Şükrü Erbaş: Yarasaların Avlusunda

Kitaplarının gördüğü ilgiye bakarak şiir semtindeki okurlar kadar şiir semtinden uzaktaki okurların da Şükrü Erbaş’ın kitaplarından oluşan bir rafları olduğu söylenebilir. Buna ekleyeceğimiz, o şiir rafında, “Yarasaların Avlusunda” için de bir yer açılması gerektiği olacak…

Ne yazsa şiir olan, şiirleri kitap olan, okura ulaşan, okuru memnun memnun eden şairler çok değil, ama var. Şükrü Erbaş da o şairlerden. Şiir kitapları yayımlanıyor. Üst üste yeni baskılar yapıyor. Şiirleri okunuyor, seviliyor. Şairin şiir okurlarıyla arasında güçlü bir bağ söz konusu.

Erbaş bu defa “Yarasaların Avlusu”na konuk olmuş oradan konuşuyor. Şairler genellikle mola verdikleri yerlerde konuşurlar. Mola yerleri duruma, koşula, zamana göre değişir elbette. Ama şairin konuştuğu yer mi şiirini, şiiri mi konuşacağı yerin seçimininde etkili olur derseniz... Şu ya da bu demek zor.

Zaten sorumuz da bu değil. Şairin neden “Yarasaların Avlusu”nda olduğu, konuşmak için mola yeri olarak neden orayı seçtiği. Karşılığını merak ettiğimiz ve yanıt arayacağımız soru bu aslında. Ama daha önce adeta bir pik hareketiyle yaptığımız girişten sonra bir parantez açalım. Şükrü Erbaş’ı (1953) bunca yılın şairini bilen bilir de bilmeyenler için kimdir, niye konumuz oldu, gündemimize girdi, kısaca özetleyelim. Bilenler için de hatırlatma olur.

Erbaş’ın ilk şiiri 1978’de Varlık dergisinde yayımlandı. Şairin ilk kitabıysa 1984’te okurla buluşan “Küçük Acılar” oldu. Bundan sonraki yıllarda yayımlanan şiir kitapları şunlar: ‘Aykırı Yaşamak (1985), “Yolculuk” (1986), “Kimliksiz Değişim” (1992), “Bütün Mevsimler Güz” (1994), “Dicle Üstü Ay Bulanık” (1995), “Kül Uzun Sürer” (1996), “Derin Kesik” (1999), “Üç Nokta Beş Harf” ( 2001), “Yalnızlık Heceleri” (2003), “Gölge Masalı” (2005), “Unutma Defteri” (2007), “Bağbozumu Şarkıları” (2012), “Pervane” (2015), “Yaşıyoruz Sessizce” (2016), “Kuş Uçar Kanat Ağlar” (2018), “Otların Uğultusu Altında” (2019) “İnsan Bir Eksik Sözdür” (2021), “Yalnızca Çocuklar Uzaklara Bakar” (2023).

Son şiir kitabı iki yıl önce yayımlanan şairin gündemimize girmesine, yeni yılla birlikte okurla buluşan yeni yapıtı vesile oldu. Yazının başında Erbaş’ın kitabının adını vermiştik. Bir kez daha yazalım. Şairin Kırmızı Kedi yayınlarından çıkan yeni şiir kitabı “Yarasaların Avlusu”nda adını taşıyor. Yirmi iki şiir ve üç bölümden oluşan kitap, seksen sayfa. Kitapların fiziksel yapılarına bilhassa değiniyoruz. Çünkü yayımlanan kitapların bu yönlerinin de kayda geçmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hatta künye bilgilerini de ilave edilebilir. Elbette bu gerekli mi, gereksiz mi sorusuna karşılık aranabilir, tartışılabilir. Biz bir şiir kitabının fiziki yapısının da şiire dahil olduğunu düşünüyoruz. Tutumumuzu yönlendiren gerekçe bu.

ÖLÜLERLE KONUŞMAK

“Yarasalar çıkardıkları seslerin nesnelere çarpıp dönmesiyle yollarını bulurlar alınlığıyla başlayan “Yarasaların Avlusunda”nın ilk bölümünün başlığıysa “Kenar Notları”. Bu bölümün girişinde de bir alınlık yer alıyor: “Yazmak bir sınır ihlalidir. Hayal gücüme inandım.” Kitabın ve bu bölümün ilk şiirinin başlığıysa “Ölülerimle Konuşacak Yaşa Geldim”. İnsan ne zaman gelir ölüleriyle konuşacak yaşa? Melankolisinin kaynağına da işaret eden şair sorunun karşılığını “taşralı bir mahcubiyetle” ve mümkün olduğunca genişleterek vermeye çalışıyor. Kitabı başlatan, ama aynı zamanda kitabın içerdiği şiirlerin omurgasını da oluşturan şiirden bir bölüm paylaşalım:

İyi ki ayrılığın acısıyla donandı kalbim

Melankoli, bir soğuk pencerenin pervazına

Hayal ipliğiyle dikilmiş sapsarı bir bozkırdı

Melankoli bütün kızlardan kaçan

Taşralı bir mahcubiyetti

Tabii ki eşikleri anladım

Odayı da sokağı da aynı hayranlıkla sevdim

İyi ki can sıkıntısı yamanın kapılarını açtı

Yalnızlığı sevecek kadar çok kitap okudum iyi ki

Güzel dostlarım oldu ama hep tenha yürüdüm

Ölülerimle konuşacak yaşa geldim.

MELANKOLİK BİR ATMOSFER LİRİK BİR SÖYLEYİŞ

Erbaş’ın şiirlerine Karacaoğlan’ın sesi de karışıyor, Attilâ İlhan’ın sesi de… Ama daha ilk şiirlerinden itibaren şairin parazitlenmeyen sesiyle dikkat çektiğini de kaydedelim. Yılların deneyimiyle bunun daha da pekiştiğini de ekleyelim. Bununla birlikte şairin yalnızlık, kayıp, özlem gibi duygularla yüzleştiği ya da bu duyguların ağır bastığı bir ruh halini yansıtan şiirlerine melankolik bir atmosfer ve lirik bir söyleyişin egemen olduğu da söylenebilir. Kitapla aynı adı taşıyan ikinci şiirden bir bölüm sunalım:

Bir yalnızlık ki gölgesi ansız

Bütün seslerin dışında

Bütün zamanlarla yaralı

Taşa dönmüş bir iç çekiş

Annesiz babasız lambasız

Bir gözyaşı akşamı

Yarasalar avlusunda

İçimize bağırıyoruz:

Ölüm ile ayrılığı tartmışlar

Kitapta not düşülerek belirtilmiş, betiğin italik olan son dizesi folklorik şiirin dünyevi şairi Karacaoğlan’a ait olduğu.

YAKINDAN UZAKTA, UZAKTAN YAKINDA

Şükrü Erbaş, kitabın “Bulanık Suların Derini” başlıklı ikinci bölümünde durduğu avlunun derinliklerine yöneliyor. On beş parçadan oluşan ikinci bölümün ilk şiirinden bir bukle aktaralım:

İnsan

Ölülerin bıraktığı inceliklerin

Hiç olmazsa birazını

Yaşayanlarda görmek istiyor

Ne acı bir umut

Kalan hayatını da

Bunun olmayacağını öğrenerek geçiriyor.

Avluda hayal kırıklığına uğraşan şair ölüleriyle konuşmayı daha doğrusu dertleşmeyi deniyor. Örneğin bu bölümün beşinci betiğinde ana tema “sevgi nedir” sorusu:

Sevmek

Arzu mu, haz mı, sessizlik mi

Durmadan konuşmak mı

Suya bakmak mı , ”göğe bakmak” mı

Ak göğüsün üstü mü

Parmakların mı, kirpiklerin mi

Topukların mı, dilin mi

Pencerelerin buğusu mu sevmek

Bacalardan yıldızlara karışan can tütünü mü

Sevmek sen misin senin sevdiğin her şey mi

Şairin konuştuğu “sevgili ölüler” arasında örneğin Hatice Hanım var. On dördüncü bölümde de Ömür Hanım’la karşılaşıyoruz. Hatice Hanım’ın kim olduğu belirsiz bırakılmış. Ömür Hanım da öyle. Şair, konuştuğu “sevgili ölüler”inin kim olduğunun da, yakınlık derecelerini belirtmiyor. Bir yorumla bunun bütün ölülelere duyduğu saygıyla, sevgiyle ilgili olduğu söylenebilir. Bunu onun, şiirlerde tek bir ölüyle değil, bütün kayıplarıyla konuşuyor olduğu izleniminin çıkıyor oluşuna dayandırmak mümkün. Şiirlerde istenirse şairin böyle bir amacı benimsediğine ilişkin emaraler bulunabileceğinin mümkün olduğunu söyleyelim. Örneğin son parçanın, son betiğindeki dizeleri bu açıdan da okuyup yorumlayabiliriz:

İnsandan başka cehennemim olmadı.

İnsandan başka cennetim olmadı.

Betikteki dizelerin bir özelliğinin de yoruma açık oluşu. Şairin yaşayan insanların hem yaşamı hem de kendilerini cehenneme çevirdiklerini mi kastediyor. Ölülere ve onların oluşturduğu cennete mi özlem duyuyor. Başka çıkarımlarda da bulunulabilir. Neticede şiir bu. Her zaman farklı okumalara ve yorumlara açık.

ŞİİRİN YALIMI SÖZÜN YALINI

Şiirin yalımıyla sözün yalınını kurmak için hem hiçliğe taç giydirecek hüner gerekir, hem boşluğun yakasına çiçek takacak marifet.

Şükrü Erbaş’ın ilk kitabından itibaren süregelen bir çizgisi var. Bugüne kadar pekiştirerek ve derinleştirerek sürdürdüğü bir eğilim: Buna kısaca dilde ve söyleyişte yalınlıkla birlikte bireysel olanla toplumsal olanın kesiştiği yere, ana, noktaya odaklanan bir anlayış diyebiliriz. Erbaş’ın yapıtlarında, şiirinin kaynağında bulunan söz konusu o çelişkili, çatışkılı konumdaki gerilim, önemli rol oynuyor. Aslında bu tavrın çelişkinin, çatışmanın yoğunluğuna şiirin duyarsız kalmamasıyla alakalı olduğunu söylemek gerekir.

Aslında modern Türkçe şiirde içkin ve güçlü bir eğilimdir bu.

“Yarasaların Avlusu” Şükrü Erbaş’ın okurla buluşan yirminci şiir kitabı olduğunu kaydedelim. Buna kitabın üçüncü bölümünün “Yalımlar” başlıklığını taşıdığını da ekleyelim. Önceki bölümlerde olduğu gibi bu bölümde bir alınlıkla başlıyor. Nermi Uygur’dan yapılan alıntı şöyle: “Akıl yalım gibidir, canlı kalabilmek için kendi özünü yer.”

DENEMEYE DOĞRU ‘SINIR İHLALİ’

Erbaş, düz yazı şiirlerine ya da şiirin sınırlarını şeffaflaştırdığı, daha doğrusu sınır ihlaliyle oluşan denemelerine yer vermiş son bölümde. Bu bölüm için şair, şiiri deneme türüne doğru genişletmiş diyebiliriz. Kitapta yer alan yüzleşmenin, dertleşmenin bu bölümde hesaplaşmaya vardığı da söylenebilir. Şairin hesaplaşmak için açtığı cephelerden biri de “yazmak” sorunsalıyla ilgili. Erbaş niye yazdığına, niçin yazdığına yönelik sorusuna karşılık sunuyor, bununla ilgili gerekçelerini sıralıyor. Yirmi yedi fragmandan oluşan bu bölümün ikinci fragmanını okuyalım:

“Bana acı veren ne varsa onu yazdım. Umut, sevinç, aşk, iyimserlik, korku, öfke… hepsi de acıyı görünür kılmak için girdi şiirime. Acı yaşama gücü vermeyecikti yoksa. Yoksa hayatı bilmeden ölecektim. Yoksa başkalarını sevmeyecektim.”

Bu bölümü oluşturan metinlerde şairin şiirin diliyle başkalarının acılarına kendi acına bakar gibi bakma duyarlılığını göstermenin, o farkındalığı edinmenin önemini vurguluyor diyebiliriz.

ŞAİRİN MOTTOSU GİBİ

Kitaplarının gördüğü ilgiye bakarak şiir semtindeki okurlar kadar şiir semtinden uzaktaki okurların da Şükrü Erbaş’ın kitaplarından oluşan bir rafları olduğu söylenebilir. Buna ekleyeceğimiz, o şiir rafında, “Yarasaların Avlusunda” için de bir yer açılması gerektiği olacak…

Yazımızı, şairin önemli bir tespiti ve temennisini içeren, ayrıca motto gibi de yorumlanabilecek şu üç dizesini okuyarak tamamlayalım:

Ben görmesem ne, görmesem ne

Kandil sönecek bir gün

Ama dünyamızda ateş böcekleri hep yanacak