Enver Topaloğlu
Epilog – 2
Şairler, dolayısıyla şiirler çoğunlukla kimsenin bilmediği şeyleri söylemezler. Kimsenin bilmediği şeyleri söyledikleri de olur. Ama şiirin söylediği genellikle bilinmeyen değil, söylenmemiş olandır. Şiir bazen, bazı sırların açığa çıkmasına önayak olabilir. Ancak bu çok sık görülen bir durum değildir. Örneğin Homeros destanlarında, daha öncesinde bilinmeyen bir şey yoktur. Nâzım Hikmet de destanlarında, örneğin “Şeyh Bedreddin Destanı”nda bilinen, tarihselleşmiş bir temayı işler. Destanın konusu sır değildir. Şair de bir sırrı ifşa etmemiştir. Ama kimsenin söylemediği, anlatmadığı biçimde konuyu dile getirmiştir. Yani şiirin yapması gerekeni yapmıştır. Ele aldığı konuyu daha önce söylenmemiş, anlatılmamış biçimde söylemiş, anlatmıştır. Tabii ki şair, kendi kişisel yorumunu katarak, şahsi biçemiyle yoğurarak.
Dedik ya şiir bu. Şiir okurken okuduğumuz metnin deyim yerindeyse hamurun böyle yoğrulduğunu bilmek birçok açıdan kolaylaştırıcı olabilir. Hatta kılavuzluk da edebilir. Hemen hemen her şiir, talep eden okuruna açılmak için ipuçları sunar. Buna karşın bazı yapıtların okuru zorladığı da olur. Metin, okurdan algılama ve yorumlama yönünden daha çok efor sarf etmesini isteyebilir buna zorlayabilir. Bazı yapıtlar diyoruz. Çünkü tüm şiirler böyle olmayabilir. Daha zor okunan şiirlerle daha az engelden geçerek temas kurulanlar arasında daha iyi, daha kötü kıyaslamasından yana değiliz. Hatta zor metin kolay, metin ayrımını yersiz görüyoruz. Metinle okur arasındaki mesafenin belirleyici olduğunu düşünüyoruz. Okur metne yaklaştıkça, yaklaşmak için gereğini yaptıkça metin de okura yaklaşacaktır.
BIRAKTIĞIMIZ YERDEN DEVAM
Okuma deneyimi konusundaki “doğaçlamayı” uzatmadan noktalasak iyi olacak. Bir an önce meseleye gelelim, peki.
Bıraktığımız yerden devam ediyoruz. “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” dizi soruşturmamızın altıncı bölümünde sorumuzu şair ve yayın yönetmeni kimliğiyle Tozan Alkan yanıtladı. Koşukla nesir arasında bir biçimsel tarzla Alkan, neden şiir okuduğunu dile getirirken endirekt biçimde şiirin neden okunduğuna, neden okunabileceğine de açıklık getiriyordu. Şu bölüm Tozan Alkan’ın yanıtından: “Niçin şiir okuyorum… Ağzımı kalbime yakın tutmak için / Sesimde dikenli teller birikmesin / Yüzüm üzgün tamburlara benzemesin diye / Kan tanıklık etmesin diye gerçeğe / Evlerde sobaların dumanı eğri tütmesin / Ahşabın kalbine söz saplanmasın / Kapılar açık kalmasın diye”
Soruşturmamızın bir sonraki isim şair ve editör kimliğiyle Turgay Kantürk oldu. Kantürk’ün “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorumuza karşılık verdiği yanıttan:
“Yaratılan ve paylaşıma sunulan her şeyin tüketildiği gibi şiirin de tüketilmesi gerekiyor bana kalırsa. Ancak tüketim nesnesi olarak fiyatlandırılan ve raf ömrü belirli olan tüm metalaşmış ürünler karşısında şiir yaratılış, sunuş ve duruş açısından oldukça farklı bir yerde duruyor. Ama ne yazık ki sunuş, duyuru ve satış yöntemleri olarak aynı sektörel muameleye maruz kalıyor, sonuçta da ‘satmadığı’ söyleyerek ötekileştirilmeye çalışılıyor; en azından büyük yayın ve dağıtım ağlarında yer alamıyor şiir. Ama şiir bambaşka biçimlerde, dergilerde, etkinliklerde, şiir gecelerinde, sesli ya da sessiz okunarak, kulaktan kulağa da olsa okunmaya devam ediyor; yani şiirin saf ömrü sürüyor. Bu da bize şiirin ‘raf ömrünün değil, saf ömrünün olduğunu’ bir kez daha kanıtlıyor.”
ANLAMSAL ÇAĞRIŞIMLARI OLAN İMGELER
Şairliğinin yanı sıra şiir üzerine düşünen ve denemeleri, incelemeleri, araştırmalarayla da bilinen Veysel Çolak’a da yönelttik “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusunu. Çolak uzunca bir süredir şiir eğitimcisi olarak da uğraş veriyor. Sorumuzu da şair ve şiir eğitimcisi kimliğiyle yanıtladı. Şiirin de şiir olması gerektiğine dikkat çeken Veysal Çolak, sorumuza verdiği yanıttan aktaracağımız bölümde şunları söylüyor:
“Şair büyük anlamsal çağrışımları olan imgeler verir okura. Okurdan, o imgeler yoluyla hayatı anlayıp değiştirmesini bekler. Mademki böyle, bu yüzden şiir okumalı insanlar. Şiirin değiştirici gücünden yararlanamayan insanların gelişmesi, etkili toplumsal bir özne olmaları olanaksızdır. Böyle düşünüyorum, yoksa şiirin değiştirici, geliştirici gücünden söz edilemez. Ne yazık ki bu bile anlaşılmış değil. Tabii ki bir şiiri yazma sürecinde önce şair değişmeli. Sözcüklerle özgün bir bağdaştırmalar yaptığında, şairin az da olsa değiştiği düşünülebilir. Böyle böyle özgün dizeler gelir, özgün bir şiire varılır. Özgün bir şiir de şairi bir yerden alıp yepyeni bir yere götürür. Bu işleyiş okur için de geçerlidir. Elbette ki popülizmin, oportünizmin, Makyavelizmin tuzağına da düşülmemelidir.”
AKADEMİ VE ŞİİR
Modern Türkçe şiire, akademinin ilgisi daha önceki zamanlara göre sanki iki binli yıllardan sonra biraz daha artmış gibi. Akademinin modern Türkçe şiirin geçmiş ve güncel deneyimiyle ilgilenmesi önemli elbette. Ancak bu ilgi Türkiye’deki sorunlu akademik yapıdan ne kadar bağımsız olarak düşünülüp değerlendirilebilir. Her şeye rağmen akademi çatısı altında farklı mevkilerden öğretim görevlisi ya da üyesi cüppesi giyen “Murtaza”ların engellemelerinden bir biçimde kurtulabilmiş araştırmalar da gün yüzüne çıkmıyor değil.
Şair Nilay Özer şiirin yayılması, daha çok okunması için akademisyen olarak günümüzün çaba sarf eden isimlerinden. “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusuna bu yönünü dikkate alarak ona da yönelttik. Özer’in de sorumuzu akademinin şiire yaklaşımını yansıtan bir üslup ve perspektiften yanıtlaması önemliydi. Öyle de oldu. Nilay Özer’in yanıtında altı çizilecek çok cümle, hatta paragraf var. Şu bölümde olduğu gibi:
“…bilginin ve dünyada olma deneyiminin, akışkan duygular ve düşünceler yığını olarak şair tarafından içselleştirilmesinden ortaya çıkmış çok özel bir bilgi formu olmakla kalmaz şiir, okuyanın beyin fonksiyonlarını, düşünme, algılama, kavrama alışkanlıklarını da değiştirir.
Şiir, sesi ve ritmiyle, biçimi ve görselliğiyle de anlam olanakları yaratır. Dilin çizgiselliğini aşma denemeleri yapabilir. Görsel şiir, deneysel şiir, avantgard girişimler de akla gelsin evet ama şiir çizgisel yazılmış yapısı içindeki anlam üretiminde, sözcükleri bağlayış, çağrışım alanlarını çarpıştırma, ağlar kurma gibi yollarla bunu yapar. Bunların hepsi şiirin işlevleri arasında ve onun aynı zamanda bir estetik haz üretmesinin beraberinde gelir. Şiir her çağda esrime ile, diyonizyak bir tavırla ilgilidir. Akıl, rasyonellik, yasalara normlara bağlılık önemlidir, ancak bunlar iktidar ve özne ilişkisinde daha kolay denetlenebilir ya da bir baskı mekanizmasının araçlarına dönüşebilir. Coşku, duygu ve esrimenin alanındaki şiirse bizi normatif olanın dışına çekerek özgürleştirir.”
Coşturması, duygulandırması, esritmesi vb. şiir okumanın çok eski zamanlardan beri belli başlı nedenleri arasındadır. Öyleyse şiir okumanın insana insan olduğunu hatırlattığı da söyleyebiliriz. İnsanın insan olduğunu unutmaması elbette çok önemli. İnsan bir suç makinesi olmadığını unuttuğunda, örneğin savaşlar çıktığını biliyoruz. Bunu söylüyoruz ama tabii ki de biliyoruz; şiir, ne yazanı, ne okuyanı tek başına “iyi” insan yapmaya yeterli değil. Tarih nice şiir yazan ya da okuyan cellada tanıktır.
