Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Federal Belçika uzatmaları oynuyor…

Klasik partiler oy kaybederken çevreciler, radikal sol ve aşırı sağın güçlenerek çıktığı son seçimlerden sonra Flaman kesiminin 'konfederalizm' dayatması Belçika’nın gündemini zorluyor.

Korkunun ecele faydası yok… Hem federal parlamentoya, hem de bölge meclisleriyle Avrupa Parlamentosu’na girecek milletvekillerini belirlemek üzere 26 Mayıs günü yapılan seçimlerin sonucu Belçika’da federal devlet yapısının sonunu oldukça yakınlaştırdı.

Avrupa ya da dünya futbol kupası maçlarında "Kırmızı Şeytanlar" diye ünlü milli takımın her başarısından sonra bölücülüğe karşı "milli birlik ve beraberliği"  bir kez daha korumuş olmanın coşkusu ve hatta çılgınlığıyla sokaklara, meydanlara dökülen Belçikalılar, özellikle Frankofon Valonlar ve Brükselliler, "konfederalizm", hatta "bağımsızlık" yanlısı partilerin Flaman bölgesinde çoğunluk sağlamasından dolayı karalar bağlamakta… Artık farkındalar ki, federal devlet ünlü futbol terimiyle artık uzatmaları oynamakta…

Napolyon savaşlarının ertesinde süper güçlerin aralarında bir tampon bölge oluşturmak üzere suni olarak kurdukları ve başına da cermen kökenli Saxe-Coburg ve Gotha Hanedanı’ndan işsiz güçsüz bir asilzadeyi kral olarak oturttukları Belçika devleti, kuruluşundan 189 yıl sonra kelimenin tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda.

Kuzeyde Flaman milliyetçiliğinin ağır bastığı ve sağ partilerin egemen olduğu Felemenk bölgesi, güneyde sol partilerin egemen olduğu Valon bölgesi… İkisinin arasında da sadece Fransızca ve Flamanca konuşanların değil, yüzden fazla farklı milliyetten insanların yaşadığı, Avrupa Birliği’nin de başkenti olan Brüksel bölgesi.

Seçim sabahı oylama devam ederken şunları yazmıştım:

"Belçika'nın 8 milyon seçmeni üç ayrı parlamentoya birden milletvekili seçmek üzere sandık başına gidiyor. Bu ülkede oy vermek zorunlu olduğu, bu görev yerine getirilmediği takdirde suç olarak adli sicile işlendiği için, koşan koşana... Sandıklar açıldığında var seyreyle gümbürtüyü... Zira bu seçimler, belki de Belçika'nın geleceğinde çok önemli bir dönüm noktası olacak. Kamuoyu yoklamaları iki yıldan beri klasik siyasal partilerin gerilemesine karşılık Flaman bölgesinde aşırı sağcı Flaman Çıkarı (VB)'nin, Brüksel, Valon ve Flaman bölgelerinde yeşillerin partisi Ecolo/Groen'un ve radikal sol Belçika İşçi Partisi (PTB/PVDA)'nın oy arttırdığını gösteriyor."

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi… Herkesin televizyon ve bilgisayar ekranlarının başına üşüştüğü saat 16’dan itibaren gerçek bir deprem başladı. İlk sonuçlar, ta 1978’de ırkçı ve faşizan bir programla kurulan, ancak 1988 seçimlerinde Flaman bölgelerinde büyük oy aldığı için tüm siyasi partiler ve medya tarafından cordon sanitaire (güvenlik kuşağı) adı altında kara listeye alınmış olan VB’nin bu kez ciddi bir oy patlaması yaparak Flaman Parlamentosu’nun ikinci, Federal Meclis’in ise üçüncü büyük partisi durumuna yükseldiğini gösteriyordu.

Üstelik Flaman Parlamentosu’nda uğradığı oy kaybına rağmen 35 milletvekiliyle birinci parti konumunu koruyan konfederalist N-VA ile milletvekili sayısını 23’e çıkartan aşırı sağcı ve bağımsızlıkçı VB birlikte Belçika’nın şimdiki federal yapısını sona erdirebilecek bir çoğunluk sağlamışlardı.

Ama sosyalisti, Hristiyanı, liberaliyle klasik partileri rahatsız eden sadece bu değildi. Yine seçim öncesi tahminlere uygun olarak, yeşillerin partisi Ecolo/Groen ve de radikal solun partisi PTB/PVDA, sadece güneyde değil, Belçika’nın üç bölgesinde de büyük bir sıçrama gerçekleştiriyordu.

Oylamanın hâlâ kağıt üzerinde yapıldığı Valon bölgesinde tasnifler teknik aksaklıklar nedeniyle bir türlü tamamlanamadığı için ekranlarda verilen sonuçlar saatten saate değişiyor, klasik partilerin liderleri yenilgilerini teslim edecek konuşmayı yapmak için bir türlü TV ekranlarına çıkamıyorlardı.

Buna karşılık oylarının arttığı daha ilk saatlerde belli olan aşırı sağ VB’nin, yeşil Ecolo/Groen’ın ve radikal sol PTB/PVDA’nın merkezlerinde coşku dolu kutlamalar çoktan başlamıştı.

Satır gece yarısına doğru indi. Federal Meclis’te düne kadar iktidar nimetlerini paylaşmış olan tüm partiler büyük oy kayıplarına uğrarken Ecolo/Groen 21, VB 18, PTB/PVDA 12 milletvekiliyle ülkenin kaderinde söz sahibi olmuşlardı.

Bölge meclislerinde denge değişimi daha da büyük boyutlardaydı.

Flaman bölge meclisinde VB 23 milletvekiliyle ikinci, Groen 14 milletvekiliyle beşinci parti olurken, Valon bölge meclisinde Ecolo 12 milletvekiliyle üçüncü, PTB/PVDA 10 milletvekiliyle beşinci parti durumuna yükseliyordu.

Hem frankofon, hem de flaman partilerinin temsilcilerinden oluşan Brüksel bölge meclisinde ise Ecolo/Groen 19 milletvekiliyle ikinci, PTB/PVDA 11 milletvekiliyle dördüncü büyük parti oluyor, üstelik aşırı sağcı VB de Meclis’e bir milletvekili sokmayı başarıyordu.

Avrupa Parlamentosu’nda da durum klasik partiler bakımından iç açıcı değildi. Hepsi oy kaybederken, Ecolo/Groen 4 milletvekiliyle birinci, VB 3 milletvekiliyle ikinci parti durumuna yükseliyor, PTB/PVDA da bir milletvekiliyle ilk kez bu parlamentoda temsil hakkı kazanıyordu,

Valon ve Brüksel bölge meclislerinde birinci durumda olan Sosyalist Parti’nin başta Ecolo olmak üzere iki küçük partiyi daha yanına çekerek hükümet kurması zor olmayabilir.

Flaman bölge meclisinde de milliyetçi N-VA, aşırı sağcı VB’ye ihtiyaç duymadan diğer Flaman partileriyle, hatta Groen’le anlaşarak bir hükümet oluşturabilir. Ancak VB şu anda Flaman bölgesinde en yüksek ikinci oyu alan parti olduğu için onu atlayarak böyle bir çözüme gitmesi kolay değil; VB’ye yıllardır uygulanan cordon sanitaire Flaman bölgesinde de geçerli olduğu için önce bu blokajın kırılması gerekecek.

Son seçimde oylarının bir bölümünü VB’ye kaptırmış, bu nedenle hem federal mecliste hem de Flaman bölge meclisinde milletvekili kaybına uğramış olan milliyetçi N-VA’nın lideri De Wever bu partiyi muhalefette bırakıp daha da güçlenmesine meydan vermemek için cordon sanitaire’i kırabileceğini seçim akşamı ima etmişti.

Şu anda bütün dikkatler aşırı sağ ile radikal solun ve yeşillerin böylesine güç kazandığı bir Meclis’ten Frankofon partilerin ve Flaman partilerinin dengeli bir şekilde temsil edileceği bir koalisyon hükümetinin nasıl kurulabileceğine yoğunlaşmış bulunuyor.

Belçika Kralı Philippe yeni hükümeti kurma görevini kime vereceğini belirlemek üzere şimdiden sarayında parti liderlerini tek tek kabul ederek görüşüyor.

Büyük sorun, son oy patlaması nedeniyle güç kazanan, üstelik son seçimlerin ortaya koyduğu gibi diğer ülkelerde de aşırı sağ partilerin oy arttırarak Avrupa Parlamentosu’nda büyük bir grup oluşturma olanağına kavuşması nedeniyle artık uluslararası bir desteğe de sahip olan VB’nin daha uzun süre cordon sanitaire’le bloke edilip edilemeyeceği.

Kaldı ki bu blokaj yıllarca önce sadece VB için konulduğu halde, klasik partiler son iki yıldır güçlenen, geçen yılın belediye seçimlerinde ciddi bir varlık gösteren radikal sol PTB/PVDA’yı da muhatap almayı reddederek cordon sanitaire’in ona karşı da uygulanmasını dayatıyorlar.

Bu iki taraflı blokajın sürdürülüp sürdürülemeyeceğinin ilk işaretini klasik partilerin liderleriyle art arda görüşmeler yapan Kral Philippe’in tutumu belirleyecek.

Cordon sanitaire sorunu belki de bu yazının yayınladığı saatlerde açıklığa kavuşmuş olacak. Ancak, VB muhatap alınsa da alınmasa da Belçika yine oldukça uzun sürecek bir hükümet krizi dönemine girmiş bulunuyor.

Belçika hükümet krizlerine şerbetli… 2007-2008 yıllarındaki kriz 194 gün, 2010-2011 yıllarındaki kriz ise tam 541 gün sürmüştü.

Bu kez kriz ister kısa ister uzun sürsün, Felemenk ülkesinin halen mutlak çoğunluk sahibi milliyetçi ve aşırı sağcı partileri Belçika devletinin federal yapısına son vererek konfederasyona geçilmesi için sonuna kadar dayatacaklardır.

Belçika 1970’den beri federalizme geçiş yolunda altı kez reform yapmış, dışişleri, savunma ve maliye gibi temel konular dışında kamu yönetiminin birçok sektörü Flaman, Valon ve Brüksel bölge hükümetlerine devredilmiş bulunuyordu.

Bu son seçimden çok önce, liberal MR dışındaki tüm Frankofon partileri N-VA ile hiçbir şekilde koalisyon yapmayacaklarını açıklamışlardı. Seçimden sonraki ilk demeçlerinde de bunu tekrar tekrar vurguladıkları için, yalıtlanan N-VA’nın aşırı sağcı VB’yi de ittifakına alıp "konfederalizm"i dayatması hiç de sürpriz olmaz.

Son seçimin bir özelliği de, kamuoyu yoklamalarında oy kaybına uğrayacağı önceden belli olan Sosyalist Parti’nin kaybını telafi etmek amacıyla Müslüman seçmenlerin oylarını çekebilmek için çeşitli oyunlara başvurmasıydı.

Bu partinin Türk kökenli Brüksel milletvekili ve Saint-Josse belediye başkanı Emir Kır işi Türk seçmenlere Türkçe özel mektuplar yollayarak kurban edilecek hayvanların uyuşturulmadan kesilmesi, kamuya doğrudan hizmet veren gişelerde de tesettürlü çalıştırılması gibi konularda nasıl kahramanca mücadele verdiğini anlatmaya kadar vardırdı.

O denli ki, Fransa'nın saygıdeğer dergisi Le Nouvel Observateur dahi 23 Mayıs tarihli sayısında Belçika seçimleriyle ilgili bir analizine "Belçika Sosyalist Partisi'nin cemaatçi sapmaları" başlığını koymaktan kendini alamadı.

Diğer partiler de, Hristiyanı, liberali, yeşili de dahil, Müslüman oyları kaçırmamak için kurban ve tesettür konusunda Sosyalist Parti'yle yarışa girmekte gecikmedi. Ama geç kalmışlardı. 26 Mayıs oylamasında Brüksel’de sadece Sosyalist Parti’nin Türk kökenli adayları seçilebildi. Emir Kır Federal Meclis’te yerini korurken, diğer dört aday da yine Türk seçmenlerin tercih oylarıyla Brüksel Bölge Meclisi’ne girdiler.

Bu sonuç Türkçe medyada "Belçika Türk toplumu Başkomutan Emir Kır ve generallerine emanet" diye alkışlandı.

Oysa asıl alkışlanması gereken bu oylamada seçilen Türkiyeli üç kadın milletvekiliydi. Geçmiş hükümette bakanlık da yapmış olan Kürt kökenli N-VA milletvekili Zuhal Demir 61.444, aynızamanda Flaman yeşillerinin partisi Groen'ın genel başkanı olan Meryem Almacı 50.848, geçmişte de Charleroi bölgesinden Sosyalist Parti milletvekili olan Özlem Özen 10.791 tercih oyuyla Federal Meclis'e girmeyi başarmışlardı.

Asıl konumuza dönecek olursak…  Federal Belçika devleti bir süre daha uzatmaları oynadıktan sonra Flaman kesimin dayatmalarına boyun eğerek konfederasyona dönüşmek zorunda kalırsa… Bu da Belçika devletinin kuruluşundan beri Flaman halkını, nüfus çoğunluğuna sahip olduğu halde, yıllarca kendi dilinde eğitim hakkı da dahil temel hak ve özgürlüklerin çoğundan mahrum bırakarak Flaman aşırı milliyetçiliğini  körüklemiş olan Frankofon kapitalistlerin ve siyasetçilerin eseri olacaktır.

Türkiye’de hâlâ Kürt ulusunun hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, onun seçilmiş temsilcilerini zındanlarda çürütmeye devam edenlere, Dersim’e hâlâ Tunceli dayatması yapanlara ders ola…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi