Faizi indirme tercihinin gerçek ve imkânsız amacı

Saray danışmanlarının, rekabetin artık kur üzerinden ölçülmediğini kavrayamayışı, kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisine yüksek ihracat geliri değil, çok yüksek enflasyon getirecek.

Mahfi Eğilmez çok doğru söylüyor: "Bir şey kasıtlı yapılıyorsa hata olmaktan çıkar."  

Bu cümlenin çağrıştırdığı Dostoyevski’nin o meşhur sözü de hemen akla geliyor: 

"İlk yapılan yanlışa kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir."

O zaman enflasyon yüksek ve yükselirken, ekonomistlerden gelen yoğun uyarılara rağmen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla faizi indirmesini kasıtlı bir tercih olarak değerlendirmek gerekli.

TCMB bu tercihi yaparken ilk günahı, başka bir amaca hizmet etmesi beklenen faiz indirimini, sanki enflasyonla mücadelede bir yol almış, fiyat istikrarına doğru ilerleme kaydetmişçesine "-mış gibi" yaparak akıl çerçevesine zorla sığdırma çabası. 

Para Politikası Kurulu (PPK) faiz karar açıklamalarının en sefili eşliğinde yapılan faiz indirimi ne kadar gerçekse, metnin içinde anlatılanlarla faiz kararı arasındaki bağın kopukluğu da bir o kadar gerçek.
TCMB’nin ikinci önemli günahı da para politikası amacını aşan bir ekonomi politikası hedefini, sanki merkez bankacılığı marifetiyle gerçekleştirmek mümkünmüş gibi adım atması. 

Bu çok önemli Banka’ya olan güvenin alay konusu olmayı dahi sindirerek ayaklar altına alınmasına kapıyı açmış olması. 
Fed’in meşhur başkanlarından Bernanke’ye göre, merkez bankacılığının %3’ü faiz adımlarıyla ilgili ise kalan %97’si güvenirlikle bağlantılı. TCMB Başkanı Kavcıoğlu açısından %100’lük bir başarısızlık söz konusu bu bakışla.  
O zaman Kavcıoğlu’nun emir demiri keser komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği, AKP hükümetinin de merkez bankacılığı üzerine bindirmeye çalıştığı ekonomi politikasının hedefi ne olabilir?

Faiz indirerek yüksek enflasyonla mücadele edileceğine deney ve sonuçları ortadayken Erdoğan’ın kendisi bile inanmazken, mevcut konjonktürde faiz indiriminden beklenen fayda ne olabilir?

Bu sorunun cevabını anlamak için Cumhurbaşkanlığı etrafında yuvalanan ekonomi danışmanları kalabalığının yazıp çizdiklerine, açıklamalarına ve konuşmalarına söyle bir göz atmak yeterli.

Bu grup için Türkiye ekonomisini büyüme yolunda tutmanın yolu rekabet gücünü artırmaktan geçiyor. Bu yaklaşımın ekonomi kitaplarında yeri olduğu doğrudur; ancak rekabetin tanımı değişeli yarım asırdan fazla oldu.

Değişen dünyayı anlama kapasitesinden yoksun bu danışmanlar, Türk Lirası (TL) ne kadar zayıflarsa üretilen malların dünya piyasalarında göreceli olarak ucuz kalacağından esinlenerek; ihracata dayalı büyüme modelini devreye sokmak hevesindeler.

Bu yaklaşımı, Çin’in çok zaman önce terk ettiği modelin bugünün Türkiye’sine uyarlama diyerek özetlemek mümkün.
2020 pandemi dönemi ardından gelen 2021 toparlanma süreci içinde Türkiye’nin ekonomik büyüme rakamına ihracatın katkısının giderek arttığı bir gerçek. 

Fakat burada neden-sonuç ilişkisi fena halde ıskalanmakta. TL’nin son beş yıllık süreçte değer kaybının başlangıcı 2018 Ağustos ayından bu yana ihracat performansında anlamlı sıçrama sadece 2021 yılında izlenmekte.

2021 yılında yaşanan ihracat patlamasının ise temelde iki nedeni var. Birincisi ana ihracat pazarı Avrupa Birliği’nde (AB) salgın döneminde ertelen talep artışı; ikincisi ise verilen doğrudan gelir desteklerinin tüketim talebini artırması. 

Yani bu artışın nedeni, TL’nin düşük değeri sayesinde ülke mallarının artan rekabet gücü değil. TL’de aşırı değer kaybının başlangıcı olan 2018’den bu yana TL’nin ihracatı sürüklemesi söz konusu değil.

