Fadıl Öztürk
Gülten Kaya ile Ahmet Kaya söyleşisi: Gönül ve kalp kırıklığımızı dillendiriyorum(*)
...
Akşamın ağırlığı çökmüş İstanbul’un üstüne. Cihangir’de Gülten Kaya’yla konuşmaya gidiyorum. Ahmet ve Gülten Kaya, birbirine karışmış iki hayat. İçinde aşkların, ayrılıkların, işkencelerin, mahpuslukların, sürgünlerin, ölümlerin ve çocukların geçtiği hangi hayat özetlenebilir ki? Bu nedenle anlatılan ve yazılanlar hep eksik kalacaktır.
Göç ve nöbetleşme dinlenme. Aslen Dersim Ovacıklıdır. Babadan alma soy ismi Hayaloğlu’dur Gülten’in. İlkokul ve lise yılları Elazığ’da geçer. Lise bitince İstanbul’daki ağabeyi Yusuf Hayaloğlu ile yaşamaya başlar. 12 Eylül öncesidir ve gençlerin başı beladadır...
81’de üniversite sınavına girdiği gün gözaltına alınır ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne devam edemez. 12 Eylül sonrasıdır ve sorgu süresi üç aya çıkarılmıştır. Operasyonun en son yakalanan ’suçlusu’ olur Gülten. Bir metreye bir buçuk metrelik sorgu hücresinde Buket Öktülmüş, Yurdusev Özsökmenler, Ümit Efe, Emil Galip Sandalcı’nın kızı Defne dahil on üç kadın arkadaşıyla aynı hücreyi paylaşırlar. Hücre küçüktür, hepsinin birden oturmaları mümkün değildir. Sorgudan gelenlere öncelik tanıyarak nöbetleşe dinlenirler.
Metris Akademisi otuz gün Gayrettepe’de sorgulandıktan sonra, diğer arkadaşlarıyla beraber Selimiye Kışlası’na oradan da tutuklanıp Metris Askeri Cezaevi’ne yollanırlar. Metris Askeri Cezaevi kadınlar bloğu Gülten’in artık değişmez adresi olacaktır. Kendi deyimiyle, o artık ‘85 yılına kadar Metris Akademisi’nin öğrencisidir.
Eylem kırıcı Gülten’e koğuş hayatını sorduğumda, gülerek "ben bir seferinde eylem kırıcılığı yaptım" diyor. Belediye çöplerin poşetlenerek bırakılması biçiminde yeni bir uygulama başlatır. Tutukluların bundan haberi yoktur. Cezaevi yönetimi ‘çöplerinizi artık poşetleyip vereceksiniz’ biçiminde tutuklulara tebligatta bulunur. Tutuklular ‘bize çöp poşetleri satarak üzerimizden rant elde etmek istiyorlar’ gibi bir saptamayla çöpleri vermeme kararı alırlar. ‘Çöp direnişi’ başlamıştır artık.
Bir taraftan çöpler birikir, diğer taraftan sinek ordusu oluşur. Her sabah sayımda tutuklular çöplerini vermemek, askerler çöpleri almak için kapışırlar. Kokan çöpler, subayın koğuşa girmeden dışarıda kalarak sayım yapmasına yaramıştır. İdare direnişi kırmak için suları da keser. Çöp artık kazanılmış bir mevzidir (!) ve asla geri adım atılamaz.
Altı metrelik koridorda volta atılacak yer kalmamıştır. Sinekler, çöp kokusu, çöpleri almaya çalışan askerlerin sabah hücumları devam ederken, bir gün Gülten koğuş nöbetçisi olur. Çöp artık tutukluların sağlığını etkileyecek boyuta gelmiştir. Gülten eylemi kırmakta kararlıdır. Kahvaltıya kadar atabildiği kadar çöpü dışarı atar. Askerler burunlarını tutarak, Gülten eleştirilerek çöp direnişi son bulur. O, artık bir eylem kırıcıdır!
Gülten 85’te tahliye olur. Hüküm yediği için artık okula da dönemez. O çıksa da birçok arkadaşı idam ve müebbet gibi ağır cezalar aldıkları için halen içeridedir. Dışarıdaki dağınıklığı toparlamaktan ziyade, içerideki arkadaşlarının daha iyi koşullarda yaşamaları, idam almış ve dosyaları mecliste bekleyen arkadaşları ve arkadaşlarının ailelerinin sorunları öncelik kazanır. Aklı ve kalbi içeride, bedeni dışarıdadır Gülten’in.
