Vedat Türkali ve ‘İstanbul’ şiiri

Vedat Türkali’nin 1944’te yazdığı “İstanbul” şiiri bireysel arzuyu toplumsal özlemle birleştirir.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptaline, gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına, başta gençler, toplumun büyük bir kesimi tepkili. Tepki aslında hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve keyfi uygulamalara. Toplumun tepki gösteren değişik kesimlerince, İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde, geçen hafta boyunca yürüyüşler ve mitingler düzenlendi. Kaynağında geleceksizlik kaygısının da önemli bir yer tuttuğu tepkilerin dışavurumu olarak gerçekleştirilen yürüyüşler ve mitingler gündemdeki yerini koruyor.

Düzenlenen eylemler sırasında meydanlardan yükselen şarkılardan biri de “Bekle Bizi İstanbul” adlı parça oldu. Saraçhane’de toplanan yüz binlerce kişinin, yakın zamanda yaşamını yitiren Edip Akbayram’ın sesinden dinlediği “Bekle Bizi İstanbul” parçasının bestecisi Onur Akın. Akın, şarkının sözlerini Vedat Türkali’inin “İstanbul” adlı şiirinden almıştır.

Türkali’nin “İstanbul” şiiri şöyle başlar:

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul

Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde

Tek şiir kitabı

Gerçek adı Abdülkadir Pirhasan olan ve siyasal baskılar nedeniyle “Vedat Türkali” mahlasını kullanan yazar, çocuk yaşlarında edebiyat öğretmeninin etkisiyle şiire başladığını şöyle anlatmıştır: “Ortaokulda son sınıfta Salim Rıza Kırkpınar diye bir edebiyat hocam oldu. (…) Bende ilk edebiyat zevkini uyandıran insandır o.” Türkali, Nâzım Hikmet’ten çok etkilenir. Bunu da şöyle dile getirmiştir: “Fıkara işçi mahallesinin lisede okuyabilen çocuğu olarak ileri yolda ilk adımlarımı atmaya da, o yolda yapabileceğim en yararlı iş olduğu inancıyla devrimci şiirler yazmaya da Nâzım’la başladım.”

Ancak daha sonra romanlarıyla ünlenecek yazar, “Nâzım varken insan şiirden ürker…” sözleriyle şiire veda etmiştir.

Türkali’nin tek şiir kitabı, 1979 yılında Cem Yayınevi tarafından “Eski Şiirler Yeni Türküler” adıyla yayımlanır. “Sis” şairine ithaf edilen “İstanbul”, kitabın ilk şiiridir. “İstanbul” şiirinden bir bölüm daha okuyalım:

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok

Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entelektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin

Elden ele dilden dile

Vedat Türkali’nin 1944’te yazdığı “İstanbul” şiiri bireysel arzuyu toplumsal özlemle birleştirir.

Şiir, önce elden ele gizlice dolaşır. Sonra, 1946’da şair Arif Damar tarafından Beşiktaş’ta bir işçi sendikası toplantısında okunur. O andan itibaren de belleklere yerleşir ve deyim yerindeyse dillere persenk olur. Şiirden bir betik daha sunalım:

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Türkali, edebiyat öğretmeni olarak görev yaparken 1951’de, dönemin hükümetince sol kesimlere ve sosyalistlere yönelik “susturma ve bastırma” amaçlı operasyonların sonucu olarak hapsedilen isimlerden biri olur. Komünizm faaliyetlerinde bulunmakla suçlanır ve iki yıl süren dava sonucunda dokuz yıla mahkûm edilir.

Şu bölüm de “İstanbul” şiirinden:

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi

Düzyazıya geçiş

Nâzım Hikmet etkisi Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi onu da düzyazıya yönlendirmiştir. Cezaevinden çıktıktan sonra bir süre senaryo yazarlığı yapar,. Altmışlı yıllarda gösterime giren birçok filmin senaryosunda onun imzası vardır. İlk romanı 1974’te yayımlanır. “Bir Gün Tek Başına” adıyla okurla buluşan yapıt kurgusu, anlatım tekniği ve gerçekçi yaklaşımıyla cumhuriyet dönemi romanında bir aşama olarak nitelendirilir. “Bir Gün Tek Başına” geniş kesimlerce ilgi ve beğeniyle karşılanır.

Vedat Türkali’nin “İstanbul” şiirinin son bölümünü aktaralım:

Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

Türkali’nin şiirini “Sis” şairine ithaf ettiğini belirtmiştik. “Sis” bilindiği üzere Abdülhamit döneminin muhalif ve uzlaşmaz tavrıyla tanınan şairi Tevfik Fikret’in padişah baskısını ve uygulamalarını eleştiren ünlü şiiridir. “İstanbul” şiiri de yazıldıktan sonra, kırklı yılların ortasından itibaren baskı ve zulüm döneminin bir nevi “Sis”i olmuştur. Bilindiği gibi Fikret’in “Sis” şiiri de yazıldıktan sonra elden ele, dilden dile dolaşarak belleklerdeki yerini almış döneminin hatırasını hafızalara yerleştirmiştir. Şiiri giriş bölümünden bir parça aktararak anımsatalım:

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.

Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,

Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;

Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar

Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!

Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,

Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,

Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!

Edebiyat kadar siyasi tarihin de önemli isimlerinden biri olan Vedat Türkali, 1919’da Samsun’da doğmuştur.

Bir söyleşide şiir tutkusunun içinde ukde kaldığını ve bu konudaki duygularını, “Bana bir şiir tutkulusu deyin isterseniz. Hevesi kursağında kalmış bir şiir tutkulusu. Keşke ozan olabilseydim” sözleriyle dile getiren Türkali, 29 Ağustos 2016’da yaşamını yitirdi.