Erdoğan ile Bahçeli’nin çöküş ortaklığı

Son birkaç günde yaşanan gelişmeler Erdoğan iktidarının süresini kısaltan ancak hırçınlığını da bir o kadar artıran durumlardır. Elbet tüm bunların üstesinden gelmenin yolu var.

İktidarın saldırılarını giderek artıracağı bir döneme giriliyor. Son yaklaştıkça, saldırganlık artar. Bu genel kuraldır. Türkiye’de de iktidar açısından artık durum budur.

Bakmayın siz düzmece anketlerle yükseğe vurdurulan oy oranlarına. Devletin tüm mekanizmalarını kontrol eden bir iktidar, iki anket şirketi üzerinden manipülasyon mu yapamayacak! Elbet yapar. Açar kesenin ağzını, kese yetmediğinde de savurur tehdidini, değiştirir anket sonuçlarını, böylece önümüzdeki dönem seçimlerine de yatırım yapmış olur. Yani daha anlaşılır bir şekilde belirtirsek, yüzde 30’lara inen oyunu anketlerde yüzde 45 gibi gösterip seçimde bunun üstüne çıkarır; kamuoyuna ise bunu zorbalıkla kabullendirir. 1 Kasım ve 16 Nisan bu yoldaki önemli provalardı. Her seferinde çalınabilecek oy miktarını artıran Erdoğan, artık bu konuda da alabildiğine usta.

Bugünlerde Erdoğan ile Bahçeli’nin aralarından su sızmayacak kadar yakınlaşmasının bir nedeni de budur. Erdoğan bu yakınlaşmaya istediği kadar ‘yerli ve milli’ desin. Nihayetinde hesap, köşeye sıkışan Erdoğan iktidarını daimi kılacak yeni oyunlarla, Türkiye’nin teklik üzerinden kurulan statükosunu geleceğe taşımaktır. Bahçeli kendi partisindeki bir avuç yandaş ile ırkçı hezeyanlarının ve küçük krallığının hesabını yaparken, Erdoğan giderek daha fazla görünür olan yolsuzluklarını, kara para aklamayı, silah ticaretini, Ortadoğu’daki suç şebekeleriyle işbirliğini yargıdan kaçırmak için elde tutmak zorunda olduğu iktidarın hesabını yapıyor. Erdoğan ile Bahçeli ikilisinin bir diğer yandaşı olan Ergenekoncuların hesabı ise daha ayrı... Onların birazı Erdoğan, birazı Bahçeli’dir. Yani Erdoğan kadar suç örgütleriyle ilişkili, Bahçeli kadar ırkçıdırlar. Ergenekoncuların kendi paranoyalarına buldukları kılıfın adı ise Avrasyacılık...

İktidarın bu kadar zor durumda olmasının nedenleri çok açık. Türkiye’de geniş bir kesim medyanın etkisizleştirilmesi, muhalefetin bastırılması, insanlara salınan korku heyulası nedeniyle birçok şeyin farkında değil ya da gerçeği dillendiremiyor. Bu anlaşılır bir durumdur. Ancak insanlar duymasa, duyanlar dillendiremese bile sonuçta zor durumda olan bir iktidarın Türkiye’yi yönettiği çok aşikar.

Peki, niye zor durumda?

Sadece şu son birkaç günde ayyuka çıkan gelişmelerin ikisini hatırlatalım yeter.

MİT, PKK’nin üst yönetimine operasyon yapma kararı aldı ve elemanlarını Süleymaniye’ye gönderdi.

Sonuç ne oldu? 

PKK yöneticilerini yakalamak üzere görevlendirilen MİT’in üst düzey yöneticileri PKK’nin eline geçti. İş bununla sınırlı kalmadı, Sakine Cansız ve arkadaşlarının öldürülmesinden başka birçok operasyona kadar bildiklerinin tümünü şakır şakır anlattılar. Bunu Türkiye’den birileri duymamış olabilir; duyanlar haklı olarak kamuoyuna yansıtamayabilirler; Türkiye’de yakalanma anının görüntüleri ile itirafların yayınlanması engel nedeniyle kitlelere ulaşmayabilir... Ancak bu durum gerçeği değiştirmez. PKK yöneticilerinin yakalanarak Türkiye’ye getirildiği müjdesini kendi yandaşlarına verme hazırlığında olan iktidar, şimdi MİT’in yöneticilerinin paketlenmesini kamuoyundan saklama derdinde.

Bu bir yana!..

Şu Suriye’de yaşananlara ne demeli?

Türkiye’de kitleler, AKP yandaşı gazete ve televizyonlarda büyük kahramanlık destanları eşliğinde verilen ‘İdlib Fethi’nin şimdi ne aşamada olduğunun farkında mı?

Türkiye, Rusya ve İran Astana’da 4 Çatışmasızlık Bölgesi üzerinde uzlaştı. İdlib’in bir bölümünün kontrolü için Türk askerleri görevlendirildi. Hep yazdık, bir daha yazalım. Türkiye’ye İdlib’de cihatçı çeteleri kontrol etme, Rusya ve İran’a ise diğer Çatışmasızlık Bölgeleri’nde Suriye ordusunu kontrol etme görevi verildi. Nihai olarak ise Türkiye’nin asıl görevi, Halep’te olduğu gibi İdlib’i radikal cihatçılardan temizleyip bölgeyi Rusya üzerinden Suriye ordusuna teslim etmekti.

Türkiye, şimdilerde adı Heyet Tahrir Şam olan El Nusra’yı ikna edemedi. Halep’teki aldatılmayı unutmayan El Nusra, İdlib’i bir İslam Emirliği’ne dönüştürmenin hesaplarını yaptı.

Türkiye ile bölgedeki radikal cihatçı grupların ilişkisini en iyi bilen devletlerden biri olan Rusya bu durumun farkında. Rusya, Türkiye’nin giderek bu örgütlerin denetiminde kurulacak bir İslam Emirliği projesini gündemine aldığını da gördü. Yandaş medyada 200 bin kişilik ordu diye yutturulmaya çalışılan şey tam da bu İslam Emirliği’nin askeri gücü olmak için gündemleştirilen projenin bir parçası.

Rusya bunu engellemek için Suriye ordusuna yeşil ışık yaktı. İdlib’de ateşkes kapsamı dışında tutulan El Nusra ve yandaşlarına dönük operasyon başlatıldı. Bu örgütlerin yanıtı gecikmedi. 6 Ocak gününün ilk saatlerinde Rusya’nın Hmeymim ve Tartus’taki üslerine 13 insansız hava aracı (İHA) ile saldırdılar. Rusya Savunma Bakanlığı bu saldırıdan sonra yaptığı açıklamada, İHA’ların Türkiye’nin kontrolündeki örgütlerin bulunduğu alandan havalandıklarını saptadıklarını açıkladı.

Süleymaniye’de MİT ile tökezleyen Erdoğan iktidarı, Stratejik Derinlik’le yola çıktığı Ortadoğu girdabında ise artık çukurun içindedir. Buradan çıkış yolunu bulamayınca da tek yapacağı Türkiye’de zorbalığı artırıp iktidarını korumaktır.

Bu gelişmeler, AKP’yi Ergenekoncular ile karşı karşıya da getirecektir. Buna kuşku yok. Bu çatışmadan ne çıkar, Ergenekoncular kiminle ittifak kurarak Erdoğan’ın alt etmeye uğraşır, şimdilik görünürde somutluk yok ancak kanaat var. O kanaat de şu: Ergenekoncular ‘Hayırcı’ diye adlandırılan muhalefetin statükocu kesimi ile işbirliğine giderek yeni bir denge kurma arayışına girebilir.

Bu kolay mı?

O kadar kolay değil. Nihayetinde ulusalcılar artık tek blok değil. Parçalanmış bir blok olarak tekdüze bir hat üzerinden yürümeleri de mümkün değil. Salt bu parçalanmışlık nedeniyle bile olsa ‘Hayırcı Blok’ta yer alan İyi Parti ve CHP içindeki ulusalcıların gücü ile Erdoğan’ı alt edemeyebileceklerini onlar da biliyorlar.

Tüm bu gelişmeler Erdoğan iktidarının süresini kısaltan ancak hırçınlığını da bir o kadar artıran durumlardır.

Elbet tüm bunların üstesinden gelmenin yolu var.

Anlatmaktan dilimizde tüy bitti.

Türkiye eski statüko ile gitmez. ‘Demokratik Türkiye – Özgür Kürdistan’ şiarı tüm hastalıkların çözümünün de ilacıdır. Bu şiardan o kadar korkulmasına da gerek yok. 1920’lerde aldatılan Türkiye halklarını bir araya getirecek tek formül budur. Ötesi, korkunç bir boğazlaşmadır ki bunun işaretleri Türkiye’de çokça var.

Bu boğazlaşmanın sonuçlarının ne olacağını merak edenler çok uzağa gitmesin, Suriye ve Irak’ın son birkaç yılına baksın yeter.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi