Mühdan Sağlam
Fatih Özatay: Ekonomi programının bir an önce açıklanması gerekiyor
Haziran ayıyla beraber Hazine ve Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı değişti. Sık sık 'rasyonele dönüş' vurgusu yapılıyor. Toplumsal hayata yansıyansa zamlar ve vergi artışları. Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? Merkez Bankası’nın faiz artışları yeterli mi? Enflasyon yıl sonunda ne olacak? Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen yatırım sözü ekonomik sorunlara çare olur mu?
Bu soruları bir dönem MB’de Başkan Yardımcılığı yapan, Para Politikası Kurulunda görev alan, akademisyen Prof. Dr. Fatih Özatay’a sorduk.
Seçimden sonra ekonomi politikasında bir değişiklik beklentisi yüksekti. Nitekim öyle oldu, Merkez Bankası’nın başına Hafize Gaye Erkan gelirken, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Mehmet Şimşek geldi. Faiz artırımları ve zam furyası peşi sıra geldi. Ancak ortada bir program da yok bizi ne bekliyor?
Türkiye seçim öncesinde sürdürülebilir bir durumda değildi. Çok fazla yakıcı sorunu birikti. Biri yüksek enflasyon eriyen maaşlar. İkincisi bütçe açığı hem seçim ekonomisi nedeniyle hem de deprem ve sonrasında yapılacak potansiyel işler nedeniyle arttı. Bütçe açığı ciddi oranda artıyor, kontrol edilmesi gerekiyordu. Üçüncüsü de cari işlemler finanse edilebilir değildi. Seçimden önceki dönemde ilk 5 ayda cari işlemler açığı gerektiği finansman ihtiyacının yarısından azı normal yollarla, doğrudan yabancı sermaye girişi, bakanlardan gelen krediler veya portföy yatırımları, tahvil ve hisse senedi alma, nereden karşılandı net hata noksan merkez bankası rezervlerinden ki bunlar erdi. Bu da yakıcı bir sorun. Cari işlemler açığının finanse edilmesi gerekiyor. Bunlar kısa vadeli ve çözüm bekleyen sorunlar.
‘TÜRKİYE EKONOMİSİNİN DERİN YAPISAL SORUNLARI VAR’
Bir de bunlarla ilişkili ama aynı zamanda daha derinde olan yapısal sorunlar var. Mesela finansmanda zorlanmasının bir nedeni uzun vadeli dış finansman sorunu hem yüksek enflasyon hem de bütçe açığı ve ne az onlar kadar önemlisi de adil ve hızlı olmayan hukuk sistemi. Böyle yapısal sorunlar var.
Benzer biçimde TÜİK’in bağımsızlığı ve güvenirliği sorunu, İmar yasasından kaynaklanan sorunlar (daha önce 3 kata izin verilen yerde 40 katlı binalara izinlerin çıkması gibi). Bunların hepsi çözüm bekliyor.
Seçimden sonra beklenen hem seçilirse muhalefetin hem de devam ederse iktidarın bu soruları bilerek bir program hazırlamasıydı. Şimdi bu çerçevede bakınca seçimden sonra olan Hazine bakanı değişti, Merkez Bankası başkanı değişti. Şöyle bir açıklama geldi: rasyonele döneceğiz, rasyonel akla uygun demek, demek ki daha öncekiler, akla uygun değil, irrasyonelmiş. Bu açıklama güzel, izlenen yolun değişmesi gerekir diyor. Ama iş açıklama ve iki kişiyle olmuyor. Bu bir ekip işi. Bir ekip olarak baktığımızda Merkez Bankası başkanı değişti, ama faizi Para Politikası Kurulu (PPK) çoğunluk kararıyla belirliyor alıyor. PPK’nin geri kalan üyelerin duruyor ve kararlar oy çokluğuyla alınıyor.
Bu durumda örneğin başkan daha yüksek bir faiz artırımı talep etse de kurulda çoğunluk oyunu alamazsa bu karar geçmiyor değil mi?
Evet yasaya göre oy çokluğu sağlanması gerekiyor. Bu nedenle konuşulur, görüşülür ve kararlar oy birliğiyle alınmaya çalışılır, ama sonuçta burada verilen imaj açısından bu önemli, çünkü enflasyon artarken faiz indiren ekip orada.
Peki onlar sizce neden değiştirilmedi?
Doğrusu bilmiyorum, elbette MB bağımsızlığı açısından bakarsak iki de bir değişmiyor olmaları gerekir. Ancak biz şu an yakıcı sorunları olan ve bunların bir kısmının para politikasıyla ilgili olduğu olağanüstü bir dönemdeyiz. Bu üyeler yerlerinde kaldılar, neden kaldılar bilmiyorum ama şunu söylemek mümkün demek ki memnunlar ki değiştirmediler. İlk olarak bu kötü bir sinyal. İkincisi, ekonomiden sorumlu olan bakan, Hazine Bakanı değişti, bu önemli. Ama program yok, o bakan hangi programı uygulanacak? Ortada açıklanmış bir program yok.
‘ORTADAN BİR PROGRAM VE HEDEF YOK, ALINAN FAİZ KARARI NEYE GÖRE ALINDI O ZAMAN?’
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, geçtiğimiz hafta program konusunda eylülü işaret etti?
Evet çünkü orta vadeli program (OVP) açıklanacak, OVP sürekli açıklanıyor. Can yakıcı sorunlar varken OVP vardı. Oysa bizim bekleyişimizi değiştirecek, ufkumuzu açacak, bu sefer rasyonele dönülüyor, işler yoluna girecek diyebileceğimiz bir programa ihtiyacımız var. Eğer bu sorunlar OVP yanıt olacaksa neden haziranda açıklanmadı, neden şimdi açıklanmıyor da eylül bekleniyor? Seçimin üzerinden iki ay geçti, iki ay daha neden bekleniyor, yakıcı sorunlar görülmüyor mu diye düşünüyor insan… Ancak hem Şimşek hem de Yılmaz tecrübeli isimler bilmiyor olamazlar. Demek ki siyasetten öyle yapmayı uygun buluyorlar. Program olmayınca enflasyon hedefi yok… enflasyon hedefi olmayınca 20 Temmuz'da açıklanan faiz kararı neye göre alındı diye sormak gerekiyor…
Merkez Bankası (MB) karar sonrası açıklamasında yüzde 5 hedefini zikrediyor, bu yeterli değil mi? Güncellenmesi mi gerekiyor?
Bu noktada iki sorun var. Kanuna göre MB normalde enflasyon hedefini hükümetle birlikte açıklar. Şimdi biz yıllık hedefi bilmiyoruz, diyelim ki yılın bitmesine az süre var, ancak 2024 hedefini de bilmiyoruz. Orta vadeli hedef deniyor, ancak MB jargonunda bu üç sene demek. Yani üç sene sonra yüzde 5’e ulaşacağız. Peki bu yüzde 5’e nasıl ulaşacağız? Kaçtan inecek enflasyon ve yüzde 5’e ulaşacağız? İkincisi soru da son alınan vergi kararları ve kurdaki sıçrama göz önüne alındığında enflasyon da sıçrayacak. Yıl sonunda belki 60’a, 70’e çıkacak. Onu 70’ten 2,5 yıl sonra yüzde 5’e nasıl düşeceğiz…
Türkiye veya dünyada enflasyonun yüzde 70’lerden kısa sürede yüzde 5’lere gerilediği örnekler var mı?
Evet var, Türkiye’de var. Ocak 2002’de yüzde 72’deki enflasyon 2005 ortalarında yüzde 7’ye düştü. Önemli bir sorun da şu yüzde 5 hedefi 2012’den beri var. 2012’den beri hedef yüzde 5 ama enflasyon. Hedef önemli neden, ışık tutsun diye. Örneğin ileriye dönük sözleşme yapıyorsunuz, kredi alıyorsunuz veriyorsunuz, maaş sözleşmesi, toplu pazarlık sözleşmesi… vb. Vadeli alışverişler…vb bunlarda bir fiyat artışı bantlanıyor. Onlara ışık tutmak istiyorsunuz. Hedef inandırıcı olursa o zaman sözleşmeler o hedef çerçevesinde maliyette de yani enflasyonun kendisini düşürmede de önemli rol üstlenir. Ama hedef yok, program yok.
MB diyor ki yüzde 5 orta vadeli hedef buna uygun karar aldık. Biz bu yüzde 65’ten yüzde 5’e nasıl düşeceğiz, nasıl bir yol izleyeceğiz… Bilmiyoruz.
‘ENFLASYONUN YIL SONUNDA YÜZDE 60 ÇIKACAKSA YÜZDE 25-30 FAİZ KURTARMAZ’
Banka haziran ve temmuzda iki defa faiz artırdı, ancak uzmanlar artırımı yeterli bulmuyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu artırım oranlarını?
MB, faizi önce yüzde 8,5’ten 15’e oradan da yüzde 17,5’e çıkardı. Eğer enflasyon yıl sonunda yüzde 60-70’e gidecekse yüzde 17,5 komik kaçıyor, 25 veya 30 kurtarmıyor. Halbuki MB 22 Haziranı dahi beklemeden olağanüstü toplantı yapabilir ve karar açıklayabilirdi, o zaman yıllık enflasyon yüzde 38’di.
MB, "faizi artırıyoruz aynı zamanda hükümetimiz de enflasyon düşürecek Türkiye’nin sorunlarına çare olacak önemlim bir ekonomi programı açıkladı. Hem bizim faiz artırımımız hem de program nedeniyle, şimdi 38 olan enflasyon kur nedeniyle yükselecek ve yıl sonunda 45’e gidecek. Ama alınan önlemlerle haziranda 2024’te 30-35’e düşecek, 2024 sonunda da 25’e düşer” deseydi, kur ve enflasyon bu kadar artmayacaktı. Şimdi o fırsat kaçtı. O zaman yeterli olacak yüzde 25-30 şimdi enflasyonun alacağı düzey çerçevesinde komik ve yetersiz kaçıyor.
Kendi kendimizin işini zorlaştırıyoruz, zamanında adım atmadığımız için. Ama bu sadece MB’nin atacağı bir adım değil. Ağustosta yüzde 20, sonra böyle devam ederse bunlar yetmeyecek. Bunlar hep kaybedilen vakitler ve enflasyonu ileride artıracak unsurlar.
‘VERGİLERİN KİMDEN NE ORANDA ALINACAĞI BİR SİYASİ TERCİH’
Para politikası cephesinde bunlar yaşanırken temmuz ayıyla beraber asgari ücret ve memur/emekli zamları netleşti. Ancak KDV ve ÖTV’de yapılan düzenleme ve bunu takiben akar yakıta gelen zamlar, adeta bir zam yağmuruna neden oldu. Tedbir, sıkılaşma deniyor. Bundan zam mı anlamalıyız?
Bütçe açığınız varsa ve bu çok yüksek boyutlara gidiyorsa bunu azaltmak zorundasınız, eğer azaltamazsanız çok büyük sorun olur. Borcunuz artar, borçlanma faizi artar, borçlanamazsınız. Arjantin benzeri bir süreç yaşadı.
Bütçe açığı çok tehlikeli bir şey, sınırlı olmasını kastetmiyorum. Bizim gittiğimiz yer, bütçe açığı milli gelirin tahminlere yüzde 8-10’una doğru gidiyordu. Örneğin Maastricht Kriterlerine göre bu yüzde 3 olmalı.
Bütçe açığının böyle artmasının bazı nedenleri var. Örneğin 100-150 milyar dolar olması beklenen deprem harcamaları. Ancak önceden yapılması gereken vergi artışları seçim nedeniyle ertelendi ve şok etkisi yaracak şekilde yapıldı. Vergi artışı yapılacaktı, ancak KDV gibi herkesi yatay kesen dolaylı vergi mi servet vergisi mi yüksek gelirden yüksek vergi mi olacağı bir siyasi tercih. Covid salgını nedeniyle bazı vergiler aşağı çekildi, bunlar kademeli olarak artırılsa şoka gerek kalmayacaktı. Bir anda yapılması tercih edildi çünkü bu daha kolay. Farklı bir iktidar farklı bir tercih yapabilirdi. Ama bu şu gerçeği değiştirmiyor, bu bir bölüşüm sorunu ve o da bir siyasi tercih.
‘İYİ TASARLANMIŞ BİR PROGRAMLA ENFLASYON DÜŞERKEN İŞSİZLİK OLMAYABİLİR’
Sıkılaştırma tedbirlerinden bahsediliyor, bunun beraberinde durgunluk, küçülme ve işsizlik getireceği söyleniyor? Bu formül hala böyle mi, yani bu yolun sonunda hep bizi işsizlik mi bekliyor?
Yapısal sorunları dikkate alan dört başı mahmur bir programınız varsa, küresel finansal piyasalarda büyük bir karışıklık yoksa, içeride ve dış politikada büyük sorun yoksa, o zaman böyle bir program bu koşullarda risk primini azaltır. Düşen risk primi belirsizliği azaltıp planlama ufkunu genişletir, daha yatırıma uygun bir ortam oluşur.
Türkiye büyük bir ekonomi, çok fazla yabancı sermayeye çekebilir. Tabii yabancı sermaye hemen program açıklandı diye koşarak gelmez, biraz izler. Ancak, en başında yakıcı sorun olan finansman sorununu kısa vadeli sermaye ile sonra giderek doğrudan yatırımla programınızın uygulanmasına bağlı olarak giderebiliyorsunuz. Bu koşullar altında merkez bankası rezervleri artmaya başlıyor, kur artışı duruyor, enflasyon düşmeye başlıyor. Buysa işsizliği dizginliyor. Riski düşüren enflasyonu düşüren program tasarlayabilirseniz, büyüme düşmanı olmayabiliyor.
Peki bu doğrudan ilişki neden sıklıkla kuruluyor?
Bu söylenen “Enflasyonu düşürünce büyüme, işsizlik ne olacak?” soruları ikinci sınıfta okutulan makro iktisat kitaplarında var olan bir Phillips eğrisini temel alır. Şunu söyler, enflasyonu düşürmek için işsizliği artırmak gerekir, ödünleşim mekanizması yani. Ancak şunu hatırlatmak gerekiyor, bu düşük enflasyonlu ülkeler için geçerli. İngiltere, Almanya enflasyon 7 iken 2’ye indirmek istiyorsanız, MB faiz arttırdıkça talep azalacak, işsizlik de bir miktar artar. Ücretler de düşer, o nedenle acı reçete denir.
İyi tasarlanmış bir programın işsizlik yaratmadan büyümeyi aşağı çekmeme şansı olabilir. Aksi takdirde geldiğiniz yerde enflasyon çıkıyor kim kaybediyor gene çalışanlar kaybediyor. Kolay çözüm sihirli çözüm yok, ama şu anda ortada program da yok. Şu an enflasyonu düşürecek uygulamalar büyümeyi azaltacak ve işsizliği olumsuz etkileyecek. Ortada bir yol haritası yok, O yol haritası nasıl olacak, düzgün bir haritası mı olacak bilmiyoruz.
‘DIŞ BORÇ ÇEVRİLEMEZSE İŞTEN ÇIKARMALAR OLABİLİR’
Son olarak dış yatırımı sormak isterim. Cumhurbaşkanı Erdoğan Körfez turuna çıktı ve burada BAE ile 50,7 milyar dolarlık bir yatırım anlaşması yapılacağı söylendi. Ancak 207 milyar dolarlık bir dış borç var, artan bir cari açık var. Değişken bir risk primi var. Bu yatırım yeterli mi? Bir şeyler düzelecek galiba demek için ne kadar yatırım gerekiyor?
BAE’den gelen yatırımın bir kısmı hazinenin çıkardığı kağıtları almak için. Bir kısmı gelip burada çalışan bir fabrikayı almak için olabilir. Şimdi şöyle, Türkiye’nin üç nedenle döviz ihtiyacı var. İlk olarak cari açık. İthalat ihracattan fazla aradaki farkın bir kısmı turizm gelirleriyle kapanıyor, ancak bir cari işlemler açığı oluşuyor. Döviz gelirinizden fazlasını harcadığınıza göre bunu finanse etmeniz gerekiyor. Eğer bunu sağlayamazsanız bu sefer ithalat azalıyor, büyüme düşüyor. Daha fazla döviz elde edemezseniz bu sefer enerji ithal edemeyeceksiniz.
İkincisi siz de söylediniz merkez bankası verisi 207 milyar dolar bulmak gerekiyor. Ancak bu 207 milyar doların önemli bir kısmı ticari işlemlerden kaynaklanıyor. Çevrilebilir, 100 vadesi gelen borcunuz varsa 100 yeniden borçlanıyorsunuz. Bir kısmını bankalar şirketler rahat çevirebilirler. Ancak bunun bir kısmında sorun çıkabilir, örneğin kriz dönemlerinde sorunlar çıkabiliyor. Örneğin çevirme oranının yüzde 40’a kadar düştüğü dönemler var. Bu durumda küçülme ve işten çıkarmalar olabiliyor.
‘TÜRKİYE’NİN KISA VADEDE 70-80 MİLYAR DOLARLIK FİNANSMAN İHTİYACI VAR’
Bir de şimdi siz riskli bir durumda olduğunuz için borç vermek istemeyebiliyorlar, ya da çok yüksek faiz isteyebiliyor. Hali hazırda Türkiye’nin dolar cinsinden borçlanma faizi tefeci faizi diyebilecek şekilde yüzde 10 civarında. Bu faizle borç verildiğinde bu sefer şirketler, bankalar bu borcu almak istemeyebilir. Eğer bunun 40 milyar doları cari işlemlerden 30-40 milyarı böylesi borçlardan gelirse bu şu demek önümüzdeki 8-12 ay içinde 80 milyar dolarlık bir finansman bulmanız gerekiyor. Bunlar yabancılarla olan ilişkiler, bir de yurtiçinde olanlar birden dövize dönerlerse daha zor bir durum oluşuyor.
Bu durum her yıl olan bir ihtiyaç bir defaya mahsus değil. Her seneye vadesi gelen dış borcunuz var. Yıllardır borçlu ülkesiniz, 207 ödediniz diye bitmiyor, yani değirmene sürekli su akması lazım. Cari işlemeleri değirmen olarak düşünürseniz, sürekli su, finansman bulmanız lazım. BAE’den bir kez gelmesi bir işe yaramıyor. İkincisi, gelen yatırımın, finansmanın kalitesi. En çok istenen doğrudan yatırım. O da yeni bir fabrika kuruyorsa, yol yapıyorsa, enerji santrali kuruyorsa, teknolojiyi getiriyorsa, iş gücüne katkı sunuyorsa…. Yeni bir şey kurmuyor, buradaki mevcut varlıkları alıyor da olabilir. O da fena olmayan bir yatırım tabii bir teknoloji getiriyorsa, eski fabrikayı yeni teknolojiliyle çalıştırıyorsa…
Katar, BAE’de böyle bir teknoloji var mı yok, sanayi ülkesi değiller. Demek ki varlık alacaklar, yani o teknoloji değişmeyecek. Elbette yine işe yarabilir finansman sorunu var, ama bunu can suyu olarak düşünmek lazım. Türkiye’nin yakıcı sorunu cari işlemler sorunu ve 207 milyarın finanse edilmesi. Hangi programı uygularsanız uygulayın bu hemen doğrudan yatırımla sağlanamaz. Ciddi bir program açıklasanız da can suyuna ihtiyaç var, sermaye hemen koşarak gelmez. O anlamada bundan önce düzgün bir program olsa MB de o çerçeveyle düzgün işler yapıyor olsa, bu yatırım işe yarar. Örneğin diyelim 5-10 milyar dolar geldi, birkaç aylık finansman ihtiyacınızı azaltır. Ondan sonra yavaş yavaş siz uyguladığınız programın meyvelerini alırsınız, küresel düzeyde size finansman gelir. Ama sorun şu ki onu göremiyoruz.
Uğur Gürses: Bu kriz zaman alacak ve taşraya doğru dalga dalga yayılacak