle katılmaz, ama bir seyirci de değildir. Yavuz Özdem’in şiirlerinde bunun izlerini görmek mümkün. Aktaracağımız betik “Ev” başlıklı şiirden:

Bazen anahtar

Masalın suyuna değil

Gerçeğin suyuna düşer

Ve

Bozulur uyum

Kelimelerle Kelimelerin karşıladıkları

arasında

Bununla birlikte şair yürüyüşü esnasında sanki Necatigil’in “Evler”iyle İlhan Berk’in dağlarda yaptığı yürüyüşün arasında bir yol aramaktadır.

Yürümek şairde hem şiire yürümek, hem dünyaya yürümek, hayata yürümek, hem de düşünceye, duyguya yürümek anlamlarını kazanıyor. Daha doğrusu şair anlam yelpazesini oralara kadar açıyor, açmayı hedefliyor. Şairin yürüyüşüne eşlik eden şairlerden birinin de Ahmed Arif ve onun ünlü şiiri “Anadolu”daki şu dizeler olduğu söylenebilir:

Yürü üstüne - üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının...

Yürümenin kerameti

Yürümenin bilinçli bir kültürel faaliyet olmasının tarihi antik çağa, eski Yunana kadar uzatılabilir. Platon’un, derslerini bahçede, öğrencileriyle daire oluşturarak ve yürüyerek verdiğini hatırlayalım. Bu arada yürümenin siyasal nitelikli bir boyutu olduğunu da kaydetmeden geçmeyelim. Yine de yürümenin bir araştırmaya, törenselliğe, bir tür meditasyona dönüştürülmesi hayli yeni sayılır. Bu bağlamdaki ilk deneyimlerin miladının Aydınlanma çağı olduğu söylenebilir. “Yürümenin” yazar ve düşünürler için daha çok felsefi bir problem olarak benimsenmesi, irdelenmesi de bu dönemde başlamıştır. Yürümeyi, yürüyüşü felsefi sorunsal olmanın dışında başka bir perspektifle irdeleyenlerse tahmin edileceği gibi şairler olmuştur. Bu bağlamda ilk akla gelen Baudelaire’dir. Yürümeyi şehir içinde hedefsiz ve amaçsız biçimde, ama bir tür gözlemciliğe, tanıklığa dönüştüren ilk isim olarak akla gelir ünlü şair. Onun ünlü yapıtı “Paris Sıkıntısı” konuyla ilgili olarak anılabilir. Ama daha da önemlisi flanörlük eylemi gibi kavramını da ünlü şaire borçlu olduğumuzu kaydetmek gerekir. Flanörlük aslında şairin yürüyüş biçimini de, biçemini de tanımlayan en isabetli adlandırmadır. Flanörlük eylemi ve edimi Baudelaire aittir, ama onu irdeleyen, inceleyen ve çözümleyen Walter Benjamin olmuştur.

Kitaptan bir şiir daha okuyalım. Paylaşacağımız betik “Denge” adlı şiirden:

Bir hasta görsem ölümcül

Nerede ne zaman görsem

Hızlanır hareketlerim

Kollarım hızlanır bakışlarım

Düzeni bozan hasta değil

Görülmesidir hastanın tarafımdan

Flanörlüğün Türkçe karşılığı olarak “kent avaresi” “şehir gezgini” tabiri de kullanılabilir diye düşünüyoruz. Bu anlamda Türkçe edebiyatın ilk kent avaresi, ilk flanörü olarak Sait Faik anılabilir. Sait Faik öykücü olarak bilinir, ama öyküyü şiire onun kadar yaklaştıran da olmamıştır. O nedenle onu da bir kent avaresi şair olarak tanımlayabiliriz. Daha öncesinde Yahya Kemal’in adı da akla gelebilir. Şiirlerdeki İstanbul anlatısı İstanbul kartpostalları gibi olsa da. Öte yandan şair olarak modern Türkçe şiirin ilk flanörü, kent avaresi aslında, elbette 1947 tarihli “İstanbul” kitabının yaratıcısı İlhan Berk’tir.

Aktaracağımız iki dize Yavuz Özdem’in kitabında yer alan “Gözü Kapıda” başlıklı şiirden:

Benim bir arkadaşım var

Gözü hep kapıda

“Evden Çıktım Yürüdüm”de çağrışım çok önemli. Örneğin çağrışım aralığının Kavafis’e, Kavafis’in “Şehir” şiirindeki temaya kadar genişletildiği de kitabın dikkat çeken bir başka boyutu. Özdem de “Evden Çıktım Yürüdüm” derken aslında, hep evde olduğunu ima ediyor. Çıktığı evden başka gidebileceği ev olmadığını, olmayacağını da vurgulayarak.

“Evden Çıktım Yürüdüm”, bazen çok uzun, bazense son derece kısa olabilen evle ev arasındaki mesafede gerçekleşen yürüyüş deneyiminin kitabı olarak da okunabiliyor. Şiir muhitinin sakinleri başta olmak üzere okurların bilgisine ve ilgisine…