RESTLEŞME MEYDAN OKUMA
Soruşturma dizimizin onuncu ve son bölümünde şair yayıncı olarak sorumuzu Berna Olgaç’a yönelttik. Olgaç da kendi şiir yazma ve okuma deneyimini aktarırken neden ya da niçin şiir okumamız gerektiğine dikkat çekiyordu. Olgaç’ın yanıtından da bir bölüm okuyalım:
“O nedenle yaşananlardan rahatsız olma durumuyla içimi acıtan, huzursuz eden ne varsa yazıyla giderme, restleşme, meydan okuma halleri, hayata karışarak insanın ruh deryasına girmek, iç yolculukları keşfetmek arzusuydu beni yazmaya yönelten. Ve bir okur olarak beni yetiştirecek olan kitapların peşine düşmek. Okuduğum kitapların tesirinde kalarak özdeşim kurduğum karakterlerle yeni bir hayat arayışında yol alma isteğiydi belki de…
Kendini ifade etme arzusuyla doğan bir eylemi dert edinen anlayışta yaşam biçimine dönüştürmekti amacım. Önemli olan bu hedef doğrultusunda ilerleyebilmek ve gelişebilmekti. Ele alınacak mesele ne olursa olsun, sahicilik ve samimiyetti ön planda tutulacak olan. İnsanın düşünme, soru sorma, sorgulama ihtiyacını karşılayacak olanla işbirliği içinde olmaktı. O nedenle yaşananlardan rahatsız olma durumuyla içimi acıtan, huzursuz eden ne varsa yazıyla giderme, restleşme, meydan okuma halleri, hayata karışarak insanın ruh deryasına girmek, iç yolculukları keşfetmek arzusuydu beni yazmaya yönelten. Ve bir okur olarak beni yetiştirecek olan kitapların peşine düşmek. Okuduğum kitapların tesirinde kalarak özdeşim kurduğum karakterlerle yeni bir hayat arayışında yol alma isteğiydi belki de…”
“Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusuna karşılık aramasak çıldırmazdık belki. Ama önemli bir boşluğu belirlediğimiz halde bir şey yapmıyor olmak da az huzursuz edici değil. Ama yönelttiğimiz soruyla hem merakımızı hem de daha önce de belirttiğimiz gibi bir tartışmanın kapısını araladığımızı düşünüyoruz.
Şair bir arkadaşın yıllar önce paylaştığı ironik bir sözü paylaşarak bitirelim. Şöyle diyordu: “Şiir okumayanlar, ciddi olarak tehdit oluştururlar. Ama kendileri de tehdit altındadırlar. En iyisi şiir okumayanların hem kendi güvenlikleri hem de çevrenin güvenliği için evden dışarı çıkmamalarıdır” sözünü aktararak bitirelim.
***
“Ece Ayhan Karası”
Kısa bir süre önce modern Türkçe şiir, genç bir şairini, Uğur Yanıkel’i (1995-2022) kaybetti. Şair Sabahattin Umutlu, üç metre yükseklikteki duvardan düşerek öldüğü kaydedilen Yanıkel’in ölümünün ardından, ona ithaf edilmiş ve “Ece Ayhan Karası” başlıklı bir şiir yazdı. Umutlu’nun şiirini, aslında ağıtını demek daha doğru, paylaşıyoruz…
uğur ölü bulunmuş istanbul beşiktaş’ta
yirmi beş milyonluk bir çukurda
bir şair duruyordur akıntıya karşı 27 yaşında
arkadaş özger’in de düştüğü bir çukurda ankara’da
orhan veli’nin düşüp kalkamadığı o çukurda
şiiri çukurdan çekip çıkaracak bir şiir icat edilmeden daha
uğur ölü bulunmuş seksen beş milyonluk çukurunuzda
göz atlarınızda. alın çatınızda. kaburga kemiğinde rüzgarın.
uzağında yakın gözlüğünüzün. cevapsız kalan kuşların
ve içinizdeki cinneti tekrar gözden geçirdiğinizde
üç metrelik bir uçurum olur dünya
gözünün kararmasında bahtıkara bir şiirin.
uzun bir yoldan gelmiş hayat o uzun gecenin sonunda
kaydığı görülmese de o yıldızın
uğur kaymazlar parkında bir uçurumda
uğur ölü bulunmuş solucanlar arasında
resmi geçidinde sırtlanların çiyanların
gözleri oyulmuş bir gerçeklikte o son kalan görüntü
o son bakıştaki aşkta
geçip gitmeyen bulutlar…
uğur ölü bulunmuş şiirleri tersine akan bir ırmakta
göz çukurlarında serçeler yorgun karıncalar kirpiklerinde
o şimdi olsa olsa yörüngesinden yeni çıkmış bir gezegen
hayalleri gökyüzünde yeraltından bir ırmakta.
uğur ölü bulunmuş üstü çizilmiş harflerin
vurgun yemiş bir alfabenin kanatlarında
kitaplardan kovulmuş sayfaları koparılmış bir sokakta
bir pasajdan sabah sabah dünyaya savrulan bir ıslıkta
aranızda çırılçıplak dolaşan soluk soluğa o boşlukta
o şimdi yüzüyordur değil mi ece ayhan karası bir ırmakta…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.