Ahmet Kaya’yla ilk tanışma:
Gülten’in tahliye olduğu günkü ruh hali ‘Keşke çıkmasaydım’ biçimindedir. Dışarıda durum daha yakıcıdır. Arkadaşlarıyla sabahlara kadar neler yapabileceklerini konuşurlar. Gecenin tartışmaktan yoruldukları geç bir saatinde, arkadaşları Gülten’e bir kaset dinletmek isterler. Kaset, Ahmet Kaya’nın ‘Ağlama Bebek’ adındaki ilk albümüdür ve yeni çıkmıştır. Kaset Gülten’in umurunda değildir. Şarkılar arkadaşlarına çok umut vermiştir. Yatarken dinlemeyi kabul eder ve gece tek başına yattığı yatakta Ahmet Kaya’dan önce onun şarkılarıyla tanışır.
Kahvaltıda Ahmet Kaya’nın kim olduğu sohbeti yapılır. Arkadaşları kasetin bir kopyasını yapıp Gülten’e verirler. Ahmet Kaya’yı her fırsatta dinler. İçerideki arkadaşlarına mektuplar yazar, onlara Ahmet’in şarkılarından bahseder. Albümün üstünde bir üniversite öğrencisini andıran gözlüklü bir gencin resminden başka bilgi yoktur.
İş bulur Selda Bağcan da, bir süre Gültenlerin yanında tutuklu kalmıştır. Gülten dışarı çıktığında görüşürler. Selda Ruhi Su’nun cenazesine birlikte katılmaları için Gülten’i arar ama Gülten cenazeye katılamaz. Selda İzmit’e gider. O aralar hayatını kurgulamak ve bir yerde çalışmak kaygısındadır Gülten. Bağcanlar stüdyo kurmuştur ve Selda’nın birlikte çalışma önerisini kabul eder. Ahmet Kaya’nın ilk albümü Sezer Bağcan’ın stüdyosunda hazırlanmıştır. Gülten ve Selda’nın, Ahmet Kaya ile ilgili düşünceleri aynıdır ‘çok yetenekli, inanılmaz bir adam’!
Ahmet Kaya’yla yüz yüze:
"Kayıt stüdyosunda çalıştığım bir gün kapı çalındı ve kapıyı açtım. Bir adam ‘Selda Hanım’la randevum var görüşebilir miyim’ dedi. Onları buluşturup odama geçtim. Selda, ‘Gülten bak, o çok beğendiğin adam, Ahmet Kaya bu’ dedi. Selda’nın bunu söylemesi hoşuma gitmemişti. Karşımda kara yağız, son derece yakışıklı bir adam var. Ben de ‘şarkılarınızı seviyorum’ dedim. Selda’nın bizi tanıştırırken, ‘Metris Askeri Cezaevi’nden koğuş arkadaşım’ demesi, Ahmet’in ilgisini çok çekmiş. Odama geri döndüm, ama hemen arkamdan Ahmet geldi. Durmadan bana cezaevine ilişkin sorular soruyor ama ben anlatmak istemiyordum. Peş peşe soru sorması beni bunalttı. Şarkıları hariç, Ahmet’e ilgili hiçbir fikrim olmadığı için ‘amma da meraklı adam, ne alakası var bunlarla’ diyorum içimden. Ahmet’i tanıdıkça, onun kalbinin nerede attığını anladıkça, o soruları yerli yerine oturttum. Böyle başladı Ahmet’le ilişkimiz."
Evlilik, şarkılar ve dayanışma:
"İkinci albüm ‘Acılara Tutunmak’ın mutfak çalışmalarıyla birlikte Ahmet’le aramızda çok iyi bir dostluk başladı. O dostluk kısa zamanda sevgi ve aşka dönüştü. Bir ilişki gelişince herkes ne yapar, ailesiyle tanıştırır. Ben Ahmet’i ilk önce o büyük ailemle, yani arkadaşlarımla, sonra arkadaşlarımın aileleriyle tanıştırdım. Ahmet bütün tanıklıklarını şarkılara dökmeye başladı. Evlendiğimizde Ahmet cezaevi arkadaşlarımla mektuplaşmaya başladı. Metrise gidip kapıda ailelerle birlikte oluyor, içerideki arkadaşlarla görüşmenin şartlarını zorluyor, ama görüştürülmüyordu.
Konservatuvarlı bir arkadaşımız vardı, gazetelerde silahlarını keman kutusunda taşıyan, sarı saçlı kemancı diye çıkmıştı. Ahmet, ‘Sarı Saçlı Kemancı’ şarkısını yaptı. Filiz isimli arkadaşıma ‘Fikrimin İnce Gülü’ şarkısını yaptı. Annelerle ilgili şarkılar yapmaya başladı. Şarkılarının odağında sokak ve cezaevleri vardı. Açıkçası ‘85 sonrası Ahmet Kaya şarkılarına baktığımızda toplumsal tarihi okumak mümkün. Ailelerle beraber Yargıtay duruşmalarına girdi Ahmet. Öğrencilerin açlık grevlerini destekledi. İnsan Hakları Derneği kuruluşunda destek oldu. İçeriden çıkan adamın şarkısını yaptı. Anneler kayıp çocuklarını aramaya çıktıklarında ‘Beni Bul Anne’ şarkısını yaptı. O şarkıları tek tek söylememe gerek yok, ama bizim hayatımızda paralel gidişat hep devam etti. ‘Şarkılarım Dağlara’ deyip, konsept albümü yaptık.
Anlayamıyordu dış dünya Ahmet’i, henüz algılayamamıştı. Hem sol’da hem sağ’da ona karşı direnç gelişiyordu. Ahmet bunları tebessümle izliyor ve ‘bunlar eşleri ile kavga ettiklerinde gece Çaykovski’yi mi dinliyorlar, yoksa Olmasaydı Sonumuz Böyle’yi mi? İlla ki beni dinlediklerini gayet iyi biliyorum. Yoksa kim bu on binler?’ diyordu."
Gelen mektuplar:
"Ben devrimcilerin böyle müzikler yaptığını bilmiyordum. Eskiden Ferdi Özbeğen dinliyordum, şimdi neler okumam lazım? Ben nasıl devrimci olabilirim, gibi çuvallar dolusu mektuplar alıyorduk. Sanatın işlevi de zaten budur. Muhalefeti örgütlemek ise politika yapanların işidir."
Sürgün şarkısı:
89’da cezaevinden çıkanların başında infaz yasasının keskin kılıcı vardır. Bu arkadaşların bir kısmı, yaşamsal nedenlerden dolayı soluğu yurt dışında aldılar. Onlar sürgün yaşamaya başladığında Ahmet Kaya, ‘Dönecekler bir gün, al kırlara boz kırlara güneşi sunacaklar. Yanacaklar ama bir daha asla yalnız kalmayacaklar’ şarkısını yapar. Ahmet Kaya o zaman sürgünü, sürgün duygusunu bilmez ama hayat onu şarkısının içine atıp Paris’e yollar.
Albümleri kim alıyordu:
"Sol’un sahiplenmesi Ahmet Kaya’yı çok motive ederdi. Oysa hayatının son gününe kadar sahipsiz olarak yaşadı. ‘Beni sağcılar sevmez, solcular da sevmiyor. Peki ben bu albümleri kime satıyorum? Konserlerime gelen on binler kim? Bunu biri bana açıklasın’ diyordu Ahmet. Kendisini ifade ettiği tüm mecralar Ahmet’i dışlıyordu. Belki sol, kendisini o güçle birlikte daha iyi ifade edecekti. Bunlar da solun çıkarması gereken dersler arasındadır. Ben gönül ve kalp kırıklığımızı Ahmet Kaya adına da sol muhalefete karşı dillendiriyorum. Hala sosyalistim ve ölene kadar da öyle kalacağım. Ahmet Kaya da bir sosyalistti ve bir sosyalist gibi yaşadı, bunun tanığıyım ben."
İki buçuk milyon sattı:
"Bu ülkede bir tek albümü iki buçuk milyon satmış bir sanatçıdır Ahmet Kaya. Bir aileyi dört kişi sayarsak on milyon gibi bir rakama ulaşır. Dünyayla kıyasladığımız zaman, bunun ne kadar inanılmaz bir rakam olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Hangi partinin on milyon taraftarı vardır? Oysa Ahmet Kaya ‘ben bir parti kursam çok büyük olabilirim’ ironisi yaptığında ‘çok ukalasın’ derlerdi."
Seksen bin üye:
"Şimdi, seksen bin üyenin kayıtlı olduğu www.ahmetkaya.com diye bir web sitemiz var. Ahmet Kaya’nın yokluğunun dördüncü yılında günde yirmi bin kişi siteyi ziyaret ediyor. Tüm medyanın yok saydığı, tüm sistemin yok saydığı aşamada bunlar oluyor. Görmezden gelmemek lazım."
Ne engel var:
"Mesela yıldönümleri oluyor. Sol bu değerlere sahip çıkma geleneğini hala edinemedi. Ahmet Kaya’nın yokluğunda toplumsal muhalefetin bir araya gelip onu sahiplenmesinin önünde ne engel var? O seksen bin üye orada öylece duruyor. Ben onlara sadece Ahmet Kaya şarkılarını sunabilirim. Başka şeyleri de başkalarının sunması gerekir."
