Gene gel…

Her şeye, uzayan ve hayatımızı kaplayan karanlık gecelere rağmen hayattayız ve yaşıyoruz… Bunu en çok eylüllerde hissediyoruz gibi geliyor bana.

Geçen hafta 23 Eylül’ü geride bıraktık.

Sonbahar mevsimin resmî başlangıç tarihi…

Aynı zamanda gece ve gündüz eşitliğinin yaşandığı gün, Latince adıyla ekinoks…

Sonbahar ekinoksu.

Ekinokslara babam meraklıydı.

21 Martlarda ilkbahar ekinoksunu ve 23 Eylüllerde sonbahar ekinoksunu pek ıskalamazdı.

Nitekim, ölümünden üç yıl önce, 23 Eylül 2012 tarihinde yayımlanan, “Bu Gece, ‘Gündüz’ ile ‘Gece’ Uzunluğunun Eşit Olduğu Bir Gece” başlıklı bir yazısına rastladım…

24 Eylül’den itibaren, gündüzlerin kısalmaya, gecelerin uzamaya başladığını anımsatıyordu.

xxxxxxx

Sonbahar ekinoksu, bana oldum bittim meftunu olduğum eylülün gitmekte olduğunu söyler.

Belki de o yüzden, onu biraz daha uzun yaşayabilmek için neredeyse 40 yıldır eylülü, daha gelmeden önce ağustos sonlarından başlayarak selamlamaya çabalarım:

Güller ve hanımelleri ile donanmış bahçeler, hepsinin birbirine benzediği açık mutfak pencerelerinden ortalığa yayılan kızartma kokuları, günün kararmaya başlamasına rağmen eve girmemekte direnen inatçı çocukların sesleri.

Yaz gerilerde kalmaya başladı.

Alev rengi hüznüyle sonbahar’…”

xxxxxxx

Köpürmeye başlayan baskı dönemi nedeniyle 2012 yılından itibaren Türkiye'de benim için de köşe yazarlığı imkânı pek kalmadığı için eylül yazıları da inkıtaya uğradı.

Daha sonra siyasi baskılar nedeniyle kendisinin de yazı yazma imkânı elinden alınacak olan dostum Namık Çınar, 2013 yılında bana “bahar ayininin” serencamını sorup, köşesinde yayınlamak üzere bir yazı yazmamı istemişti.

Son eylül yazımı onun sütununda yayımladım, yazıyı da şöyle bitirmişim:

Kendisine çok teşekkür ediyorum.

Bu sayede, eylülü şatafatlı bir ayinle karşılıyorum.

Bu eylülün dışarıdaki duygu dekoru benim için değişmese de iç iklimim umut dolu fasıllarla yüklü.

Hoş geldin eylül.”

xxxxxx

“İç iklimimin umut dolu fasıllarına” rağmen baskı döneminin freni kopunca Eylül 2016’da yaşamıma Silivri girdi.

Öyle ki 2013’te misafir olarak yazdığım son Eylül yazısı, “2016 Eylülünden beri özgürlüğünden mahrum olan Mehmet Altan her eylülde bir ‘hoş geldin sonbahar’ yazısı yazardı. Bu yazı 2013’ten…” ibaresiyle P24’te yeniden yayımlandı.

xxxxxxx

Sonraki eylüllerde neler oldu, neler yaşadım diye merak ettim.

Merak ettiğim sonrayı “Basın Tarihi”nin Silivri Notları kısmında buldum.

23 yaşımdayken babamla birlikte gittiğim Monet’nin Giverny’deki evinin televizyondaki belgeseline, Eylül 2017’de Silivri’deki hücremde rastlamışım.

Belgeselin bende yarattığı duyguları da Silivri notlarına dökmüşüm.

Sonra da onu yayınlamışım.

Son satırları şöyle:

10 Eylül 2016’da gözaltına alınıp, 12 gün sonra 22 Eylül’de tutuklandığımdan, iki yıl önceki Eylül’de fazla bir şey yazamamışım. 2017 Eylülü’nde ise yukardaki notu kaleme almışım.

2018 Eylül’ü biterken, bir önceki Silivri Eylülü’nü sonbaharın solgun ışığına çıkartmak istedim.

Madem Basın Tarihi yazıyoruz, araya da günümüzün soluk bir rengi girsin. Eylül yazısı niyetine.”

xxxxxxx

Hapishane Odasında Dondurulmuş Yaşamlar başlığıyla yayımladığım Ekim 2017 ayı içinde aldığım notlarda ise eylül ile değil ama sonbahar ile ilgili bir cümle var:

Bağ Bozumu Fırtınası lafını daire içine almışım. Bağbozumu benim için hep sonbaharın romantik bir simgesidir, belki bu yüzden.”

***

Ve geldik 2020 Eylülüne…Babamın ekinoksları…

Benim eylüllerim…

“İç iklimimin umut dolu fasılları” yerli yerinde dursa da gündüzün aydınlıklarının kısalıp, gecenin koyu karanlıklarının arttığı bu dönemde, bu kez eylülün gelişini değil, gidişini selamlıyorum.

“Güle güle eylül.Ve hoş geldin sonbahar.”

xxxxxx

“Bu kez Güle Güle Eylül” başlıklı bu yazıdan sonraki Eylül’ler…

2021, 2022 Eylül’leri…

Ve uğurlamağa hazırlandığımız 2023 Eylül’ü…

Düğün evindeymiş gibi biraz telaşlı, aceleci bir heyecana sevinç katarak karşıladığım Eylül’ü bu kez bir soruyla karşıladım.

“Ben bu Eylül’lere neden düşkünüm?”

xxxxxx

Eylül kırılgan ışıkları ve ürpertmeyen serinliğiyle galiba bizim yaşamakta olduğumuzu en çok hissettiğimiz ay… Ya da benim en çok öyle hissettiğim ay.

Sanki yaşadığımızı, yaşamanın başlı başına bir armağan olduğunu hissettiren Eylül olmasa “Unuttuğumuz bir şeydi yaşamak”…

Her şeye, uzayan ve hayatımızı kaplayan karanlık gecelere rağmen hayattayız ve yaşıyoruz… Bunu en çok eylüllerde hissediyoruz gibi geliyor bana.

Solan yaprak, şakıyan kuş, lacivert deniz…

Güle güle Eylül…

Karanlık gecelerini ışıklandıracağımız günlerin hiç bitmeyen ümidiyle seni bekleyeceğiz…

Gene gel…


Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı. 20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa'nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK'lı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Altan Arşivi