Ragıp Zarakolu
'Ermenisi olmayan aşirete aşiret denmez!'
Stockholm. Ağabeyim Atanur mimardı, askere gittiğinde birlikte paylaştığımız oda bana kaldığı gibi karanlık odası ve rolleiflex fotoğraf makinası da bana kaldı. Hani şu tepeden bakılan, kare olarak görüntüyü alan nitelikli fotoğraf makinası.
5 yıl eş durumundan dolayı Almanya’da de facto sürgün kalan ablamın hediyesiydi ona.
Geçen gün konuşurken, "senin de ülkeye gelememe durumun da beş yılı doldurdu." dedi. Evet, yıllar akıp gidiyor.
Keyifli iştir çektiğin resmi kendinin basması, üzerinde oynama sı, büyüterek, farklı tonlar vererek.
En keyifli fotoğrafçılığımı İstanbul Üniversitesi işgalinde yaptım, damlarda dolanarak.
Bunlardan ikisini Işıl Türkben Özgentürk, geçen yıl çıkan "68 yılında 19 yaşındaysan Hep 19 Yaşındasın" da kullandı.
Doğru söze ne denir, 68 kuşağı kocamak bilmiyor. Denizler, Mahirler, Sinanlar, Cihanlar bir anlamda bu kuşağı ölümsüz/immortal kıldı."
Bu konuya girmemin nedeni, 1970 Ağustos ayında Demirel hükümetinin yaptığı devalüasyon. Dolar katlandı. 9 Liraya çıktı. Bütün malzemelerin fiyatı 4 kat arttı. Sonuç, karanlık odanın tasfiyesi. 9 ay sonra Türkiye'nin bütünü karanlık oda oldu.
Sahi ilk devalüsyon 1958’de Menderes tarafından yapıldı değil mi? Dolar 2 Liradan 9 Liraya çıkmıştı.
Şimdi geldik aynı noktaya Dolar yine 9, 10 Lira dolayında dolanıyor. Haydi hayırlısı.
Belge’yi 1977 yılında kurduk. Kurduk da kağıt bul kitap basacak. Bu kez devalüasyon sırası Ecevit’teydi. Demirel ondan geri kalır mı! Arkasından hoş geldin 12 Eylül!
Bir akademisyen de çoksa iktisadi kriz/devalüsyon/darbe sarmalı üzerine araştırma yapsa! Bayar keşke erken seçim ile iktidara yapışmasa idi. 1958 normal seçimleri ile iktidar normal yoldan el değişecek, darbe yolu açılmasaydı.
Keşke Demirel ile Ecevit 28 Şubat postmodern darbesi sırasında yaptıkları uzlaşmayı 70’lerin oratasında yapsalardı da darbenin önü açılmasaydı.
Avrupadaki 1848 kuşağı gibi. 1968, Avrupa ve Amerika’yı da dönüştürdü. Fransa’yı, Almanya’yı, ABD’yi… Rusya’yı da dönüştürebilirdi, tankları Prag’a yöneltmeseydi.
Çin de ise kültür devrimi bir yıl önce başladı. Çin toplumundaki o radikal kırılma olmasa, acaba Çin bugün bir dünya gücü konumuna yükselebilir miydi?
Tamam o konuma yükseldi ama, keşke yine tanklar gençlerin önünü kesmeseydi Tianenmen Meydanı'nda 1989 yılında. Dünya gücü olmasa da olurdu!
Ama tarih keşkelerle yürümüyor.
Fransız Devrimi'nin tam da 200. yılında, "Halk Demokrasileri" çöküverdi Doğu ve Orta Arupa’da, Rosa Luxemburg haklı çıktı. Eksik ayağın en başta tespit etmişti Bolşevik Devrim'in… Toplumsal, siyasal devrimi demokratik devrime dönüştüreremek.
12 eylül ve sonrası dönemde, dünya gelişmelerini, önce Maspero Yayınlarının "L’etat de Monde" yıllıkları ile, daha sonra Alan Yayıncılık için hazırladığım Dünya Sorunları derlemeleri ile takip etmeğe çalıştım. Buna 11 Tez dergisi kollektifi de büyük katkı sundu.
Sadece Muhtıra değil, devalüasyon da yaklaşan darbenin habercisiydi
Dünya Sorunları serisinin son derlemesi, "Doğu Avrupa" Dosyası oldu. Bir yandan da 1990 yılında Kürt tabusunu deşmeye karar verdik.
Ama çok acı bir şeydi, Türkiye solunun en kitlesel ve çok farklı toplum kesimlerini kucaklayan Devrimci Yol hareketinin çöküşüne tanık olmak.
Aynı zamanda Alan Yayıncılığın son kitabı oldu!
80 darbesinden sonra dergi/gazete çıkarmak yasaklanınca, çareyi yıllık çıkarmakta bulduk!
Hareketi toparlayacağız diyenlerin dağıtmasına tanık olmak.
Demirel’in deyişi ile, "sahip olunan arazi"ye kaçak inşaat yaptırılmadı! Çıka çıka sadece başarılı iş adamları çıktı!
Taner Akçam çok suçlandı, "hareketi dağıtmak"la, 80’lerin ortasında. Biz bile kızdık ona. Meğer adam çok erken fark etmiş, bir şey çıkmayacağını. Tablo, geriye sarış onu doğruladı.
Arta kalan o muhteşem kitle resimleri.
Şimdi Taner Akçam yine birilerini kızdırmayı başardı. Hatta özür dilemeye çağrıldı.
Araştırmacılar çok müthiş! Efendim Lazeref’de feodal haklara ilişkin falanca cümle yokmuş filan. Rusçadan bakılmış!
"Lazaref tahrifatına" karşı 100 küsür imza, İsmail Hoca dahil.
Allah bilir, şimdi Avrupa’da da royalistler, "ilk gece hakkı yoktu" diye eylemlilik başlatır!
Keşke, Moskova’daki uluslararası Kürdoloji Konferansı'nda İsmail Beşikçi Hoca’ya "hak ettiği" demiyeceğim, bu bile küçültme olur, saygı gösterilmesini sağlasalardı! Kürt tabusunu ilk deşen İsmail Hoca konuşamadı orada.
Sadece Kürt değil Ermeni aşiretleri de vardı bir zamanlar. Çok derin tarihi kökleri olan aşiret konfederasyonlarında yer aldıkları da olurdu.
Ve şöyle denirdi, "Ermenisi olmayan aşiret aşiret değildir!" Öyle ya demircisi olmayan aşiret nasıl altından kalkar nal sorununun. Değirmen nasıl döner? Beylerin konaklarını kim inşa eder. Yazmaları kim üretir?
Kürdü/Türkü/Arabı/ Çerkes’i, en büyük ekonomik sosyal çöküşü 1915 soykırımından sonra yaşadı. Okul olmadığı için çoğu yörede, çocuğunu okutmak isteyen Ermeni/Rum okuluna yollardı.
Ama bir yandan da toplumlar arası bir modern eğitim yarışı vardı. 1915 sadece Ermeni toplumunu yok etmedi, tüm Anadolu’yu çökertti. Ondan sonra da sosyologlarımız "azgelişmişlik" teorileri üretti.
Yahu, 1915’i anmadan azgelişmişliği nasıl açıklarsınız!
Ve ayıp, Ermeni kadınının başına gelen, bırakın "ağanın hakkı vardı yoktu" tartışmasını, Türk'ün/Kürd'ün/Çerkes'in/Çeçen'in/Arap'ın ayıbı olmayı, insanlığın, erkekliğin ayıbı.
En başta feministlerin anması gerekmez mi 1915’i? Bu toplu, kitlesel tecavüzü!
Selam olsun, bu vahşete hayır deyip, idam tehditine karşın, insanları kurtarmaya çalışan vicdanlı /juste farklı inançdan olanlara. Ulusal kimlikleri tek tek saymayım artık!