Çok yaşasın şair… Şiir eksik olmasın dilden…

Biz şairin yüz onuncu yaşını kutlamaya farklı bir not düşerek katılalım istedik. Bu amaçla Melih Cevdet Anday’ın yüzyılı bulan şiir yolculuğu süresince değişik zamanlarda paylaştığı şiir ve şiir eksenli düşünce ve görüşlerini oluşturan sözlerinden kısa bir derleme yaptık.

Yahya Kemal tutucu ideolojik tutumunun yansımasına örnek olabilecek biçimde “eski şiirin kainatı yerli yerinde dururken bir şiir meselesi yoktu” görüşünü savunarak “eski şiirimizin kainatı yıkıldığı günden beri Türkçede halledilmemiş bir şiir meselesi vardır” demiş.

Şair, kendi dünya algısı ve anlayışı içerisinde geçmişi gelecekten üstün görüyor. Onun bu görüşü temelde, geçmişin kaybedilmiş bir cennet olduğu düşüncesine dayanır.

Geçmişle gelecek karşılaştırması ya da kıyaslaması genelde, zamanı ardışık bir dizge içeresinde algılayıp yorumlayan düşünceden kaynaklanır. Bunun eşzamanlılık bilgisine yabancı bir yaklaşım olduğunu da kaydedelim.

Neyse diyor ve geçiyoruz. Yahya Kemal’in sözünü hatırlatmamızın nedenine geleceğiz, ama önce kısa bir parantez açalım: Yahya Kemal, kendisine cumhuriyetin cömertçe sunulan bütün nimetlerinden sonuna kadar yararlanmış bir şair olduğu bilinir. Buna karşın kendisini hiçbir çekince taşımadan son Osmanlı şairi olarak tanımlamıştır. Üstünde uzun uzun düşünmeye değer bir konu. Belki başka bir zaman.

Şiir henüz yazılmamış olandır

Biz şiirle ilgili Yahya Kemal’in dile getirdiğinin aksini düşünüyoruz. Çünkü şiirin tarihi ve birikimi Yahya Kemal’in söylediğinin tersini kanıtlıyor: Her zaman bir şiir meselesi vardır, olmuştur. Hatta diyebiliriz ki şiir var olduğundan bu yana şiir meselesi de vardır. O nedenle şiir hemen hemen her şair tarafından yeniden tasarlanan ve tanımlanan bir türdür. Boşuna değildir; ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı vardır sözü. Çünkü şiir bir arayıştır. Hatta şiir, yazılanlara bakılarak söylersek, henüz yazılmamış olandır. Verili şiirin yinelenmesinin, eskinin tekrarlanmasının şiire bir katkısı yoktur.

Kapanış ve açılış

Şiiri yazmakla yetinmeyen, hatta yetinemeyen, şiirin farklı boyutları ve sorunları üzerine düşünen, üreten; deneyimlerini ve görüşlerini paylaşarak bir tür kılavuzluk sorumluluğu alan şairler de vardır.

Yazımızda tam da böyle bir şairi, modern Türkçe şiirde, şiir düşünürü olarak ön plana çıkmış ve bu alandaki görüşleriyle etkili olmuş bir ismi konu edeceğiz.

Ama önce sözünü edeceğimiz şairden bir şiir okuyalım. Dizelerinden, onun kimliğini çıkaranlar olacaktır elbette. Çıkaramayanlar acele etmesin, sözü fazla uzatmayacağız.

Dörtnala haberci ilkyazdan

Aşağıdan inceden beyazdan

Dumanı tüten sıcak tohum

Dolan kara toprağı dolan

Ulaş yeryüzüne ak tohum

Hay gücüne kurban olduğum

Dağ taş dinlemezim hey aman

Göster o gül yüzünü göster

Önce yeşil yeşil bak tohum

Sonra sarı sarı gülüver

İlk iki betiğini paylaştığımız “Tohum” başlıklı şiirin şairi ve aynı zamanda yazımıza konu olan isim Melih Cevdet Anday (15 Mart 1915 – 28 Kasım 2002).

Bilindiği üzere şair, Garip dalgasına Orhan Veli, Oktay Rifat’la birlikte öncülük etmiş üç şairinden biridir. Yukarıda bir bölümü sunulan şiir, şairin Garip dalgasından kopuşunun tipik örneğini oluşturur. Bununla birlikte bir geçiş olması bakımından da örnek ve önemlidir. “Tohum” için bir kapanış ve geçiş şiiri değerlendirmesi de yapılabilir.

Yüz onuncu yaş

Modern Türkçe şiirde, şiirinin saati ileri gitmiş şairlerden olan ve yüz onuncu yaşı kutlanan Anday’la ilgili daha fazlasını araştırmayı okurlara bırakalım. Onlar için oluşan böylesine önemli bir fırsatın kaçmasına neden olmayalım.

Biz şairin yüz onuncu yaşını kutlamaya farklı bir not düşerek katılalım istedik. Bu amaçla Melih Cevdet Anday’ın yüzyılı bulan şiir yolculuğu süresince değişik zamanlarda paylaştığı şiir ve şiir eksenli düşünce ve görüşlerini oluşturan sözlerinden kısa bir derleme yaptık. Derlememizi paylaşacağız. Çalışmamızda, alıntılar için kaynağımız Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun hazırladığı ve Kitaplık dergisinin 63. sayısının eki olarak okurlara sunulan “A’dan Z’ye Melih Cevdet Anday” adlı kitapçığı olduğunu da kaydedelim.

Şairin “şiirin ne olduğuna ilişkin değerlendirmesi şöyle: “Bütün tarihte, bütün dünyada şiir var, ama onun ne olduğunu bir bilen yok.” Şaire göre şiirin ne olduğunu anlamak için “Uğraşacaksınız, didineceksiniz.”, buna karşın “sizi sevindirdiğini görüvereceksiniz, tanımış gibi olacaksınız, ama yitiverecek o, başka sefer başka bir kılıkta çıkacak karşınıza.”

Devamında “Şiir” diyor şair, “Homeros’tan bu yana değişmeden kalmış bir iş değildir.” Melih Cevdet Anday düzyazıyla şiir arasındaki ayrımı ise şöyle yapıyor: “Çağdaş şiir düzyazıya çevrilemeyen sözdür.”

Şair, “Defne Ormanı” başlıklı yapıtında şiirin diliyle felsefenin önemine değinirken bir yandan da şiirle “felsefe yapmanın” örneğini verir. Adı geçen şiirden bir bölüm okuyalım:

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri

için felsefe yapıyorlardı, çünkü

Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;

Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için

Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini

Köle sahipleri veriyordu onlara.

Ve yıkıldı gitti Likya

Ürkütücü ve cesur

Anday şairi de tanımlar. Ürkütücü ve ıssız olduğu kadar cesurdur şairi tanımlarken. Bir o kadar da açık sözlü: “Şair, bilinçli bir deli ve bilinçli bir çocuktur; mekânları bilerek karıştırır ve şakayı, bilmeye yeğler. Saçmalayan ve şakalaşan biridir şair, böylece de doğayı korku verici olmaktan çıkarır, masala çevirir. Çünkü eşyanın iki görünüşü vardır; biri herkesin gördüğü yüzü, öteki de ancak sanatçının herkese göstereceği yüz.”

Şairin “Telgrafhane” başlıklı şiirini okuyalım:

Uyumayacaksın

Memleketinin hali

Seni seslerle uyandıracak

Oturup yazacaksın

Çünkü sen artık o sen değilsin

Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin

Durmadan sesler alacak

Sesler vereceksin

Uyuyamayacaksın

Düzelmeden memleketin hali

Düzelmeden dünyanın hali

Gözüne uyku giremez ki...

Uyumayacaksın

Bir sis çanı gibi gecenin içinde

Ta gün ışıyıncaya kadar

Vakur metin sade

Çalacaksın.

Anday’ın şiir günü bildirisi

Yirmi beş yıl öncenin şiir gününde şiir günü bildirisini yazan Melih Cevdet Anday’dır. Şairin 21 Mart 2000’de yayımlanan dünya şiir gününü bildirisini okuyalım:

Şiir, bütün sanatlar içinde,

Bireyle tek başına buluşan sanattır;

Çünkü o, ana dilden başka hiçbir aracıyı gereksemez.

İşte bütün güçlük de buradan doğmaktadır.

Ozan, anadili içindeki gizli şiiri ortaya çıkarandır.

Şiir tarihi değişiyor gibi görünse de bu,

Dilin tükenmez bir hazine olduğunu gösterir;

Şair de onun simyageridir.

Başlangıçta şiir vardı

Şairin şiirle ilgili düşünürken “başlangıçta şiir vardı” çıkarımını yaptığı şu sözlerini de aktaralım: “Şiir bilinen sözcüklerle bilinmedik sözler kurmaktır, demiştim bir yazımda. Bunu, bilinen sözlerle bilinmedik imgeler yaratmaktır biçiminde de yürütebiliriz. Amacım, şiirin tanımını aramak değil, şiir kadar değişik tanımları kaldıran başka bir sanat yoktur belki de. Bu konudaki güçlük, dilin, bir anlaşma aracı olarak kavram-nesne ilişkisi olmasından kaynaklanır. Düzsözün ne zaman, nasıl şiire dönüştüğünü bir giz gibi görme eğilimi sanırım bundandır. Dil, belki de başlangıcında şiirdi, söz şiirden çıktı.”

Şairin şiirle ve kendi şiir deneyimiyle ilgili değerlendirmesi de önemli dersler içeriyor: “Yaşlandıkça, şiir deneyimimi gözden geçirmeye başlıyorum. Evet, şiirsel yolumda iki üç kez değişiklik yaptım: Yeni şiirin doğası bunu gerektiriyordu.”

Şiirin durumuna ilişkin şairin gözlemini aktararak noktalayacağız yazımızı: “...Dünya şiiri değişiyor mu? Evet, bildiğimce öyle, kimse artık eski anlam ve biçim oyunlarına yüz vermiyor ve düzanlatım şiiri büyük bir gelişim sağlıyor. Dünya şiiri... ama şiir dünyası değil. Mısır, Sümer, Çin şairleri başlarını kaldırıp bugünün şiirini okusalar hiç yadırgamazlar, şiir sürüyor, deyip sevinç duyarlar.”

Çok yaşasın şair… Şiir eksik olmasın dilden…