Kendini dost ilan edenler:
"Ahmet yalnız bırakıldı. Elli yıl sonra birileri arşivleri açıp 78′liler Tükenmez Dergisi’ni okuduğunda bilsinler diye söylüyorum: Ahmet Kaya DGM tarafından tutuklandığı zaman halktan birkaç kişi, Erdoğan Tatlav, eşi Sebla, Eren Keskin ve o zamanki Baro Başkanı Yücel Sayman ve bizim üç özel arkadaşımız vardı. Ahmet sürgündeyken iki yıl boyunca DGM’ye tek başıma gittim. Bu beni hüzünlendirmesin mi? Birileri kalkıp ‘ben Ahmet Kaya’nın dostuyum’ dediğinde sarsılıyorum. Ahmet Kaya yalnız bırakılmıştır. Sosyalistlerden, sanatçılardan ve kendini dostumuz ilan edenlerden bahsediyorum. Ahmet Kaya’nın cenazesine gelinmesinin de benim için bir değeri yoktur. Bunlar onu geri getirmez. Yalnız bırakılmasaydı Ahmet’in ömrü uzardı. Bir selama, telefona hasret kalması, Ahmet’in ömrünü kısalttı."
Kızım dokuz yaşındaydı:
"O sürgündeyken ben tek başımaydım. Kızım dokuz yaşındaydı, tek başına okula gidiyor, ‘senin baban Apocu, bölücü’ suçlamalarını tek başına üstleniyordu. Eve elektrik tamircisini çağırdığımda bile ‘bunlar bölücü’ diye gelmiyordu. Can güvenliğimiz yoktu. Hiçbir demokratik örgüt kişi ve kurum benim kapımı çalıp ya da Ahmet’i arayıp ‘dostum merak etme, biz buradayız. Melisciğim merak etme bir şeye ihtiyacın olursa ben de senin amcanım’ demedi kızıma."
Kalbimin cenneti:
"Aşık Mahsuni, Ahmet’in sürgün yaşadığı eve giden tek insandır. Mahsuni İstanbul’da bana geldiğinde ağlayarak ‘Ahmet bana menemen yaptı. Mutfak masasına oturup beraber şarap içtik. Dönüşte başımı kaldırıp beşinci kata baktığımda Ahmet balkonda bize el sallıyordu. Ahmet’i orada yalnız bıraktık diye arabada ağlamaya başladım’ dedi. Eminim Aşık Mahsuni’yi melekler koruyordur. Tıpkı Ahmet gibi o da benim kalbimin cennetindedir."
Onuncu yıl marşı:
"Mehmet Aslantuğ tarihsel bir isimdir benim için. O ödül gecesinde Mahsun Kırmızıgül onuncu yıl marşı’nı okurken ya da diğerleri de benzer tavır içindeyken, kalkıp bize atılan çatal kaşık ve bıçaklara kendisini siper etmiş bir insandır."
Yer yerinden oynuyor:
"Biz albüm çalışması içindeydik. Ahmet zaten Kürtçe bir şarkı okuyacaktı. Kürt halkı köşeye sıkıştırılmış, yok sayılıyordu. Ahmet ‘bir şey yapmam gerekiyor’ diyordu. Ne yazık ki, Kürtçeyi de hiç bilmiyordu. Yok sayılan bir dil olduğu için öğretilmemişti ona. Yine de kendi dilinden bir şarkı söyleyip halkına moral vermek istiyordu. Ahmet Kaya’yı takip eden magazin gazetecileri için haber değeri taşımaz mı bu? Gece, onların zaten. Derneğin yönetiminde Kürtler de Aleviler de var. Ahmet’i hep kalbi ve beyni yönlendirirdi ve bunu Türkiye’ye ancak canlı yayında açıklayabilirdi. Ahmet ‘yeni bir albüm çalışması içindeyim. Artık Kürtçe bir şarkı okuyacağım. Bu ülkede Kürtler var, Kürt dili var, yok sayamazsınız’ dedi ve yer yerinden oynadı."
Benim dağım devrildi:
"Şimdi o gecede ne işi vardı’ denebilir mi? Buralar doğru kullanıldığında önemli kürsülerdir ve cesaret gerektirir. Oscar Ödülleri Töreni’nde Marlon Brando’nun kendisini acıtan bir şeye karşı tavrını açıklaması ile bunun arasındaki fark ne? Ahmet Kaya da ‘magazine emek verenler adına, İHD adına, Cumartesi Anneleri adına, tüm demokrasi güçleri adına bu ödülü alıyorum. Çünkü bunlar beni motive ediyor’ dedi. Eğer Ahmet Kaya Mahsun Kırmızıgül, İbrahim Tatlıses ve diğerleri gibi Reha Muhtar’ın yanına gidip ‘abi ben yanlış anlaşıldım’ deseydi, benim o Ahmet Kaya’ya zerre kadar saygım kalmazdı. O ölümü pahasına bu cesareti göstermiş bir sanatçıdır. Benim dağım devrildi diyorum, acısını ben çekerim. Budur hikâyenin özeti."
Mazlumlardan yana:
"Ahmet’in annesi bana kızımız Melis’i kastederek ‘büyük kızın nasıl’ derdi. Ahmet’i kast ederek de ‘küçük oğlun nasıl’ diye sorardı. Bir çocuk kalbiydi Ahmet’inki. Babasına daha yakındı, ama annesine şarkılar yaptı. Ahmet, babasının annesine karşı duyduğu aşkı, bir Kürt erkeğinin, bir Türk kızını sevmesinde yaşanan zorlukları, o iç acısını hep anlatırdı. Baba tarafını mazlum bulduğu için hep mazlumlardan yanaydı Ahmet."
Atatürk’le İnönü ilişkisi:
"Ben gerçek aşkı Ahmet’le yaşadım. On yedi yıl boyunca, her gün arabasının motor sesinin susup merdivenlerde ayak sesini duyduğum an kalbim çarpardı. Ahmet kendine göre ilişkimizi Atatürk’e atfen ’sabahlara kadar Ankara’yı beklerim. Şafak söktüğünde uyurum, bilirim ki İsmet uyanmıştır’ diyerek tanımlardı. Biz ortak hayatımız içinde Atatürk’le İnönü yoldaşlığı yaşadık. Bu yaşananları tarihe doğru taşıyacak olan kişi benim ve bu bana enerji veriyor."
Biraz da sen ağla:
"Ahmet Kaya’dan geriye ne kaldıysa, yaşadığım sürece bunları derleyerek, toplayarak, estetize ederek paylaşmayı hedefliyorum. İçinde Kürtçe şarkının olduğu albüm için, Ahmet’ten üç ay sonra stüdyoya girdim. Kürtçe şarkıyı, video klibiyle birlikte mutlaka yayınlamam lazımdı. Arşiv görüntülerinden klip de yapıp CD’yle birlikte yayınladım."
Bir albüm:
"Televizyonlar umurumda bile değil. Başkası Ahmet Kaya şarkısı okuduğunda yayınlıyorlar, ama Ahmet’in kendi sesinden yayınlamıyorlar. ‘Saygı Albümü-Dinle Sevgili Ülkem’ için belki erkendi ama doğru bir projeydi. Arkasından, ‘Biraz da Sen Ağla’ adında hiç okunmamış, hiç duyulmamış şarkılardan oluşmuş bir albüm yaptım."
Yayıncılık ve kitap:
"Gülten-Ahmet-Melis’in kısaltılmışı olan GAM adı altında yayıncılığa da başladık. Ben de her an devreden çekilebilirim. Tüm Ahmet Kaya ürünlerini bir çatı altında toplamak, geleceğe derli toplu taşımak istiyorum. Asıl önemlisi Ahmet Kaya’nın ‘İlahi Hukuk Komedyasını, yargılandığı davayı bir hukuk dosyası olarak yayınlamak istiyorum. Ferzende Kaya’nın tanıklıklara dayanarak derlediği, ‘Başım Belada’ adındaki kitabın yayın haklarını aldım ve Kürtçeye de çevirttim. Kitapta yer almayı o zaman reddetmiştim. Devraldıktan sonra, ben Türkçe, Mehmet Uzun da Kürtçe bir önsöz yazdı. İki yeni önsöz ve özel bir posterle yeniden yayınlıyorum. Bir Ahmet Kaya Kitaplığı serisi başlattık, devamı gelecek. Olabilirse eski albümlerinin haklarını almaya çalışıyorum. Onların davaları sürüyor. Müzik ve kitap alanında şimdilik sadece Ahmet Kaya ile sınırlı kalmak istiyorum."
"Borçluyum kendi adıma: Devrimci oluşuma, Gülten Hayaloğlu iken, Gülten Kaya ya da Gülten Kaya Hayaloğlu oluşuma, Ahmet’ten bana miras kalan Melis’e çok şey borçluyum."
...
(*) Gülten Kaya’yla 78′liler Tükenmez Dergisi’nin 3. sayısı için yaptığım röportaj