Erdoğan’ın ekonomi danışmanlarının pembe hayalleri içinde büyük bir ekonomik dönüşüm rüyası var.  Bu rüyada, ihracatın güçlü seyretmesi ile cari açık sürdürülebilir şekilde daralacak; dış finansman dengesi eksiden artıya dönecek ve bu sayede orta ve uzun vadede TL üzerindeki baskılar azalarak enflasyon da kalıcı şekilde düşecek. 
İhracatçının ithalata bağımlılığı da bu süreçte yerli üretimin desteklenmesi ile aşılacak.

Destek deyince AKP yönetiminin kredi borcu yapılandırmaları ve Kredi Garanti Fonu desteklerinden öteye geçilemiyor oluşu tabii büyük ve talihsiz bir vizyon, bilgi ve beceri eksikliği. 

Danışmanların Erdoğan’ı ikna ettikleri anlaşılan modelde,  faiz indirmek son derece dolambaçlı ve uzun bir süreçte düşük enflasyon olarak geri dönecek Türkiye’ye.  

Bu mantık çizgisi ekonomi ders kitaplarında yer almakla birlikte, Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda temelsiz.
Yeni dünya düzeninde rekabet artık düşük kur ile değil inovasyon aracılığıyla elde edilmekte. 

Elle tutulur örnekler olarak ABD’li Apple’ın, Çinli Xiaomi’nin teknoloji ürünleri, Alman otomotiv üreticilerinin hibrid araçları, Çin’den dünyaya yayılan çipler hemen ilk akla gelenler. Türkiye’de para birimini değersizleştirerek enflasyonu uzun soluk gerektiren yolda düşürmek için bu yol boyunca Diyanet yerine araştırmaya, çağdaş eğitime, sağlığa, hukuka önemli miktarda kaynak ayrılması gerekiyor.

Türkiye 141 ülkenin yer aldığı Dünya Bankası rekabet gücü endeksinde 61. sırada.  Dünya Bankası tanımına göre rekabet gücünün artması için ülkedeki kurumların gücü ve özerkliği, internet altyapısı gibi yatırımların güncelliği, makroekonomik istikrar ve en önemli ölçeği de düşük enflasyon.  

Bu çerçevenin içindeki insan faktörünün, sağlıklı, iyi beslenen, iyi eğitimle becerilerini yükselten ve eşit şansa sahip bireylerden oluşması gerekiyor. Ürün pazarlarının çeşitli, emek piyasasının dengeli, finansal sisteminin derin, düzenli ve güçlü, piyasa ölçeğinin de büyük olması gerekli.

Son olarak da dinamik bir iş dünyasının inovasyon odaklı üretimi gerekli.

Tüm bunların anlamı da para politikasının ötesine geçerek, mevcut şekliyle başka bir alay konusu olarak ortada duran Orta Vadeli Planlar (OVP) gibi; ama inandırıcı, güvenilir olan, politik çıkarlardan, hırsızlıktan, yolsuzluktan bağımsız, gelirin daha dengeli dağılımını amaçlayan makroekonomik dönüşüm planları oluşturmak gereği. Bunun için liyakat sahibi ekiplerin, işlerini politikadan bağımsız yapabilecekleri alanların yeniden tanımlandığı kurumlarda istihdam edilmeleri. Kısaca, iktidarın rüzgârın yönüne göre yaptığı her küçük düzenlemesini reform diye sunduğu ayarlamaların çok çok üzerinde, değişim yaratacak politikalar üretmek ve bunu ivmelendirecek destekler sunmak gerekiyor.

Türkiye’de saray danışmanlarının, ihracata dayalı rekabetçi ve büyüyeme kapasitesi yüksek bir ekonomi yaratmaya geçişin kapısı olarak para politikasının seçmeleri acıklı. 

Daha da önemlisi kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisine çok yüksek maliyet getirecek sığ bir tercih.

Rekabetçi TL hedeflerken, rekabetin artık kur üzerinden ölçülmediğinin kavranamayışı, kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisine yüksek ihracat geliri değil, çok yüksek enflasyon getirecek.  
Kalıcı yüksek enflasyon, 2018’den bu yana Türkiye’de giderek fakirleşen hane halkının daha da yoksullaşmasına, kronik eğitim, adalet, sağlık gibi sorunların derinleşmesine neden olacak.  Çok hızlı bir şekilde ve şiddette büyümeyi aşağıya çekecek. 

Türkiye ekonomisinin dünya liginde her yıl birkaç basamak daha gerilemesiyle sonuçlanacak.

Kılavuzlarını seçerken akıllı tercihler yapmayan Erdoğan açısından da durum vahim. 

AKP’nin etrafındaki bir avuç şirket yöneticisi zenginleşirken, kalabalıklar için her gün büyüyen kaos, yoksulluk, açlık ve gelecek korkusu bumerang gibi dönüp dolaşıp önümüzdeki seçimlerde AKP-MHP iktidarını vuracak. Beraberinde Başkanlık sisteminin de sonuna getirecek.     
  
 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Güldem Atabay Arşivi